Fiilen batmış firmaları biraz daha yüzdürmek için bankaları uçurumun eşiğine getirdiler.
Başbakan Binali Yıldırım, “Bankalar panik yapmasın” derken bile krizin artık kontrol altına alınamayacak boyutlara geldiğinin itiraf etti. Hüsnü niyetle söylense de bu şekilde bankaları baskı altına almanın telafi edilemeyecek neticeleri olabilir.
Şu sözleri tekrar tekrar okudum: “Bankalar, belki yeniden değerlendirme yaparsa teminatlar yetersiz gibi gözükebilir. Bundan panikleyip, kredileri geri çağırırlarsa bu yanlış. Biz bu konuda bankalara ‘Bu gelip geçici bir durumdur, paniklemeyin’ diyoruz.” Başbakan ya söylediklerinin nasıl tevil edileceğini fark etmemiş ya da dolar ve Euro’yu yeniden tırmandırmaktan haz duyuyor. Dolar 3,85 TL’ye kadar tırmandığı için kredi teminatlarının artık kâfi gelmeyeceğinin kendisi de farkında. O halde niye bankalara yükleniyor?
1990’lı senelerde koalisyon hükümetlerinden aşina olduğumuz popülist beyanlardan uzak durulmalı. Bankadan kredi alamayan patronlar, bakanların kapısını çalardı. Ankara’da ahbabı olanlar daha evvel ‘red yemiş’ krediyi söke söke alırdı. Akabinde o krediler batardı.
AİLE FOTOĞRAFINDAKİLER KREDİ ALAMADI, BANKA ALDI!
1990’larda daha ilerisi de oldu. Kredi şartlarını haiz olmayan nice isime bankacılık ruhsatı verildi. Süleyman Demirel devrinin aile fotoğrafındakilere (Erol Aksoy, Kamuran Çörtük, Cavit Çağlar, Murat Demirel, Dinç Bilgin ve Cem Uzan) banka lisansı verenler, Türkiye’ye uçurumun kenarında sirk gösterisi yaptırmaya kalktı. Gösteri tehlikeliydi. Cambaz ip üstünde bir sıçradı, iki sıçradı…2001’de akrobat, cambazlar ve bütün seyircisi ile o çadır uçurumdan aşağı yuvarlandı.
Bankaların kaynakları siyasetin tavassut ve tasallutu ile birilerinin şahsî servetine dönüştürülmüştü. Bünyesi bu şekilde zayıf düşürülen ekonomi yoğun bakımdaydı. 21 banka 19 Şubat’ta, bir gecede batmadı. Sadece o gece cenaze musallaya kondu. Ertesi gün de sâlâ okundu, cenaze namazı kılınıp defnedildi. Türkiye’ye o müteveffa (ölmüş) ekonomiden 80 milyar dolar borç kaldı.
Referandumu kazanmak uğruna AKP’nin her yolu deneyeceği dünden belliydi. Amma velâkin şu son gelişme bu yollardan en tehlikelisidir. 90’larda tecrübe ile sabit acılara maruz kaldığımız o çadırı yine uçurumun kenarına kurmanın izahı yok.
BANKALAR OLMAYAN PARAYI NASIL VERECEK?
Bankaları disiplin altında tutan, dolayısıyla ekonominin sigortası nevinden kanun ve nizamı birkaç aylığına esnetmek ekonomiyi içine düştüğü darboğazdan kurtarmaya yetmez. Kaldı ki bankalar piyasayı ne kadar paraya boğabilecek? Onlar da dışarıdan borç bulmakta zorlanıyor. Tahvil ihraçları başka nasıl izah edilebilir ki!
Ekonomi her şey bir yana oksijen mesabesindeki hukuk ve demokrasiden mahrum kaldı. Kaynak ihtiyacını hariçten gelen ucuz dövizle (cari açık) karşılayan ekonomi, OHAL, baskı ve zulüm atmosferinde bu imkânı da kaybetti.
Bankacılar da şifahî talimatlara itibar etmemeli. 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, 2001 krizinden sonra sil baştan yazıldı. O krizin tekrar etmemesi için kanunda A’dan Z’ye her işlem tek tek anlatıldı. Başbakan Yıldırım’ın tatbik etmeyin dediği ‘krediyi geri çağırma’ mevzuu kanunun âmir hükmü. Kredinin tamamının batma tehlikesi varsa bankanın harekete geçmesi şart. Aksi takdirde kanunun 160. Maddesi devreye giriyor. Bankanın yönetim kurulu üyeleri, genel müdür ve diğer yetkili mensupları ‘bankayı zarara uğrattıkları’ için 20 seneye kadar hapis cezası ile karşı karşıya kalabiliyor.
Bankalar birer anonim şirket olmakla beraber, sadece kâr elde etmek üzere kurulmuş müesseseler olarak kabul edilemez. Zira ister özel banka olsun ister kamu bankası olsun bu müesseselerin malî açıdan zorluk yaşaması sadece kendilerine değil 78 milyonun hayatına tesir etmektedir.
KANUN DEĞİŞMEDİĞİNE GÖRE…
Zimmet gibi bankanın malî durumuna doğrudan etki eden, halkın bankalara olan güven duygusunu sarsan bir suça mani olmak için kanuna caydırıcı cezalar derç edildiği unutulmamalı. Hatta bankacının işlediği zimmet suçunun cezası devlete karşı işlenen zimmet suçundan bile ağırdır.
Kanun değişmediğine göre Başbakan’ın sözlerinin hukukî açıdan yok hükmündedir. Bu şartlar altında bankacıların kendilerini ateşe atacaklarına ihtimal vermem.
Hükümet riskli yollara tevessül edeceğine krizin teşhisini doğru yapmalı. Türkiye 417 milyar dolar gibi afakî dış borça mukabil sıfırı tüketmiş vaziyette. Ekonomi yüksek kur, yüksek faiz, yüksek enflasyonla üç koldan muhasara ediliyor. Diğer tarafta en fazla gazeteciyi hapse atan ve yolsuzluk endeksinde en berbat haldekilerle aynı kümeye düşen bir ekonomiye müreffeh, demokratik ve zinde bir memleketin yardım kuvveti yollaması da beklenemez.
Aranan, beklenen kaynak mevcut siyasetten vazgeçilmedikçe gelmeyecek. Hazırı da fırsat buldukça Türkiye’yi terk edecek.
Bizzat Başbakan’ın bankalardan ‘2001 krizi tekrar etmesin diye getirilmiş düzenlemeler yokmuş gibi hareket etmesini’ talep etmesi hakikaten dehşet verici. Türkiye, keşke Başbakan’ın ifade ettiği gibi geçici bir krizle karşı karşıya olsaydı…
“Panik yapmayın.” sözü bile krizin vahametini ve hükümetteki panik halini ele veriyor.