İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, bankanın 94. kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı değerlendirmede yaptıkları hesaplamalara göre, her yüzde 10’luk kur artışının, yıllık enflasyonu 1,5 puan civarında yükselttiğini söyledi. Bali, daha önce yaptığı “ Ayşe Teyze’nin dolarla ne işi olur” açıklamasıyla tepki çekmişti.
Adnan Bali, değerli dolardan en olumsuz ABD ekonomisinin etkilendiğini belirterek güçlü doların sürdürülebilir olmadığını da söyledi.
İş Bankası Genel Müdürü, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının “politik davrandığını”, Türkiye’nin olumsuz ayrıştığı göstergelerin yanısıra olumlu ayrıştığı göstergeler de olduğunu iddia ederek büyüme oranı Türkiye’ye göre çok düşük, işsizlik oranı ise Türkiye’ye göre çok yüksek olan Güney Afrika’nın “yatırım yapılabilir” ülke olmasına dikkat çekti.
Bali’nin değerlendirmelerinde bankaların da yüksek faizden yana olmadığı, sıkı para politikasının tek başına yeterli olmadığı, maliye politikası ile desteklenmesi gerektiği vurgusu, “üretim temelli dönüşüm”le cari açığın düşürülmesi saptaması, bugünkü durumun 2001 krizi kadar vahim olmadığı iddiası dikkat çekti. Aynı zamanda Bali'nin “üretim temelli dönüşüm”ün finasmanına değinmekten, söz konusu dönüşümle bankacılık sektörü arasında ilişki kurmaktan kaçındığı da görüldü.
15 Ağustos'ta yayımlanan "Finansal Borçların Yeniden Yapılandırılması Yönetmeliği" ile daha kapsamlı ve açık bir mekanizmaya doğru gidilmesine rağmen Adnan Bali'nin kredi yeniden yapılandırma sürecini daha "normal" ve dar kapsamlı bir süreç olarak değerlendirme çabası içinde olduğu görülürken, bu kapsamda "ihtiyacı olmayanların" taleplerinin de karşılanmasının istenmesine ilişkin tedirginliği de öne çıkıyor.
Bali’nin dünya ekonomisi, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörüne ilişkin değerlendirmelerinin bir bölümü şöyle:
‘GÜÇLÜ DOLAR SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL’
Adnan Bali, G20 Zirvesi için IMF’nin hazırladığı notta; ticaret savaşlarından en olumsuz etkilenecek ülkelerden birinin ABD olacağının öngörüldüğüne dikkat çekti. ABD dolarının bütün dünyada Fed’in faiz artırımlarından da beslenerek değer kazandığına değinen Bali, bu durumun ABD’nin dış ticaret açığını daha da artırdığını ifade etti. Bali, “Doların değer kazanması nedeniyle Amerikan ekonomisinin dışarıya mal satması zor, mal ithal etmesi ise kolay. Buradan ortaya çıkan şu; bu yolla sermaye akımlarını belki ABD’ye çekiyorsunuz ama ticaret tarafında kayıplar veriyorsunuz. IMF, tüm dünyada değerlenen dolar kurunun üzerine ticaret savaşlarının eklenmesiyle büyüme açısından bundan en olumsuz etkilenecek ülkelerden birinin ABD ekonomisi olduğunu öngörüyor. Bu yönüyle bakıldığında aslında güçlü ABD dolarının, o kadar sürdürülebilir olmadığı görünüyor” şeklinde konuştu.
Aslında 2008 global krizine girerken ABD’nin hem bütçe açığı hem dış ticaret açığının olduğunu hatırlatan Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Dışarda açıkların giderilebilmesi için mümkün olabildiği kadar serbest ticaret, bol likidite ve ABD Doları’nın da biraz güçsüz olması seçildi. İçerde, harcamalarla ilgili çok ciddi disiplinli politikaların uygulanması söz konusu oldu. Şimdi de ABD’nin tekrar çift açık noktasına doğru gittiği görülüyor. İstikrarlı olmayan bir tablo söz konusu… Oysa çok kısa bir süre önce, 2018’in başlarında çok daha iyimser bir tablo vardı. Ekonomilerin birbirlerini de etkileyecek şekilde büyümesi öngörülüyordu. Ama özellikle jeopolitik gerginlikler, yaptırımlar, karşılıklı agresif politikalar tabloyu biraz daha karmaşık hale getirmiş durumda.”
