Artigercek.com sitesinden Seran Vreskala, terör propagandası’ yaptığı gerekçesiyle 2.5 yıl hapis cezası alan Mazlum–Der eski Başkanı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştu.
Sitede yayınlanan röportaj ve haber şöyle:
Önce attığı bir tweet yüzünden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile devlet memurluğundan atılan MAZLUM-DER eski Başkanı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu şimdi de 'terör propagandası' yaptığı gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldı. Aslen Urfalı olan Gergerlioğlu, 17 yıldır görev yaptığı İzmit SEKA Devlet Hastanesi’nde uzman doktor olarak çalışırken, sosyal medya hesabında paylaştığı ‘barış’ ile ilgili bir yorumu yüzünden önce Ekim 2016’da açığa alınmış, 6 Ocak’ta da kamudaki görevinden ihraç edilmişti. İhraç edildiği için işsiz kalan ve hasta eşine bakabilmek için aylarca mücadele eden Dr. Gergerlioğlu ile ilk röportajımı bu sebeple yapmıştık. Gergerlioğlu sadece doktorluk yapsaydı durum buralara kadar varmazdı elbet ama kendisi tam teşekküllü bir insan hakları savunucusu olduğu için tüm bunlar. Aynı zamanda ‘Başörtüsüne Özgürlük’ temalı basın açıklamalarının başlatıcısı ve antidemokratik birçok yasa ve uygulamaya karşı hukuki girişimlerde bulunmuş sivil bir aktivist de… 2013’te 9’uncu FETA ödülleri kapsamında ‘Yılın Aydını’ ödülü verilmiş bir aydın olarak Türkiye ve dünya siyasetine dair köşe yazıları yazan, analizler yapan ve tartışma programlarında misafir edilen Gergerlioğlu, ilk kez fikirlerine başvurulan bir aydın ve bilim insanı olarak değil de 3 çocuk babası, hasta eşiyle ilgilenen bir insan olarak karşımızda…
- Önce 2 yıl evvel KHK ile ihraç edilişinizden başlayalım. Sebep neydi? Şaşırdınız mı? O zamandan bu yana neler yaşadınız?
Ben bir insan hakları savunucusu, çözüm sürecinde etkin rol üstlenmiş biriyim. İkamet ettiğim Kocaeli'de çözüm sürecinde sağ, sol, Alevi, Sünni farklı kesimlerle bir araya gelerek kurduğumuz Kocaeli Barış Platformu olarak yerelde önemli etkinliklere imza attık. "Kocaeli Barışını Arıyor" sempozyumu, paneller, açıklamalar ve daha nice aktiviteler yaptık. Çünkü çözümün aktörlere değil, yerelden ulusala yürütmesi gereken bizlerde olduğunu düşünüyordum. Bireysel olarak bu topraklarda adil bir çözümün sağlanması için zaten yıllardır canını dişine takarak koşturan bir insandım. Bu platformu kurarken açıkça deklare etmiştik ki "devlet veya PKK bu çözüm gayretinden çekilse de biz çekilmeyeceğiz". Bunu katıldığım tüm TV programlarında söyledim. Çözüm sürecinin tekrar ve ciddi şekilde denenmesi akacak çok kanı, gidecek canı ve gözyaşlarını önleyebilecekti.
