Kronos'ta yer alan haber şöyle:
Tahir Elçi’nin 49 yıllık hayatı Kürtlerin yaşadığı dramların bir özeti adeta. 3 yıl önce faili hala ‘meçhul’ bir kurşunla son bulan yaşamı, her türlü zulme karşı duran, teslim olmayan, adalet yolunda gerekirse canını veren bir mazlumlar avukatının portresidir bir anlamda.
Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı törenle son yolculuğuna uğurlanan Elçi, gözyaşları içinde toprağa verilirken, acılı eşi, “Ensesinden vuruldu, ağzındaki zeytin dalı düşürüldü.” diye feryat etmişti.
Aradan geçen 3 yıl sonra Tahir Elçi suikasti ile ilgili somut bir netice hala yok.
Katledilmeden önce, Tahir Elçi’ye 10 Eylül 2015’te yargılandığı bir davada beraat kararı veren, kendisi de 11 Eylül 2015’te ihraç edilen eski hakim Ramazan Güzel o dönemin atmosferini ve bu güne kadarki süreçteki ihmalleri ve yaşananları Kronos‘a değerlendirdi.
İşte, duygularını, “O vurulmadan az önce de ülkeyi terk etmiştim. Keşke kendisine şunu deme cesareti gösterebilseydim: Başkan, gel gidelim buradan, bizi yaşatmazlar!” sözleriyle ifade eden Güzel’in cevapları:
-Tahir Elçi’ye son beraat kararını veren hakimsiniz. Önünüze gelen dosyada Elçi ne ile suçlanıyordu?
-Diyarbakır Barosu yönetiminin ”CMK görevlendirmelerine dair görev ihmali” iddiası ile..
-Kararı verirken hukuki argümanlarınız ve vicdani kanaatiniz neydi? Aradan geçen yıllardan sonra ne düşünüyorsunuz?
-Dava dosyasına baktığımda bir suç kastı görememiştim. Fakat mahkeme üzerindeki baskı, kendisi hakkında bir ceza istendiği yönünde idi. Bu tür davalarda özellikle beni ileri sürmelerinde de açıkçası sonradan art niyet görmüştüm. Kobani Eylemleri’nde de ısrarla beni Nöbetçi Sulh Ceza Hakimi olarak görevlendirmişler ve o dönemlerde mahkememi nöbetçi yazmışlardı, bayramlaşmaya bile gidememiştim. Elçi ve Arkadaşlarının davasında da hakeza.. Önceden fişledikleri benim gibi bir yargı mensubuna cezalar verdirip sonra bunu manipüle etmek istemişlerdi. Aksi karar halinde ise ”PKK ile işbirliği içinde” yaftası üreteceklerdi.. Ama ben karar verirken, hiç bir mülahaza içine girmedim, sadece işimi yapmaya baktım, hukuk ne diyorsa onu yaptım. Şimdi bakıyorum da, iyi ki de öyle yapmışım. Başım dik, alnım açık. Beni herkesten önce atmış oldular ama ben yoluma baktım, utanacak bir şeye de imza atmamış oldum. İhracımdan sonra bolca okuma fırsatı bulduğum, yaşadıklarını iliklerime kadar içselleştirebildiğim Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“Biz kuşlara emanet ettik yüreğimizi;
kendi vicdanında özgür
Kendi gökyüzünde göçebe.”
-Tahir Elçi’ye beraat verdikten sonraki süreci özetler misiniz?
-“PKK Terör örgütüne dair terör propagandası yapmakla” suçlanırken hakkında beraat kararı verdiğim Hollandalı gazeteci Frederika Geerding, 6 Eylül’de Yüksekova’da gözaltına alındı, (Aynı gece “Beraat kararı verenlere de gereğinin yapılacağı” şeklinde bir tehdit mesajı aldım),
9 Eylül’de Geerdink hakkında “sınırdışı edilme” kararı alındı,
10 Eylül 2015 Perşembe- Tahir Elçi ve Diyarbakır Barosu yönetiminin yargılandığı davanın son celsesinde beraat kararı verdim ve de aynı gün benim için ihraç süreci başlatıldı.
Nihayet 11 Eylül Cuma günü mesai bitimine yarım saat kala odam basıldı, hakimlik kimliğime/ bilgisayarıma/ ‘e-imza’ma el konuldu ve ihraç oldum
İhracımdan 2,5 ay sonra, görev yaptığım adliyenin 10 dakika yürüme mesafesindeki, öğlen aralarında bazen ciğer yemeye gittiğimiz yerde, Sn. Elçi’yi infaz ettiler.