‘ÜRETİM YAPMAYA YÖNELİK BİR DÖNÜŞÜM SÜRECİ GEÇİRMELİYİZ’
Adnan Bali, Türkiye’ye ilişkin değerlendirmesinde ise artık bir üst lige geçmek için farklı bir büyüme modeline ihtiyaç duyulduğunu, bunun da ancak katma değerli üretim, Ar-Ge, teknoloji, eğitim, hukuk, işgücü alanlarında mesafe alınması ile mümkün olabileceğini ifade etti. Bali, bu alanlarda yapılacak iyileştirmelerin ve atılacak adımların aynı zamanda iş yapma ortamını kolaylaştıracağını, yabancı yatırımcıları çekecek cazibeli bir ekonomik görünüm ortaya koyacağını ileri sürdü. Bali; “Orta uzun dönemli reformlarla, yüzde 5,7 olan cari açığın GSYH’ye oranının daha aşağı çekilebilmesi yönünde adımlar atılmasında fayda var. Cari açığı daraltacak şekilde ithalat yaptığımız alanlarda büyük ölçüde yurt içinde katma değerli üretim yapmaya yönelik bir dönüşüm süreci geçirmeliyiz. Aynı zamanda ihracat pazarlarımızın genişletilmesi büyümeye pozitif katkı yapacaktır. Türkiye’nin bütün bunları gerçekleştirebilmesi için de reformcu ruhunu yeniden kazanması önemli” şeklinde konuştu.
‘ŞU AN YAŞANANLAR 2001 KRİZİYLE KARŞILAŞTIRILAMAZ’
Şu anda yaşanan sıkıntıların 2001 krizi ile kıyaslanamayacağını söyleyen Bali, şöyle devam etti: “Bu tür atakların öngörülebilmesi ve buna göre hep tedbirli olacak şekilde hareket edilmesi, hızlı bir şekilde aksiyon gösterilmesi gerekiyor. Yeterli aksiyon alınmaması durumunda piyasalar, kötü niyetli yaklaşanlar tarafından kullanılır. Piyasa, buradaki gecikmeyi cezalandırır. Son yaşadığımız döviz kuru ile ilgili dalgalanmada ise gerek Merkez Bankası, gerekse BDDK problemleri giderecek yönde aksiyonlar aldı. Bunların piyasada karşılık bulmaya başladığını görüyoruz.”
Türkiye ekonomisinin benzer ülke grupları ile olumlu ayrışan, farklı alanlarda ise olumsuz ayrışan yönlerinin bulunduğunu ifade eden Bali, ekonominin büyüme performansı, güçlü ve sağlam bankacılık sistemi, kamunun bütçe açığı ve kamu borç stokunun GSYH’ya oranlarında, borçlanma ve mali disiplin göstergelerinde olumlu ayrışmaya devam ettiğini iddia etti. Cari açık ve enflasyonda ise ülke ekonomisinin olumsuz ayrıştığını belirten Bali, hazırlanacak programların, eylem planlarının bu önceliklendirmeyi esas alması gerektiğine dikkat çekti. Üretime, özel kesim yatırımlarına, makine teçhizat yatırımlarına ve net ihracatın katkısına dayalı büyümenin sağlanmasına yönelik bir programın önemine işaret eden Adnan Bali, “Ekonomik programın bir eylem planına dönüşmesi, eylem planında sadece kurumların değil, kişilerin sorumluluklarının belirlenmesi, buradaki performansın kamuoyu ile paylaşılması önemli. Şu anda orta vadeli plan çalışmaları sürüyor. Açıklandıktan sonra bunun bileşenlerini göreceğimizi düşünüyorum” dedi.