Dünya çatışma çözümü örneklerinin hepsini inceliyor ve çok daha zor olan yerlerde başarılmış olan çözümlerin burada da gerçekleşebileceğine yine de inanıyordum. Sürecin sert bir şekilde bitmesine, öfkeli nutuklar atılmasına, ‘buzdolabı’ örneklerine rağmen barışı gündem etmemin faydasının olacağını, naif bir şekilde düşünüyordum. Devlet ve toplum hangi fırtınaya tutulursa tutulsun, barışı canlı tutmamın ve hatırlatmamın Kabe'ye giden karıncanın amacı gibi olduğunu düşünüyordum. Sosyal medyada hep barış temalı paylaşım yapıyordum, makalelerimde süreci tetkik ediyordum. Mutad paylaşımlarımdan birisi ehli vicdan birçok arkadaşım tarafından büyük beğeni alırken, kimi ırkçı çevreler öfke ve hakaretlerle hakkımda bir sosyal linç başlattı. Sosyal medyama küfürler yağıyor, suç duyuruları, basın açıklamalarıyla yerel medyada manşetlerden inmiyordum. Bu medyatik baskı sonucu hakkımda idari ve adli soruşturma başlatılarak uzman doktor olarak çalıştığım görevimden açığa alındım. 2.5 ay sonra bir gece yarısı yayımlanan 679’uncu KHK ile ihraç edildim. Açıkcası bu kötü kabusun böyle neticeleneceğini tahmin etmiyordum; hayatımda hep hakim olan iyimserlikle görevime iade edileceğimi düşünüyordum. Meğer hakkımda ceza kararına dek vardıracaklarmış... Gülüp geçtiğim, "üç beş kafatasçının ajitasyonudur" dediğim olay işimden atılmama, sosyal lince, özgürlüğümün bitirileceğine dek varacakmış. KHK'ye şaşırmıştım; zira zulmün daha nerelere gideceğini anlamamışım.
"DEVLET İMKANLARIYLA BİR ANDA ‘HAİN, TERÖRİST’ İLAN EDİLDİK"
- KHK’lerle ihraç edilenlerin çoğu arkadaş ve aile çevresinden hatta toplumdan dışlanarak korkunç bir yalnızlığa mahkum edildiler. Siz böyle bir durumu deneyimlediniz mi?
Her KHK'lide olduğu gibi bizim de hayatımız alt üst oldu. Devlet imkanlarıyla bir anda ‘hain’, ‘terörist’ ilan edildik. Beni durdurup konuyu anlayamadıklarını söyleyen mahalle sakinlerine, yıllardır beni tanıyan hastalarımın merak dolu sorularına uzun izahlar yapmam gerekti. Ancak bu çoğunlukla mümkün olmuyordu, zira gerçekten ayaküstü bana bu soruları soranlara en az 2 saat durumu anlatmam gerekiyordu; tabii ki bu mümkün değildi ve bu durum benim için çok üzücüydü. İnandığını sabahlara kadar anlatabilecek olan ben, bir köşeye sıkıştırılmış durumdaydım. Çünkü oldukça tanınan kimliğimle yerelde ve ulusalda farklı çok kişiye göre daha büyük bir sosyal dışlama yaşıyordum. Maalesef dindar ve muhafazakar camia bu zulmü yapanı aklamaya çalışıyor, beni münferit vaka gibi görüyorlardı. Kısa sürede dışlama etkisini gösterdi. Gizli bir el sosyal yaşantımın en ücra köşesine kadar uzandı. Mahallemdeki cami derneği yönetim kurulu üyeliğim ‘sakıncalı kişi’ olduğum için dernekler müdürlüğü tarafından, 5’inci sınıfa giden oğlumun okul aile birliği üyeliğim de okul yönetimi tarafından engellendi. Bunu okul yönetimine sorduğum zaman KHK'lilerin okul içine bile alınmamasını emreden kaymakamlık resmi yazılarıyla karşılaştım; bu yazıyı almak istesem de devlet sırrı gibi görüp yazıyı vermediler. Onlara "ben öğretmen değilim, açıktayım sadece, henüz KHK'li de değilim" dediğimde verecek cevap bulamadılar ama dayatmayı devam ettirdiler. BİMER'e konuyu sorduğumda bana bu zulmü yapan Kocaeli Valiliği’nin ilgili biriminin verdiği cevabı, cevap diye gönderdiler.
-Birdenbire bildiğiniz, alıştığınız, güvendiğiniz her şey alt üst oldu tabii! Üstelik de eşinizin ciddi bir sağlık sorunu da var.
