Fethullah Gülen Hocaefendi,Herjul.org internet sitesinde yayınlanan haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi:
Allah’ın gücü ve kuvveti, her şeye yeter. “Hakk tecelli eyleyince, her işi âsân eder / Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.” Tefviznâme’yi hepiniz bilirsiniz: “Hak şerleri hayreyler / Sen, sanma ki gayreyler / Ârif, anı seyreyler / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler. // Hakk’ın olıcak işler / Boştur gam u teşvişler / Ol, istediğini işler / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler. // Deme ‘Bu niçin böyle?’ / Yerindedir ol öyle / Var sonunu seyreyle / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”
“Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
O kadarı gelmiş-geçmiş ki, ilk insandan günümüze kadar… Zamanın farklılığı ve konjonktürün farklılaştırmasıyla, “ayniyet” çizgisinde değil “misliyet” çizgisinde cereyan ededurmuş her şey ve bütün olumsuzluklar. Bir de bakmışsınız, bu olumsuzlukların yerini bu defa olumlular alıyor; olumsuzluklar fâsit dairesini (kısır döngüsünü) olumlular sâlih dâiresi (doğurgan döngüsü) takip ediyor.
Başkaları da kullanmış mı; Hazreti Pîr-i Mugân, şem-i tâbân, ziya-ı himmet onlardan mı almış?!. Diyor ki: “Her gecenin bir neharı, her kışın bir baharı vardır!” (Rus polisinin “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.” demesi üzerine, bu sözle ona mukabele ediyor: “Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”)
Ortalığı kar kaplayınca, me’yûs olmayın, “Kar, buz, filan!” diye; çünkü onları hep “nevbahar”lar takip etmiştir. Bütün şom ağızlar bir araya gelse, bir şom ağız korosu oluştursalar, “Baharın gelmesine ben müsaade etmeyeceğim!” deseler, baharı getirecek Kudret-i Kâhire (celle celâluhu), İrade-i Sübhâniyesi ile onların ağızlarına bir şamar indirecek, yine baharı getirecektir. Bahardan sonra da yaz olacak, güller açacak, bülbüller şakıyacak, Allah’ın izniyle; yarasalar inlerine sığınacaklar, saksağanlar da hadlerini bilip gül dalından inecek ve dikenlerin dibinde kuytulara sinecekler.. inecek ve sinecekler. Şu üst üste aysberglerin istilasına uğradığınız dönemde, hiç umulmadık şekilde onların tuz-buz olup eriyeceklerine inanabilirsiniz.
Bu arada, hırçınlıklar ve huşunetler, kime karşı kullanılıyorsa, onlarda muvakkaten bir üzüntü meydana getiriyordur ve getirmesi de tabiidir. Çok iyi bildiğiniz İzzet Molla’nın iki mısraı ile ifade edeyim, az üzülmenizin tabii olduğunu: “Ben usanmam -gözümün nuru- cefadan, amma / Ne de olmasa, cefadan usanır, candır bu!” Tekme yiyeceksiniz, tokat yiyeceksiniz ama yüzünüz kızarmayacak veya sarsılmayacaksınız; olacak şey değil bu. Çınar bile olsanız, bir tekme vurulduğu zaman, bir ihtizaz yaşayacaksınız, bir titremeye maruz kalacaksınız.
Maruz kaldığınız musibetler vesilesiyle hâsıl olan evrensel merakı, davanızın evrenselliğini anlatıp tanıtma yolunda çok iyi değerlendirmelisiniz!..
Amma, zannediyorum, tepenize inen her balyoz, sırtınıza inen her tekme, sizdeki immün sistemini güçlendirecek; sizi yeni yeni stratejilere sevk edecek. Meselenin bir dünya meselesi olduğunu daha iyi anlayacaksınız, bütün alternatifleriyle. Öylesine duyulmayı, üzerinize mercek konulmasını ve “Ne imiş bunlar?!.” falan diye insanlardaki bir taharrî (araştırma) hissinin uyanmasını, kendinizi pozitif olarak anlatmak suretiyle değerlendireceksiniz. Allah’ın murad-ı Sübhânîsine uygun bir yolda yürümüş olacak ve İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) “bişâretlendirdiği” -böyle hiç kullanılmamış bu tabir- bişâretini verdiği “Benim nâmım güneşin doğup-battığı her yere ulaşacaktır!” gaye-i hayalini gerçekleştirmeye çalışacaksınız.
Bugün, güneşin doğup-battığı hemen her yerde, “Yahu bunlar ne imiş, kimmiş bu insanlar?” diyorlar. Bazıları “Hareket” diyorlar, bazıları da “Câmia”. Câmia’dan rahatsız olan, “câmia” alerjisi olan insan da var. O, polen alerjisinden daha kötüdür, onun tedavisi yok. Evet, böyle alerjisi olan insanlar, alerji olacaklar; rahatsızlık duyacak ve kaşınıp duracaklar ama kaşınmaları ile kalacaklar, Allah’ın izniyle. Madem o merak, çok ciddi bir merak, o tabir de kullanılmamış, “evrensel merak”; size de o evrensel merakı iyi değerlendirmek düşecek.
Davanın evrenselliğini ifade etmek için böyle bir evrensel meraka ihtiyaç vardı. Evet, o merakın arkasında kıpırdayan dudaklardan dökülen şeyler: “Yahu bunlar kimmiş böyle?!.” İşte bu da işin üzerine bir mercek koyma demektir; sizin nabzınızı tutma, kalbinizin ritmine kulak verme demektir. O zaman dinleyecekler ve siz de kendinizi güzel dinleteceksiniz. Hakikaten ritmin hiç bozuk olmadığını göstereceksiniz. Nabzın düzgün attığını, “yetmiş” deyip “yetmiş bir” dememeye yeminli olduğunu anlayacaklar.
Böyle pozitif bir anlayış sizin kredinizi daha bir yükseltecektir. Onlar, atıp tuttukça, atıp-tutmaları, bu çağlayanın debisini yükseltecektir. Hani Sızıntı, Çağlayan’a dönmüştü ya!.. Onun önünü kestiler ama farkına varmadılar, o muvakkaten baraja dönüştü; sonra -negatif şekilde değil de- deldi barajı; İrem barajı gibi değil, deldi barajı. Bu defa Çağlayan oldu, şimdi deryaya doğru yürüyor.