Türkiye iş dünyası, ekonominin can damarı sayılan doğrudan yabancı yatırımlardaki sert düşüşün nedenlerini sorguluyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) geçtiğimiz günlerde açıkladığı Küresel Yatırım Raporu’na göre, Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırım 2016’da yüzde 31 düştü. Türkiye’nin uluslararası doğrudan yatırımlardan aldığı pay da yüzde 2.3’ten yüzde 1.9’a geriledi. DW Türkçe’ye konuşan uzmanlara göre, Türkiye AB değerlerinden uzaklaştıkça uluslararası yatırımcıların radarından çıkıyor.
Küresel Yatırım Raporu’na göre, 2016’da doğrudan yabancı yatırımlar küresel çapta yüzde 2 gerileyerek 1 trilyon 746 milyar dolar oldu. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelere giren yatırımlar ise yüzde 14’lük düşüşle 646 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ancak Türkiye’de ise bu gerilemenin iki katını aşan bir düşüş yaşandı. Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırım 2016’da yüzde 31 geriledi ve 17.2 milyar dolardan 11.9 milyar dolara indi. Bu tutar 2010’daki 9 milyar dolardan bu yana en düşük değer.
Uzmanlara göre, doğrudan yabancı yatırımlardaki sert düşüşte son birkaç yılda pek çok terör olayının yaşanması, 15 Temmuz darbe girişimi ve son olarak OHAL dönemi etkili oldu. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, "Uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye ilgisinin azalması 15 Temmuz'dan önce başladı. 15 Temmuz'dan sonra ise ilgi daha da düştü" diyor.
"AB ile ilişkilerin bozulması etkili oldu"
Uluslararası yatırımcıların Türkiye'ye doğrudan yatırım yapmak konusunda çekingen davranmasının en önemli nedeninin Türkiye'nin AB üyelik perspektifi ve AB normlarından uzaklaşması olduğunu vurgulayan Gürsel, "Türkiye'de demokratik işleyiş ve hukuk devleti olmak konusunda yaşanan gerileme, yabancı yatırımcılar tarafından görülüyor. AB ile siyasi ilişkilerin olumsuz gelişmesi, Türkiye'ye doğrudan yatırım yapan uluslararası yatırımcıların yüzde 70'inin AB merkezli olduğu düşünüldüğünde, yatırımların da önünü kapatmaya başladı" diye konuşuyor.
Yatırımcıların Türkiye'ye ilişkin projelerini askıya aldığını dile getiren Prof. Gürsel, önümüzdeki dönemde Türk ekonomisinin ihtiyacı olan dış yatırımı tekrar çekebilmek için Türkiye-AB ilişkilerinin belirleyici olacağını kaydediyor.
"Körfezli yatırımcı da AB için geliyor”
AB üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 sonrasında Türkiye’ye gelen yabancı yatırımın yılda 20 milyar dolar gibi rekor seviyelere ulaştığını hatırlatan TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu ise, vaat edilen yapısal reformların gecikmesi sonrasında başlayan olumsuz durumun art arda yaşanan seçim süreçleri ve son olarak 15 Temmuz darbesi ile zirveye çıktığını kaydediyor. Bu dönemde Türkiye’nin Dünya Ekonomik Forumu Küresel Rekabet Endeksi’nde 45’inci sıradan 51’inci sıraya gerilediğine işaret eden İmamoğlu, şunları söylüyor:
“OHAL süreci ve AB ile gerilim uluslararası yatırımcıyı Türkiye’den soğuttu. Bu süreçte yalnızca Körfez ülkelerinden gelecek yatırımlara bel bağlamak da doğru değil. Çünkü, Körfez yatırımcısı da Türkiye’nin AB’ye açılan bir pazar olduğu düşüncesiyle Türkiye’ye geliyor. AB üyelik perspektifi olmayan bir Türkiye, onlar için de cazip olmaktan çıkabilir.”