Evet. Bir dalga misali adım adım büyüyen bir linçle karşı karşıya olduğumu hissediyordum. Hakkımda 3 günde açığa alma kararı uygulanırken, bana ve aileme hakaret edenler için yaptığım suç duyuruları için işlem yapılmıyordu. Bununla yetinmeyip facebook hesabımı ve kişisel web sitemi hackerler hackliyor ve sabahlara kadar süren çok yoğun kurtarma mesailerim başlıyordu. Hackledikleri kişisel web siteme ‘Kurdun dişine kan değdi’ yazan, çatışma yaşanan Kürt illerinde duvarlara yazılmış yazıların olduğu fotoğraflar yerleştiriyorlardı. İşin doğrusu bu görüntü moralmen en dibe vurduğum andı; yoğun bir saldırı altındaydım ve gerçekten yılların hak savunucusu olsam da her insanın bir yere kadar dayanma gücü vardır. Yazı yazdığım yerel gazete ve yerel web siteleri yazılarımı kesti, iyice dışlanmıştım. Dernek ve okul meselesinden açıklama yaptığım Kocaeli Valisi Hasan Basri Güzeloğlu bir de hakkımda hakaret davası açtı. İş aramaya başlamıştım ama KHK'li olduğumuz için tüm müracaatlarım geri çevriliyordu. Halen bu olayları kaldıramayacak olan anneme hiçbir şey anlatmadım, yaşı itibariyla bunları kaldıramazdı, 1.5 yıldır yaşadığım herşeyden habersizdi; öğrense hayatını kaybeder endişesiyle yaşadım. Eşim MS hastası ve sosyal güvencemiz kesildiği için çok pahalı ilaçları almakta zorlanacaktım, ancak tanıdık bir işyerinden sigortasını ödeyerek ilacını temin edebildim. Üzülmesinler diye aileme başıma gelenlerin tüm ayrıntısını anlatmadım.
- Aylarca iş bulabilmek için ne kadar uğraştığınızı biliyorum. En sonunda Batman’da doktorluk yapmaya başladınız. Yazmaya da devam ediyorsunuz. Bu süreçten biraz bahsedebilir miyiz?
6 aylık oldukça üzücü bir süreç sonrası Batman'da özel bir hastanede iş buldum. Ruh halim bayağı sarsılmıştı ama diğer KHK'lilerden farklı olarak makale yazmak benim için bir terapi oluyordu. En azından başka insanlara yardımcı oluyor ve topluma içimi döküyordum. Bu arada KHK'liler bana dertlerini, sıkıntılarını içeren mailler gönderiyordu; üzüntüden kahroluyordum. Çünkü her mektup dev bir dramı yansıtıyordu ve çok çaresiz insan manzaralarını okuyordum. Bu hikayeleri ağlayarak dinliyor, ağlayarak yazıyordum ve sanırım çok kişi okuduğunda gözyaşlarını tutamıyordu. O zamanlardan kendime söz vermiştim, bu çok zor durumdaki insanları hiç unutmayacaktım; iş bulsam, işime dönsem de onların derdiyle dertlenecektim. Batman'da iş bulduktan sonra da çok yoğun bir şekilde OHAL ve KHK konularına eğiliyor ancak bireysel koşturmacayla olmayacağını düşünüyordum. Hak ve Adalet Platformu olarak bir OHAL raporu hazırlamak için yüzbinlerce kişiye yönelttiğimiz bir anket, araştırmaya başlıyorduk. Batman'da yalnız kalıyordum, işime kavuşmuştum ve bu medyada büyük yankı bulmuştu. Tüm ezilenlerin çok sevindiğini görmüş, bir kat daha sevinmiştim. Ailemden ayrı, Batman'da tek başıma yaşamama rağmen Batmanlıların çok sıcak ilgisiyle karşılaştım ve bu beni çok mutlu etti.
"BİNLERCE MAKALEME, AÇIKLAMAMA BAKIN; ŞİDDETİ ÖVEN TEK KELİME BULAMAZSINIZ"
- Şimdi ise 2-5 yıllık bir hapis cezası ile gündeme geldiniz. 'Terör propagandası' yapmaktan… Barış sürecinde barışı destekleyenlerle kol kola birlikte hareket ederken, birdenbire bu süreci sona erdirip sizlere sırtlarını dönenler size ‘terörist’ damgası vurdu.
