TSK adına özeleştiri yapan Pekin, internet andıcıyla ilgili “Karargâhta bu tür evraklar hazırlanırken komutanın haberi olur.” dedi. Dursun Çiçek’in evrakı paraf için kendisine getirdiğinde, “Yine bunlarla uğraşıyorsun, başımız belaya girmesin.” dediğini ifade etti.
AK Parti iktidarının 2002’den itibaren bazı komutanlar arasında rahatsızlığa neden olduğu iddiası orduya bir kumpas mıydı? Yoksa gerçekten bir huzursuzluk var mıydı?
AK Parti gelince Silahlı Kuvvetler’in çeşitli kademelerinde rahatsızlık ve tereddütler yükselmeye başladı. İrtica geliyor filan gibi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, bu kaygıyla Edip (Başer) Paşa’yı çok yumuşak bulduğu için yerine (Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na) Aytaç Yalman’ı getirdi. Edip Paşa başörtüsü konusunda yumuşak filan diye elimine edildi. Öyle bir kadro oluştu. Hilmi Paşa, daha akıllı, daha mülayim hareket eden bir komutandı. NATO’da iki yıl kendisiyle birlikte çalıştım. Nerden ne geleceğini iyi bilen biriydi. Onun zamanında bazı şeyler yaşandı. Komuta kademesinde homurtular, hatta el altından tehditler, yönlendirmeler oldu. Ben 2003’te personel başkanıydım ve Aytaç Paşa’nın emriyle nabız yoklamak için bütün birlikleri dolaştım. Silahlı Kuvvetler’in nabzını ölçmek için. ‘Genç subaylar’ rahatsızdı, ama iktidardan değil komutanların konuşmalarından, devir teslim törenlerinde açık açık verilen mesajlardan rahatsızdı. Gitsinler, resmi görüşmelerde dile getirsinler, uluorta konuşmasınlar tepkisi vardı.
Bırakın darbe filan istemeyi, komutanlardan rahatsızlardı. Milliyet’in attığı o başlık muhtemelen bir komutanın iktidarı ikaz etmek, korkutmak için attırdığı bir başlıktı. Yoksa darbeyi 2-5 komutan yapmayacak, tabanda böyle bir hareketlilik yoktu.
Neydi o dönemde TSK’daki sorun? Subaylar nelerden rahatsızdı?
Toplumla aramızda irtibat kopukluğu vardı. Toplum bizi farklı görmeye başlamıştı. Mesela yemin törenlerinde çocukların anneleri başları örtülü diye içeri alınmıyordu. Bu bizi toplumdan koparıyordu. Ordu içinde de astlarla üstler arasında iletişim kopukluğu vardı. Erler, astsubaylar, uzmanlar, subaylar arasında hatta generaller arasında kastlar, gruplaşmalar vardı ve komuta kademelerinde bir hareketlilik söz konusuydu.
Plan semineri için önce şunu söyleyeyim. Milli Siyaset Belgesi’nde savunma ile ilgili bölüm, yani Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi’ni Genelkurmay hazırlar. Plan seminerleri dahil tüm planlar ona göre yapılır. Burada iç tehditler, dış tehditler ele alınır. İç tehditler sadece PKK, DHKP-C değil tabii, içinde dini örgütler de var. 1. Ordu’daki plan semineri de bu çerçevede yapılıyor. Orada harekât planının arkasında bir de sıkıyönetim planı var, irticai faaliyetlere karşı. Bu bölümde maksadını aşan bazı konuşmalar olduğu doğru. Hatta Çetin Doğan ‘Bu konuşmaları duyanlar darbe hazırlığı yaptığımızı sanır’ filan bile diyor. Öyle bir hazırlık olduğunu sanmıyorum ama gerçek zamanlı, gerçek şahıslarla, isimler kullanılarak plan semineri olmaz. Yanlış yanlıştır. Bir defa irtica ile ilgili planlarda kimin ne olduğunu bilmiyoruz ki. Geri bölge emniyet planlarında bilgiler polisten, jandarmadan ya da MİT’ten geliyor. Bilgiler doğru mu yanlış mı bilmiyoruz. Bunları test etme imkânımız da yok. Bu nedenle bence o seminer keşke hiç oynanmasaydı.
Plan semineri sizce askeri yargıyı ilgilendiren bir süreç midir?