Kalsaydım, muhtemelen akıbetim Rahmetli Elçi gibi olacaktı… Evet, Elçi’yi öldürdüler, ben dahil mahkemedeki hemen herkesi ihraç ettiler, o gazeteciyi de sınır dışı ettiler. Dümen sularına gitmeyeceği düşünülen 4 binden fazla yargı mensubu da ihraç ve çoğu da hapiste… Ve şimdi meydan onların. Ellerinizde boya küpü, istediğinize kara çalabilirler artık, kim dur diyebilir ki?
-Elçi’nin suikastle sonuçlanan mücadelesi hakkında ne söylersiniz?
-Tahir Elçi’nin katli ile AİHM başvuruları arasında da ciddi bir korelasyon bulunmakta.. Binaenaleyh, Tahir Elçi’nin öldürülme sebebini anlamak için, -akademisyen Kerem Altıparmak’ın da hatırlattığı gibi- Tahir Elçi’nin AİHM’e taşıdığı davalara bakmalı.
Tahir Elçi ki, Türkiye’deki mahkemelerde adalete ulaşamayan mağdurlarla ilgili de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne birçok başvuru yapmış ve çoğunu da kazanmıştı:
Yaşam hakkı, işkence yasağı, etkin soruşturma hakkı, adil yargılanma hakkı, gözaltında kaybedilenler, yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, gözaltında işkence, mayın patlaması gibi birçok hak ihlalinde mağdurlar ve aileleri için adalet mücadelesi..
Elçi’nin AİHM’de kazandığı bazı davaları listesine bakarsanız, ne demek istediğimi, dolayısıyla da neden öldürülmüş olabileceğini anlarsınız:
Türkiye’nin Irak sınırına yakın bölgesinden yiyecek, çay, sigara alıp, bunları Cizre’ye yakın ilçe ve başka yerleşim birimlerinde satan Abdulaziz Gasyak, Süleyman Gasyak, Yahya Akman ve Ömer Candoruk’un gözaltında kaybedilmesi davası: 6 Mart 1994’te kaçırılmışlar, 8 Mart’ta cesetleri, başları taşlarla ezilmiş olarak toprağın altında taşlarla örtülü şekilde bulunmuştu.. Öldürülenlerin ailelerinin avukatı Elçi olayı AİHM’e taşımış ve AİHM 13 Ekim 2009’da karara bağlamış, Türkiye’nin, yaşam hakkını içeren AİHS’in 2. maddesini ihlal ettiğine karar vererek tazminata hükmetmişti.
Şırnak’ın Kumçatı ve Koçağlı köyleri, 26 Mart 1994’te savaş uçaklarıyla bombalanmış, 2006’da köylüler AİHM’e başvuru yapmış, AİHM 12 Kasım 2013’te kararını açıklamış ve de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “yaşam hakkını ihlali” düzenleyen 2. Maddesinden Türkiye suçlu bulunmuştu. “Etkin soruşturma yapılmadığı” gerekçesiyle de mahkumiyet verilirken, AİHS m 3 ve 38’den de hüküm kurulmuştu. Bu davanın vekili yine Elçi idi..
Rahmetli Elçi, aynı zamanda DGMleri AİHM nezdinde mahkum ettirmiş birisidir de.. Abdülcelil İmret, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Yönetim Kurulu üyesi ve İnsan Hakları Örgütü Batman Şubesi üyesiyken, 16 Ocak 1998’de PKK’ye yönelik soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, Batman Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi binasına götürülmüş ve akabinde bir dizi hukuksuzluklar yaşanmıştı.
İmret, yargılama sırasında verdiği ifadede de gözaltında verdiği ifadeyi reddetmesine rağmen Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) 29 Aralık 1998’deki kararıyla, dönemin Türk Ceza Kanunu’nun 169. maddesi ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi gereğince İmret’e “örgütüne yardım ve yataklık” suçundan üç yıl dokuz ay hapis cezası vermiş, Yargıtay da hükmü onamıştı.
Tahir Elçi de vekili olarak AİHM’e başvurmuş, İmret’in yedi gün gözaltında tutularak AİHS’in 5/3 maddesi uyarınca derhal hakim karşısına çıkarılmadığını, avukatsız ifadesinin alındığını belirtmişti. Ayrıca AİHS’in 6/1 maddesi uyarınca da bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanmadığını ileri sürmüş, AİHM de Elçi’nin bu başvurusunu haklı bulup Türkiye’yi 4 bin 250 Euro tazminata mahkum ettirmişti..