Öyle. Suçumuz barış istemek, insanların tabutlarının yan yana duracağına, dirilerinin yan yana kardeşçe, eşitçe, omuz omuza durmasını istemekti. Çözüm sürecinde şimdi söylediğimin kat kat fazlasını söylemiş ve yapmış olan hükümet, süreç bitince barış talebinin "teröre destek" olduğunu söylemeye başladı. Oysa benim kriterim, hükümetin veya PKK'nin ne zaman barış yapmak isteyip istemediği değildi; ben özgün ve bağımsız bir istekle bu çağrıyı çıkarsız ve hesapsız bir şekilde yükseltmeye çalışıyordum. Mahkemede hakime de söyledim: "Yıllardır çatışmaları, her türlü şiddeti eleştiren, hatta silah kullanmayı bilerek öğrenmeyen ben mi şiddeti öveceğim? Hayatta her şeyi apaçık olan ben, konjonktürel kaygıları olmayan doğruculuğumun kurbanı mı oldum? Binlerce makaleme, açıklamama bakın; şiddeti öven tek kelime bulamazsınız". Ancak duruşma savcısının savunmam sonrası 6 iddianın 5'inden vazgeçmesine rağmen karar açıklandığında oldukça ağır bir ceza aldım. Hukukun bu denli buharlaştırıldığını görmem çok acıydı; zira kriteri hep hukuk olan birisi olan bana bu acı gerçeğin yaşatılması çok trajikti. Sadece kendim adına değil, toplumun bu denli kötü duruma düşmesine üzülüyorum; çünkü tüm değerler ayaklar altında…
- Terör propagandası dedikleri nedir ve siz gerçekten terör propagandası yaptınız mı?
Açılan davanın siyasi saiklerle açıldığını düşünüyorum, çünkü adeta suç üretilmeye çalışılmış ve iddialar hukuki değil siyasiydi. Mesela niye İMC TV'ye önceden sık sık çıktığım soruluyordu, konuşma içeriğinden bağımsız sadece konuk olmamdan bahsediliyordu yani... Deveye sormuşlar neren eğri diye, nerem doğru ki demiş. "Kolombiya'da kalıcı barış sağlandı, niye Türkiye'de olmasın?" demem suçmuş mesela… Daha ne diyeyim! Çözüm, barış isteği ‘terör örgütü propagandası’ diye niteleniyorsa daha ne anlatabilirsiniz ki? Karşınızdakiler sizi hukuki saiklerle dinlemiyor ki; çözüm süreci sırasında yapılanları anlattığımda onun eski, tedavülden kaldırılmış bir şey olduğunu düşünene nasıl bir hukuk anlatacaksınız ki?
- Şavaşa karşı olmak bir terör propagandası sayılır mı peki? Özellikle savaşa hayır dediği için gözaltına alınmış bu kadar insan varken… Ya da savaşa karşı olmak coğrafyaya göre değişkenlik mi gösterir diye sorayım?
Şu an ‘savaşa hayır’ demek suç maalesef. Barış istemenin bu denli şeytanlaştırıldığı, ifade özgürlüğünün bu denli dibe vurduğu bir dönemi Türkiye yaşamadı. İnsanlar sosyal medya hesaplarını kapatıyor veya artık tweet atmıyorlar, çünkü inanılmaz bir korku hakim. Savaş karşıtlığı döneme, tarihe, siyasi ortama göre değişmez, ilkesel bir tutumdur.
"İKTİDAR SAHİPLERİ KİM OLURSA OLSUN BİZİ SEVMEDİ ÇÜNKÜ HEP YANLIŞLARINI HATIRLATTIK"
- Adalet sistemine güveniniz nedir? Sonuçta son yıllarda hakimler de çok sık yer ve statü değiştirdi. Ergenekon, Balyoz gibi davalardan dolayı hakimleri hapse atan hakimler de şimdi içeri girdi; daha evvel atılanlar çıktı vs.