Evet, askeri yargının konusuna giren bir süreçtir. Bence askeri mahkeme bu konuyu takip etmeliydi. Askeri Ceza Kanunu’na göre siyasete karışmak siyaset yapmak suçtur. Plan seminerindeki konuşmalar bu kapsamda değerlendirilmeliydi. Askeri yargı bu eylemleri kendi içinde çok rahatlıkla halledebilirdi. Özellikle olmadı, çözmediler.
Askeri mahkeme neden bu eylemlere göz yumdu?
Çünkü sicile işlenir bunlar. Terfileri doğrudan etkiler. Buna rağmen 2008’de istihbarat başkanı olduğum dönemde adli müşavir Hıfzı Çubuklu ile birlikte Yaşar Büyükanıt’a gittim. “Efendim siz 2 ay sonra ayrılacaksınız. Çok sayıda ihbar ve suç isnadı var. Bu soruşturmalara biz bakalım. Kendi içimizi kendimiz temizleyelim.” dedim. KK Komutanı İlker Paşa’ya havale etti, İlker Paşa’yla da konuştum. Bize gelen ihbarları anlattım. “Bunları biz halletmezsek başımıza patlayacak.” dedim. “Askeri yargı bu işlere baksın, dava dosyalarını biz hazırlayalım, ama kapatmak için değil. Suçlu varsa yargılayalım.” dedim ama İlker Paşa’ya kabul ettiremedim. Ergenekon başlamıştı o dönemde, Hurşit Paşa ve Şener Paşa tutuklanmıştı. Herhalde soruşturmalar sadece emekli askerlerle sınırlı kalır diye düşündü. Ama öyle olmadı.
TSK kendi içinde bir yargı süreci işletebilir miydi?
Bu imkâna sahiptik. Ben 2007’de yeniden yapılandırmak için Genelkurmay istihbarat başkanlığına getirildim. Silahlı Kuvvetler bünyesindeki hareketlenmeleri, ihbarları araştırmak için ayrı bir birim oluşturdum. Savcılıktan bize gelen binlerce evrak vardı. Bu evraklar askere ait mi, değil mi, incelemesi yaptık ama sahte midir, değil midir, bunun incelemesini yapmadık. Bu kabiliyet bizde vardı, jandarmada vardı, ama yapmadık.
Ergenekon savcıları ile bir temasınız, işbirliğiniz oldu mu?
Evet, soruşturmalar başladığı zaman savcılar bize geldi. Aslında o zaman işbirliği yapılsa süreci birlikte yönetebilirdik. Genelkurmay başkanlarının işbirliği emri vermemesi yüzünden irtibat kesildi. Kesilmese adli süreç daha sağlıklı yürüyebilirdi. Bu kadar insanın başı yanmaz, bu kadar insan eziyet çekmezdi. İlker Paşa “Biz bu işlere bulaşmayalım.” dedi. 2011’de Işık Koşaner genelkurmay başkanı olduğunda, Savcı Fikret Seçen ile tanıştım. İstanbul’da çok defalar görüş alışverişinde bulunduk. Ama devam etmedi.
İlker Paşa ‘andıçtan haberim yok’ dedi. Komutanların karargâhta hazırlanan planlarından, andıçlardan haberi olmaz mı?
Karargâhta bu tür evraklar hazırlanırken komutanın haberi olur. Mesela Taraf gazetesinde haber çıktığı vakit araştırdık ve ilgili sitelerin bizim siteler yani hareket başkanlığının siteleri olduğunu öğrendik. Zaten andıç hazırlanırken bana geldiler, Genelkurmay 2. Başkanı Iğsız Paşa’ya gittiler. Komutana arz ettiler. Herkesin haberi var. Paraf aşamasına geldi. Dursun (Çiçek) akşamüzeri bana getirdi. ‘Bak Dursun’ dedim “Yine bunlarla uğraşıyorsun, bizim başımızı belaya sokma.” dedim. “Yok, komutanım.” dedi. Ben de paraf ettim. Sonra 2 başkanda kaldı uzun süre. Bizim bazı evraklarımız genelkurmay başkanına zarf içinde gider ve öyle parafe edilir. İlker Paşa genelkurmay başkanı olduktan sonra andıçlarda genelkurmay başkanı hanesini kaldırdı. Son zamanlarda da andıçlara post-it yapıştırıyordu, uygun görürse çıkarıyordu. Kâğıdı çıkardığın zaman bir anlamı yok. Üzüldüğüm nokta şu: İlker Paşa, savcılık ifadesinde “Bu dokümanın altında imzam yok.” dedi. Yok, evet ve olamaz ki zaten. İmzayı kendisi kaldırdı. Ama bizim attığımız her türlü imza onun adına. Zaten Dursun’un ıslak imza olayı ortaya çıkınca yürürlüğe de girmedi. O andıçla site açılmadı.