Örnekleri böyle uzatıp gidebiliriz.. ama maksat hasıl olmuştur sanırım… Yani zamanında o, derin devletin adamlarının nasırına çok basmış, maskelerini düşürmüş ve şimşekleri üzerine çekmişti. Bu yapı ile birlikte kurgulanan faşizan bir yönetim için, kendilerine ileride pürüz çıkarabilecek, AİHM gibi uluslararası kurum ve kuruluşlarda kendilerini zora sokabilecek kimselerin ortadan kaldırılması gerekiyordu ve yaptılar da!
-Sürecin sonunda siz de Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldınız? Geriye dönüp baktığınızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
-Çok zor bir soru. İhracımdan sonra zemberek öyle bir boşaldı, o kadar yoğun şeyler yaşadım ki.. Hem şahsım, hem dostlarım, hem ailem adına.. Size bunları anlatmam çok zor.
Seneca’nın “Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir” sözünün edebiyat olsun diye söylenmediğini, bunu derinlemesine yaşayanların söyleyecek sözü kalmadığı için, onlar adına zorunlu söylendiğini idrak ettim. Ama içiniz kor gibi yanarken susmak da acıların en beteri, F. Garcia Lorca’nın da belirttiği gibi..
İhracımdan sonra yurtdışına çıktım ve 10 ay sonra da 15 Temmuz kurmaca darbesi yaşandı, daha darbeci komutanlar bile belli değilken bir anda yüz binlerce insan suçlandı, 5 bine yakın yargı mensubu atıldı.. Sonra dalga dalga her meslekten, her kesimden insana kıyıldı.. ve halen de devam ediyor.
İnsan, öyle bir varlık ki, hissetmesi için mesafe olarak bir yakınlığın/ bir aidiyetin olması gerekmiyor.. Her bir acı içinizde iz bırakıyor. Yeri geliyor, bunları ifade etmek istiyorsunuz.. Bu süreçte Avrupalı ve Batılı hukuk kuruluşların olaya pasif yaklaşımı beni derinden üzdü.. Halkımın duyarsızlığı, hatta yer yer bu zulümlere tempo tutması çok yaraladı beni.
-Sizin gibi 4500 hakim ve savcı meslekten atıldı? Avukatlar tutuklandı ve baskı altında. Bunun yargı süreçlerine ve Türkiye’nin demokrasi yolculuğuna etkisi yakın ve uzun vadede nasıl olur?
-‘Kontrollü bir yıkım’ yaşanıyor Türkiye’de. ABD’de saldırıdan sonra İkiz Kulelerin yıkımına baktığınızda, seri olarak katlarda kontrollü bir yıkımın yaşandığını ve koca gökdelenin adeta toza dönüştüğünü görmüştük. Dolayısıyla da binanın yıkılacak bir yeri dahi kalmamış, külleri havaya savrulmuştu.
Türkiye’de de ülkenin kurumları; adliyesinden askeriyesine kontrollü bir şekilde indiriliyor. Bu işte de Adliye, bir manivela gibi kullanılıyor. “adalet” ki “mülkün temeli”. O temel yıkılınca zaten bina kendiliğinden gidiyormuş, yaşayarak gördük.
Yargılamayı, savunmayı yıktılar. Toplumdaki adalet duygusunu iğdiş ettiler. Toplumlar, halklar arasındaki bütün harçları, bağları un ufak ettiler. Dindarı laike, Türkü, Kürde kırdırdılar.
Ülke, derin bir cerrahi operasyon geçiriyor. Bazı organları sökülüp alınacak, parçalanacak, belli.. Birilerine söz verilmiş.
Nazım’ın “Kerem gibi” şiirinde dediği gibi: “Hava kurşun gibi ağır!” Vicdan sahipleri, feraset sahipleri: “Bağır bağır bağır bağırıyor”… “Hava toprak gibi gebe” acaba burdan ne çıkar, bilemiyorum. Ama burada işte böyle “kurşun eritmeye çalışıyoruz” bitevi..
Başta ailemden, sülalemden birileri olmak üzere: “Ne konuşup duruyorsun orada, sıkıysa gel burada konuşsana!” diyorlar.. Onlara dediğim gibi, “Konuşmak için buradayım ya zaten!” İnsiyatif sahibi herkesi de konuşmaya, birbirini anlamaya çağırıyorum
KRONOS HABER