Adalet sistemine güvenin çok zayıfladığı bir dönemdeyiz. Bırakın halkı, son zamanlarda hemen tüm hukukçulardan hukukun kesinlikle bittiğini ifade eden sözler duyuyorum. Tuzun koktuğu yerdeyiz. OHAL dönemi insanların üzerinden bir buldozer gibi geçti. İnsan hakları savunucuları da bu balyozlardan nasibini aldı. Bir toplumda ses istemiyorsanız yargı mensupları, hukukçular ve insan hakları savunucularını susturmalısınız. Tutukluların yabancı ülkelere karşı rehine olduğu, düşünenin müebbete mahkum edildiği, hukukun üstünlüğü endeksinde dünyada sondan 12’nci sırada olduğumuz bir ülkeden bahsediyoruz. Hakim ve savcıların çoğunun da çok zor durumda olduğunu, iki arada bir derede kaldıklarını düşünüyorum. Yargının siyasallaşmasının önlenememesi bu devlet ve toplum için bir utançtır.
- Bu karar ne zaman onanır? Aileniz bu arada ne yapacak? Eşinizin hastalığı ile kim ilgilenecek?
Tabii ki bu haksız karar onanırsa yapacak bir şeyim yok. Kimisi yurt dışına çıkmamı istedi. Ama ben bunu yapamam; 3 gün yurt dışına çıksa sıkıntıdan patlayan, bu toprağın tüm insanlarını çok seven ben, bunu yapamam, yapmam. İstinaf kararının ne zaman çıkacağı belli değil; hukuk olsa kesinlikle karar temyizde bozulur ancak genel durum çok parlak değil. Ailem böyle bir şeye alışkın değil, ama onlara zulümat içinde hakkı, hukuku söylemenin böyle bir bedeli olduğunu söyledim, onlar da biliyor zaten. Bu kararın çocuklarımın eğitim ve iş hayatını etkilemesinden endişeliyim. Eşimin hastalığı dolayısıyla sağlığının bozulması ve tedavisinde sorunlar yaşanmasından tedirginim. Çünkü bir sağlıkçı olarak bu konuları hep ben halletmiştim.
- Psikolojik olarak böyle bir duruma hazır mısınız? Yani kendinizi hazırladınız mı?
İnsan hakları savunucuları her şeye hazırdır. Mücadele hayatımın her bölümünde hep dışlanan, ötekileştirilen olmaya alışkınım zaten. Hep üvey evlat olmaya alıştık kısaca; iktidar sahipleri kim olursa olsun bizi sevmedi çünkü hep yanlışlarını hatırlattık. Allah'ın izniyle değerlerimi hiçbir zaman dünyevi hususlar için satmadım, görüşlerimin karşılığına hazırım. 3 günlük dünya için onurumu, izzetimi çiğnetmem. Süreçte hep dik durdum ve duracağım inşaallah.
- Kılıçdaroğlu, Şanar Yurdatapan ve Sezgin Tanrıkulu gibi isimler sizin arkanızda duruyorlar. Sesinizi duyurma şansları nedir?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğu, HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, SP Genel Başkan Yardımcısı Birol Aydın arayarak üzüntülerini dile getirdi. Sosyal medyada sağolsun çok kişi üzüntülerini bildirdi. Beni yakinen tanıyanların karar karşısındaki şaşkınlıkları benim için bir onur madalyasıdır. Sayın Kılıçdaroğlu grup konuşmasında ihracımı ve ceza kararını şiddetle eleştirdi ve ‘zulme karşı Gergerlioğlu'nun yanındayız’ dedi. Şanar Yurdatapan bir düşünce özgürlüğü kahramanı olarak suç diye nitelenen sözlerimi okuyarak kendisi hakkında suç duyurusu yaptı. Bu toplumun böylesi hakkaniyetli tavırlarla taraftarlık hastalığını yenerek adalet sahiline yaklaşabileceğine inanıyorum.