‘KURDAKİ YÜZDE 10’LUK ARTIŞ ENFLASYONU 1,5 PUAN ARTIRIYOR’
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, çekirdek enflasyonun belirgin bir şekilde arttığı dikkate alındığında, enflasyondaki yükselişin biraz kalıcı olabileceğini söyledi. TL’deki değer kaybı, işlenmemiş gıdadaki fiyat hareketleri, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki yükselişin enflasyonu ciddi şekilde tetiklediğinin altını çizen Bali, yaptıkları hesaplamalara göre, her yüzde 10’luk kur artışının, yıllık enflasyonu 1,5 puan civarında yükselttiğini ifade etti. Bali, “Şu anda hem kur hem faiz açısından yaşanan ciddi dalgalanmaların sonrasındaki asıl hedefimiz, enflasyonu kontrol altına almak suretiyle bunun kurlar ve faizler üzerindeki etkilerini yumuşatabilmek olmalı” yorumunu yaptı.
Merkez Bankası ile ilgili de para politikasının sadeleştirilmesinin önemine dikkat çeken Bali, “Enflasyondaki yükseliş eğilimi, parasal sıkılaşmanın tek başına yetmediğini gösteriyor. Bu sıkılaşmanın mali politikalarla da eşgüdüm içerisinde sürdürülmesi önemli… Önümüzdeki dönemde hem büyümenin kompozisyonunu hem de enflasyonun seviyesini bu alanda atılacak adımlar belirleyecek” değerlendirmesini yaptı. “Faiz konusunda, iktisat biliminin kurallarına göre hareket edilmeli” diyen Bali, “Kötü bir örnek; ama yeri geliyor kemoterapi yapılıyor. Çok mu arzu ediliyor? Hayır. Faiz de böyle bir şey…Gerektiği zaman her enstrüman kullanılabilmeli” şeklinde konuştu.
‘FAİZ BANKALAR İÇİN DE KÖTÜ’
Serbest piyasa mekanizmalarıyla şu andaki tablonun sürdürülmesi gerektiğini iddia eden Bali, konuşmasına şöyle devam etti: “Faizin yüksek olması kötü bir şey. Banka bilançoları açısından da kötü bir şey… Mevduatların ortalama vadesi 35 gün. Bir faiz artışının ardından en fazla 35 gün içerisinde kaynaklarımızın yüzde 55’ini oluşturan mevduatların yeniden fiyatlanmasıyla, anında maliyet artışına maruz kalıyoruz. Ama bu artış, aynı anda ortalama vadesi daha uzun olan aktiflerimize yansımıyor. Bunun sonucunda net faiz marjları daralıyor. O nedenle, bankacılar faaliyetlerini sürdürürken faizlerin yükselmesini istemezler. Faizlerin düşüş eğilimine girdiği dönemler ise bankaların kârlılıklarına olumlu yansır.”
‘KREDİLER GEÇEN YILKİ GİBİ BÜYÜMEZ
Bankacılık sektörünün ilk 6 ayını da değerlendiren Bali, gerek kredi mevduat büyümeleri gerekse kârlılıkla ilgili ortaya konulan hedeflerden önemli bir sapma olmadığını söyledi. Bali, şöyle devam etti: “İkinci yarıda çok başka koşullar ortaya çıktı. Ne düzeyde bir dengelenme yaşayacağımızı bilemiyorum. Büyük ölçüde kamu bankalarının ve yabancı para üzerinden ivmelenen kredi büyümesinin, yılın ikinci yarısında dengelenmesini beklemek lazım. Yine KGF kaynaklı kullandırılmış olan TL kredilerin geçen yıl aynı dönemde hızlı bir büyüme gösterdiğini dikkate alırsak, bu sene baz etkisi ile de böyle bir büyüme öngöremeyiz. Kurları tekrar istikrarlı bir seviyeye oturtursak, çok büyük bir artış olmadan ihtiyaçları karşılayacak şekilde kredi hacmini yıla yayarak büyütebiliriz. Kurlarda belirli bir istikrar oluşmazsa bizim de kredi artışı yapmamız pek mümkün değil. Kur artışı nedeniyle sermaye yeterliliğindeki durum da yasal açıdan bizi farklı şekilde hareket etmeye zorluyor. Tedbirli bir bankanın da böyle yapması lazım zaten.”