879 şirkete el konuldu
Türkiye'de 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL ile birlikte teröre maddi destek sağladığı iddiasıyla yüzlerce şirkete el konulması da, yabancı yatırımcılar açısından önemli bir endişe kaynağı.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), 15 Temmuz sonrasındaki 8 ayda toplam değeri 40,3 milyar TL olarak hesaplanan 879 şirkete el koydu ya da kayyım atadı. TMSF'nin Ocak-Mart aylarına ilişkin yayınlanan üç aylık faaliyet raporunda, 31 Mart itibariyle 43 şehirden toplam 879 adet şirket ile ticari işletmenin kayyımlarının yetkilerinin TMSF'ye devredildiği veya bu şirketlere TMSF'nin kayyım olarak atandığı açıklandı. TMSF verilerine göre, bu şirketlerde toplam 44 bin 888 kişi çalışıyor.
TMSF'ye devredilen şirketler içerisinde Naksan, Hasırcı, Boydak, Koza-İpek, Dumankaya, Kaynak, Akla ve Akfel olmak üzere 8 büyük holding de bulunuyor. 15 Temmuz sonrasında el konulan ticari kuruluşlardan bugüne kadar satışı yapılan henüz olmadı. Ancak, bu şirketler içerisinde medya sektöründe faaliyet gösteren 147 basın kuruluşunun 70'inde değerleme çalışmaları sona ermiş durumda. Yakın zamanda satışa sunulması planlanan basın kuruluşları içinde 38 televizyon, 39 radyo ve 70 gazete bulunuyor.
İSO 500’deki yabancı sayısı düşüyor
Liberal ekonomideki en hassas konunun mülkiyet hakları olduğuna dikkat çeken Prof. Gürsel'e göre, Türkiye'de mülkiyet hakları konusunda kendini güvende hissetmeyen sermayenin yatırıma soyunması mümkün değil. Gürsel, "Şirketlere el koyma konusunda netlik oluşmadan, bir sonuca ulaşılmadan yabancı yatırımcının yatırım kararı vermesini beklememek gerekiyor" şeklinde konuşuyor.
Yalnızca yeni yatırımlar için Türkiye’ye gelmekten vazgeçenler değil, Türkiye’deki mevcut yatırımlarını durduran veya askıya alan uluslararası şirketler de var. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) her yıl açıkladığı “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu-İSO 500” araştırmasının 2016 sonuçlarına göre, İSO 500 içindeki yabancı sermaye paylı kuruluşların sayısı 2009 yılından bu yana azalma eğiliminde. İSO 500 Büyük Sanayi Kuruluşu içinde yer alan yabancı sermaye paylı kuruluşların sayısı 2000’li yıllarda artış göstererek 2009'da 153 kuruluşa kadar çıkmıştı. 2009’dan itibaren ise her yıl gerileyerek, 2016 yılında 123’e kadar düştü.
"Ekonominin güçlü olması yetmiyor"
Peki bu olumsuz tabloyu geri döndürmek mümkün mü? Milletlerarası Ticaret Odası (ICC) Ticaret Hukuku Komisyonu Eş Başkanı Prof. Dr. Ercüment Erdem, bu soruya, “Dünya ekonomik ilişkileri, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi dünyada benimsenen bazı değerlerden tamamen bağımsız düşünülemez” yanıtını veriyor. Gerek Türk gerek yabancı yatırımcıların sermaye götürdüğü bir ülkede bu yatırımının ne kadar güvence altına olduğundan emin olmak istediğini vurgulayan Erdem, “Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrımı gibi değerlere saygı gösterip göstermemeniz, uygulamalarınızla bu değerleri benimseyip benimsemediğiniz sizin dünya içindeki yerinizi siyasi olarak da ticari olarak da doğrudan belirliyor. Sürdürülebilir bir büyüme için ekonominin sadece güçlü olması değil, saygın olması da gerekiyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
DW Türkçe