Hizmet erleri -yedikleri tekmelere rağmen- yeni okullar açıyor, açılımlar yapıyorlar!..
*Mazlumiyet ve mağduriyetler karşısında katiyen sarsıntı yaşamamak ve asla paniklememek lazım. Tekme yemeler olabilir; M. Âkif de “…tekme yerim, çifte yerim” diyor. Şimdiye kadar tekme yemedik hizmet insanı da olmamıştır; hep tekme yemişlerdir, çifte yemişlerdir. Fakat sarsılmayanlar ve yerinde duranlar kazanmış; tekme ve çifte atanlar da kaybetmişlerdir.
*Onun için, değişik vesilelerle ifade etmeye çalıştığım gibi, bugüne kadar hizmetimizi kaç vitesle götürüyor idiysek, şimdi onu ikiye katlamamız lazım. Zaten bu işe gönül vermiş arkadaşlar bunu yapıyorlar. Onlar mesajlarını öteden almışlar, bizden değil; Allah ile irtibat sayesinde, sanki Cenâb-ı Hak onlara ışık tutuyor, onlar da o yolda yürüyorlar. Sürekli okulların sayısını arttırıyorlar, yeni üniversiteler açıyorlar.
Allah’la irtibatın gücünü bilemeyenler, adanmış ruhları korkutabileceklerini zannettiler!..
*Aslında böyle krizli gibi görünen her dönemde hep böyle olmuştur. Az geriye doğru giden insanlar 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı,12 Eylül’ü ve 28 Şubat’ı da hatırlarlar. O dönemde de aynı yaveler minarelerin başından ilan edilir gibi medya yoluyla ilan edildi. Birileri bütün güç ve kuvvetlerini sizi sarsmak ve dağıtmak için kullandılar. İmkânları elinizden almak ve sizi panikletmek istediler. “Korkutursak millet bunlardan kopar, bizim yanımıza gelir.” dediler. Korkmamaya karar vermiş insanların hiçbir zaman korkmayacaklarını düşünemediler, bilemediler ve bilemezlerdi de!.. Çünkü o ruh haletini taşımıyorlardı!.. Çünkü Allah ile irtibatın insana çok önemli bir enerji kaynağı olduğunu bilemiyorlardı! Hazreti Rasûl-i Zîşân ile irtibatın mü’minde nasıl bir metafizik gerilim hâsıl ettiğini bilemiyorlardı!..
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni Bamteli sohbeti: Hizmet Mevsimleri ve Himmet Meyveleri | Samanyolu Haber
*Son maruz kalınan zulümler, bu işe dilbeste olmuş insanlarda o metafizik gerilimi biraz daha artırdı. Arkadaşlar daha bir kenetlendiler Allah’ın izni ve inayetiyle. Daha bir birleşme oldu ve bu, olanın üstünde bir sinerji hâsıl etti. Bugüne kadar Cenâb-ı Hak sizde o metafizik gerilimi muhafaza buyurdu.
*Öyleyse, bundan sonra da hiç sarsılmadan, bir küheylan gibi koşmaya bakmalıyız. Ana yurdumuzda olan ve dünyanın değişik yerlerinde bulunan arkadaşlarımızla hepimiz, vites yükseltmeli ve düne kadar yapageldiğimiz hizmetlerimizi katlayarak sürdürmeliyiz.
Bir gayeye gönül vermiş insanlar dünyayı ellerinin tersiyle iter ve dönüp ona bakmayı Allah’a karşı terbiyesizlik bilirler!..
*Hizmet adına neyimiz vardı bizim? Okul faaliyetlerimiz vardı. Toplumun değişik kesimleri arasında “diyalog” münasebetlerimiz vardı! Herkesin ayağına gidiyor, herkesi ziyaret ediyor, herkesin çayını içiyor, herkese çay içiriyorduk; bir yönüyle sarsılmış, kırılmış, örselenmiş o uhuvvet ruhunu ihya etmeye çalışıyorduk. Hiçbir şey olmamış gibi bunu yeniden devam ettirmemiz lazım!
*Evet, o beşerî münasebetleri engin bir gönül şefkatiyle yeniden ihya etmek lazım. Mefkûre insanına, gaye-i hayal insanına düşen şey budur. Onlar yüksek bir gayeye dilbeste olmuşlardır. Dünyevî saltanat ve debdebeyi ellerinin tersiyle itmişlerdir. Saraylarla, yatlarla, yalılarla karşılarına çıksanız bile, onlar sağda solda ırgatlık yapmak suretiyle ruhlarının âbidesini ikâme etmekten başka bir şey düşünmezler. Mefkûrelerinden başka bir şey düşünmeyi kendilerine karşı saygısızlık sayarlar. Allah’a karşı terbiyesizlik sayarlar. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a karşı da edepsizlik sayarlar.
*Mefkûre insanları hep dik dururlar. Dünyaya ait şeyleri dünya kadar kabul ederler. “Tatmaya izin var, doymaya yok!” diyen Hazreti Pîr-i Mugân’ın “Dünya lezzetleri zehirli bala benzer, lezzeti nispetinde elemi de vardır.” sözünü hep hatırda tutarlar.