Direnirse Özel Paşa’yı da paralel ilan ederler
Ergenekon ve Balyoz davalarının TSK’yı zayıflattığı ileri sürülüyor. Sizce asker, güç kaybettiği için mi sessiz kalıyor?
Hayır, hayır asker çok zayıflatıldığı için sesi çıkmıyor filan değil. Asker eski komutanlara göre sessiz. Bağırıp çağırmıyor. Asarız keseriz demiyor ama resmi toplantılarda gereken şeyleri söylüyor. Olması gereken zaten bu… Asker fiilen yasal çerçevede söylenmesi gerekeni söylüyor. Mesela gündemde bir paralel davası mı var? Asker diyor ki “Tamam belge varsa, delil varsa gereğini yapayım. Ama yoksa yapamam.” diyor. Birkaç ay önce gündeme geldi. MİT’ten gelen ihbarlar vardı. Şimdi iktidar yaklaşık 1000 kişinin atılmasını istiyor. Genelkurmay ise “Bakın daha önce bu konularda hatalar yaptık. Bu personelin çoğu hakkında doğru dürüst belge ve bilgi yok. Sadece ihbar mektubu var. Bunlarla bu personeli atarsak, büyük bir tasfiye yapmış oluruz. İçinde generaller var.” diyerek ihtiyatlı davranıyor.
Tasfiye açıklamasını bugüne kadar kararlara muhalefet şerhi koyan hükümet yaptı. Bunun nedeni askerlerin tasfiyelere karşı çıkması mı?
Savunma bakanı açıklama yapmak durumunda kaldı, çünkü genelkurmay direniyor. O açıklama cumhurbaşkanının zorlamasıyla yapılmış gibi. Bunu topluma da yaydılar. Muhtemelen genelkurmay başkanı da bu nedenle rapor aldı. Baskıya karşı çıktığı için. Ağustosa bu tasfiye olabilir. Çünkü bu iş iddialaşmaya dönüşmüş durumda. Genelkurmay ‘delil yok’ diyor. Çünkü soruşturmayı yürüten genelkurmay askeri savcısı… Ama Cumhurbaşkanlığı ve MİT ısrar ediyor. Personelin güvenlik soruşturmasını da MİT yapıyor. Genelkurmay başkanı direnirse genelkurmay başkanının da adını paralelciye çıkarırlar. Ülkeyi o hale getirdiler.
TSK mensupları ile ilgili güvenlik soruşturmasını MİT’in yapması doğru mu? Güvenilir olmayabilir. Mesela şöyle şeyler geldi bize. Çocuk subay olacak, güvenlik soruşturmasını yapan personel gitmiş çocuğun babasına sormuşlar. Bize şikâyet geldi. Bu nasıl olur diye… Yapacak bir şey yok. Yetki onlara verilmiş.
Askerî yargı, işbirliği yapsa Ergenekon süreci ne olurdu?
17-25 Aralık süreci siyasette dramatik bir kırılmaya neden oldu. İktidar, askeri vesayete karşı yürütülen Ergenekon, Balyoz gibi davalarının TSK içinde illegal yapılanma ve darbe girişimleri değil ‘milli orduya kumpas’ olduğunu ilan etti. Ardından, Yargıtay’da onanan davalar bile yeniden görüldü, sanıklar tahliye edildi. Yargılama sürecinde vahim hukuk hataları yapılmadı mı? Şüphesiz ki yapıldı. Sonuçta Türkiye, cunta girişimlerinden hesap sormayı beceremedi. Bu süreçte kendisi de internet andıcı davasında tutuklanan eski Genelkurmay İstihbarat başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ile Ergenekon sürecinde neler yaşandığını, TSK’nın yargılamalara nasıl yaklaştığını konuştuk. Pekin, alışılmadık bir açık sözlülükle süreci anlattı, TSK adına özeleştiri yaptı.