‘RATING KURULUŞLARI POLİTİK’
Özellikle sıkıntılı dönemlerde çok fazla gündeme gelen konulardan birinin de kredi derecelendirme kuruluşlarının notları olduğuna dikkat çeken Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Orada teknik açıdan tutarlı bir tablo görmüyorum. Türkiye, çok uzun yıllar içerisinde aldığı yatırım yapılabilir ülke notunu, çok kısa sürede kaybetti. Hatta onun da altında seviyelere gitti. Zamanında ‘çeyiz gibidir, sandıklarda saklanmalıdır’ demiştim. Kredi notu, bütün bir milletin borçlanma maliyetini belirleyen bir unsur. Ancak rating kuruluşları tamamen bir objektivite merkezi gibi konumlandırılmamalı. Bunlar, ekonomi politiğe dahil kuruluşlar. Kararlarının kesinlikle jeopolitik, politik, ekonomik koşullar ve trendlerle ilişkileri vardır. Genel olarak da taraftırlar. İyileştirmede çekingen, kötüleştirmede acelecidirler. Kararlar her zaman aynı tutarlılıkta alınmaz. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle… Örneğin; Güney Afrika ve Türkiye aynı ülke grubunda yer alıyor. Güney Afrika’nın büyüme oranı yüzde 1,3, Türkiye’nin geçen yılki büyüme oranı yüzde 7,4. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı yüzde 3,8, Türkiye’nin ise yüzde 1,5. Güney Afrika’nın bütçe açığının GSYH içindeki payı bizden iki kat fazla. Kamu borçlarının GSYH’ye oranı Güney Afrika’da yüzde 52,7 iken, Türkiye’de ise yüzde 28,3… İşsizliğe bakıyorsunuz bizde yüzde 11 civarında, orada yüzde 27,5. Güney Afrika, yatırım yapılabilir ülke. Türkiye, onun altındakinin de altındaki notta.”
‘YAPILANDIRMADA İHTİYACI OLANLA OLMAYANIN AYRIŞTIRILMAMASI AHLAKİ ÇÖKÜNTÜDÜR’
Son dönemde gündeme gelen yeniden yapılandırmalara dair de Adnan Bali, kredi yapılandırmalarını standart işlemmiş gibi bir hale getirmenin irrasyonel olduğunu söyledi. Bunların bir kredi yapılandırma kampanyası olmadığının öne süren Bali, kaynakların kısıtlı olduğunu, bu nedenle önceliklendirilerek doğru alanlara tahsis edilmesi gerektiğini belirtti. Kullandırılan bir kredinin geri ödemeleriyle, kullanıldığı işten doğacak nakit ihtiyacı akışlarının öngörülemeyen sebeplerle zaman içerisinde birbirini karşılayamaz hale gelebileceğine işaret eden Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Böyle bir durumda en başta öngörülen kredi geri ödemelerini, yeni koşullara göre oluşan nakit akışlarıyla tekrar uyumlu hale getirmek için her vaka özelinde çalışılır. Şu ana kadar da yapılan budur. İhtiyacı olanla olmayanın ayrıştırılmadan taleplerin yerine getirilmesi, bana göre ahlaki çöküntüdür. Doğru bir şey olmaz. Bu, sektörün daha sonra haklı olmayan taleplerle karşılaşmasına yol açar. Açık konuşmak gerekirse, kolay günlerden geçmiyoruz, zor günlerden geçiyoruz. Herkesin sorumlu davranması lazım… Burada ihtiyaçların ve imkanların doğru birleştirilmesi, doğru buluşturulması esastır. Bankacılık sektörü, bu konuyu ciddi bir hassasiyet içerisinde yürütmeye çalışıyor. Muhataplarımızdan, yani reel sektördeki firmalardan da bankacılık sisteminin müşterisi konumundaki kuruluşlardan da samimiyet ve aynı hassasiyeti beklemek durumundayız. Hem onların sağlıklı ilerlemesi hem de bankacılık sisteminin aktif kalitesinin korunması bu suretle mümkün olur.”