Nâm-ı Celîl-i Muhammedî’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem), nâm-ı Celîl-i İlâhî’nin şehbal açmasını; Hazreti Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali mirasının bir bayrak halinde dalgalanmasını devam ettirmek lazım. O bayrağın indirilmemesini sağlamak için -bence- cansiperane o mevzuda mücadele etmek lazım, cansiperane. Kaba kuvvete başvurmadan, terörün en küçüğüne “Evet!” demeden… Ama o mevzuda öldürürlerse, ezerlerse, bir işkence ederlerse şayet, cân u gönülden, Ashâb-ı Uhdûd gibi, hepsine katlanarak… Çukurlara atsınlar.. mezarlar kazsın dursunlar.. mezarları “mel’un mezar” ilan etsinler… Bunların hiç birine aldırmadan, “Allah’a iman, Allah’ı bilmek bize yeter! Muhabbetullah bize yeter! Marifetullah bize yeter! Aşk u iştiyak bize yeter! Likâullah’a iştiyak bize yeter!..” deyip, durmadan, atı mahmuzluyor gibi mahmuzlayıp veya bir üveyik gibi kanat açıp enginliklere açılıyor gibi sürekli, enginliklere açılmak, “Daha, daha, daha!..” deyip bir “Hel min mezîd” kahramanı gibi, nâmının ulaşmadığı her yere Nâm-ı Celîl-i Nebevî’yi ulaştırmak lazım. Huzuruna gittiğimiz zaman, “Soluklarımız o kadarına yetiyordu yâ Rasûlallah!” diyecek kadar… “Bir yerde kalbimiz durdu, soluklarımız da bitti; biz de orada döküldük, biçildik; başaklar gibi biçildik!.. Ama Sen de biliyorsun ki, Allah da biliyor ki, sonuna kadar nâm-ı Celîl-i Nebevî’ni cihanın dört bir yanına ulaştırma azmi içindeydik!..” O Cân’a (sallallâhu aleyhi ve sellem), o nâm-ı Celîl-i Nebevî’ye binlerce canımız kurban olsun!.. Ondan başka bir derdimiz, bir davamız olmadı!