*Yine hizmet adına okul mu açıyordunuz? Şimdiye kadar ne kadar okulunuz vardı? “Şu önümüzdeki iki-üç sene içinde bunun on katını yapalım Allah’ın izni ve inayetiyle!..” Mefkûre erleri hiç tereddüt etmeden böyle düşünürler.
Zaman ve Bugün gibi doğrunun sesi soluğu medya organları mutlaka desteklenmeli!..
*Zaman Gazetesi, ilk basıldığında on beş bin mi basmıştı, 20 bin mi basmıştı?!. Zamanla bir milyonu aştı. Belki son tahribat ve kırılmalardan dolayı mesele ona da aksetti. Ama ben bu işe sahip çıkan kardeşlerime öyle inanıyorum ki, bunlar abone yapma döneminde her şeyi bırakırlar, o kampanya mevsiminde bu iş için küheylan gibi koşarlar; bugüne kadar bir yapıyorlarsa, bundan sonra on yaparlar. Bir-iki fasıl onu indirmeye mukabil, olduğunun bir-iki fasıl üstüne çıkarırlar. Zaman’ı ve Bugün Gazetesi’ni…
*Bu, diğerlerinin aleyhinde olmak demek değildir; “Falandan kopun bize gelin” demek değildir. Dünya kadar doğruyu, hakkı, hakikati, adaleti, evrensel insanî değerleri öğrenmeye iştiyak duyan insan vardır. Kahve, lokal ve pastanelerde bunlara ihtiyacı olan bir hayli insan vardır. Her bir arkadaşımız bunları bularak, bunu bir manevî cihat sayarak doğruların duyurulmasına yardımcı olmalıdır! Günümüzün cihadı budur!.. Doğru düşüncenin, doğru yorumun; birleştirici düşüncenin, birleştirici felsefenin toplumun her kesimine yayılması için, bunun mutlaka katlanarak devam etmesi lazımdır.
Derdimiz falanı filanı çatlatmak değil, doğrunun herkes tarafından duyulmasını sağlamaktır.
*Eldeki mevcut müesseseler bu zelzelede hiçbir şey olmamış gibi katlanarak devam etmeli. Birilerinin bir “yıkma fâsid dairesi”ne karşılık bir “yapma salih dairesi” oluşturmalı, doğurgan döngü düşüncesi oluşturmalı. Bu falanı filanı çatlatmaya mâtuf değil; yapılması gerekli olan şeyi hâlisâne yapmaya mâtuf. Falanın filanın çatlaması, mağlubiyet yaşaması, hezimetin inkisarıyla inlemesi gibi bir derdimiz, bir problemimiz yok. İsteğimiz sadece doğrunun herkes tarafından duyulması; yalan ve iftiraya meydan verilmemesi; ırz, namus ve haysiyetle oynanmaması; oynayanlara karşı her yerde minarelerden yükselen ezanlar gibi doğru sesin duyulması. Evet, her tarafta o doğruluğun, o istikametin ve o sadâkatin sesi duyulmalı.
*İnsanlar, yamuk yumuk şeylerin yanında doğruyu da duymalılar. Allah, insanı ehl-i insaf olarak yaratmıştır. İnsan, bir kere yanılır, iki kere yanılır; bir delikten bir kere ısırılır, çok hüsnüzan eder ve hüsnüzannına yenik düşerse, bir kere daha ısırılır, bir kere daha ısırılır; fakat mü’minin ilelebet ısırılması söz konusu değildir. Nihayet o ikide, üçte, dörtte kendine gelir, toparlanır, “Doğru buymuş!” der, “Şu âna kadar dinlediklerim de sadece lakırdıdan, kezibden, iftiradan, gıybetten, isnattan, tasalluttan, tagallüpten, tahakkümden, tahkirden, tezyiften, ta’yibten, tağyirden, tehcirden ibaretmiş!” der ve döner Allah’ın izni ve inayetiyle.
Doğrulara tercüman olan medyaya hava kadar, su kadar ihtiyaç var!..
*Her mevsimin ayrı bir hizmeti vardır. Bir mevsim üniversiteye hazırlık kursları için çalışmalı! Bir mevsim okullara talebe kaydı için çalışmalı. Şayet bir mevsimde de gazetelerinizin ve mecmualarınızın halka tanıtılması, abonelerin yenilenmesi, mevcut olan abonelerin katlanması söz konusu ise, o zaman onun katlanması için bizim de himmetimizi, gayretimizi ve hızımızı katlayıp o işe yoğunlaşmamız lazım.
*Parçalanmış toplumun, dağılmış efkârın, kirlenmiş duygu ve düşüncelerin, doğru sese, doğru soluğa ihtiyacı var.. oksijen kadar ihtiyacı var, hava kadar ihtiyacı var, su kadar ihtiyacı var!.. Onun için, Allah’ın izni ve inayetiyle sıkın dişinizi; bir buçuk milyon yapın onu (Zaman’ın tirajını); gelecek sene de iki milyon yapın. Bu arada, diğerlerini de kendi konumlarında kabul edin. Herkesin konumuna saygılı olan, muvazene unsuru böyle bir yayın organına ihtiyaç vardır. Yalan söylemeyen, iftira etmeyen, gıybete bühtana girmeyen, başkalarını karalamaya matuf dünyalar inşa etmeye çalışmayan böyle yayın organlarına, havaya, suya ihtiyaç duyulduğu gibi bir ihtiyaç bulunduğu kanaatindeyim. Siz de bunu yapmaya teşne bulunuyorsunuz.
*Duamda hep şöyle demişimdir: Cenâb-ı Hak Anadolu’da Anadolu ruhunu bir âbide şeklinde ikâme buyursun; onu ikâme ettiği günün ikindisinde de benim canımı alsın, onu görmeyeyim ve ben unutulayım. Hiç kimse “Bu adamın da bu işin içinde bir payı vardı!” demesin. Karakterim bu!..
Hak Nezdinde Makbul İki Dua
*Evet, her işin bir mevsimi vardır. Mevsimler rantabl olarak değerlendirilmelidir. Anadolu insanının ruhunun abidesini, ruh ve mana köklerimizi yeniden ikâme etmek için buna ihtiyaç var. Her mevsimde ne yapılıyorsa, ne yapmak icap ediyorsa şayet, onun üzerinde yoğunlaşarak, konsantre olarak, bütün himmetimizi ona sarf etmemiz lazım.
*Bu, Allah’a karşı fiilen sunulmuş öyle icâbete şayeste bir duadır ki, Allah böyle duaları hiçbir zaman geriye çevirmemiş, bu yolda yürüyenleri de hiçbir zaman yolda bırakmamıştır. Hani bir Türk atasözü vardır: “Dede, himmet!” demiş; “Oğul, hizmet!” demiş. Eğer himmet bekliyorsanız, inayet bekliyorsanız, riayet bekliyorsanız, bilesiniz ki, mele-i âlânın sakinlerince sizden beklenen de hizmettir. Bu açıdan da sizi hiçbir şey yıldırmamalı!..
*Geriye çevrilmeyecek dualardan biri de âlem-i İslam’ın her tarafının kan seylaplarıyla dopdolu olup taştığı bu dönemde ızdırar ruh hali içinde ızdırap ve hüzün yudumlamaktır. Hal-i hazırda dünyanın değişik yerlerinde kan seylapları birer kütük gibi insanları önüne katıp sürükleyip götürüyor. İnsanın bu korkunç hadiseler karşısında duyarsızlığı, onun nezd-i ulûhiyette kıymetsizliğini ifade eder. Müslümanların dertlerini dert edinmeyen ve paylaşmayan onlardan değildir; yani -açıkça- Müslüman değildir.
*Mefhum-u muhalifi: Bir kimse Müslümanların dertlerini paylaşıyorsa, acılarını içinde duyuyorsa, ızdıraplarına gözyaşı döküyorsa ve yıkılan her şey onun içinde de bazı şeylerin yıkılması şeklinde kendisini hissettiriyorsa, işte o, Müslümanlardandır. Arkadaşlarımızın bu çizgide Müslüman olduğunda şüphem yok; fakat bizim her zaman bu istikamette teyid ve rehabilitasyona ihtiyacımız vardır.
Mefkûre kahramanları, her mevsim farklı bir ürün veren kelime-i tayyibe veya bereketli ağaç gibidir!..
*Mefkûre insanları, birer kelime-i tayyibe gibi her mevsim farklı bir ürün/meyve vermesini bilmelidirler. Cenâb-ı Hak, İbrahim Suresi’nde şöyle buyurur:
“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz (kelime-i tayyibe), kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.” (İbrahim, 14/24-25)
*“Kelime”yi, ağzınızdan çıkan bir söz, davranış olarak ortaya koyduğunuz bir tavır, arkada bıraktığınız bir eser, sebebiyet verdiğiniz olumlu veya olumsuz bir şey şeklinde şümullü anlamak lazım. “Habis kelime”nin misali, yeryüzünün derinliklerine doğru kök salmadığından sürekli oynayıp duran, değişik fırtınalar karşısında savrulan ve hatta devrilen ağaç gibidir. Yeryüzünde onun için hiç karar yoktur. Güzel kelimenin misali ise, tertemiz, kendisine güve musallat olmamış, küfe maruz kalmamış, yerin derinliklerine doğru kök salmış, sabitkadem, dimdik, yukarılara doğru ser çekmiş bir ağaç gibidir.
*Madem mü’min de bir Allah kelimesidir; o da işte öyle güzel bir ağaç gibi olmalı ve her mevsimde o mevsime göre bir kısım meyveler vermelidir. Öbür tarafta Cenâb-ı Hakk’ın inayet elinin damlayı derya, zerreyi güneş yapıp iade etmesi için burada her mevsimi en iyi şekilde değerlendirmelidir.