Brüksel merkezli sivil toplum kuruluşu olan Solidarity with Others, 6 mart pazar günü Brüksel Central İstasyonu’nun önünde Avrupa Birliği sınırlarında yaşanan uluslararası hukuka aykırı geri itmeleri protesto etmek için #StopPushBacks mesajıyla bir sergi düzenledi.
İnsan hakları derneği, Belçika ve Hollanda’dan 3 sanatçıyı da geri itmeler konusunda farkındalık oluşturmaya davet etti. Sanatçılar önce geri itme mağdurlarının hikayelerini dinledi ve bu hikayelerden esinlenerek bir masa hazırlayıp sergilediler. Masanın üzerine kurbanların çizmiş oldukları da dahil olmak üzere yaşadıkları zorlukları simgeleyen resimler ve yazılar işlendi. Masanın üzerinde yine geri itmeleri ve Avrupa’nın bu konuda sessiz kalmasını eleştiren, geri itmeleri durdurun temalı maketler vardı. Böylece 3 Hollandalı sanatçının yardımıyla geri itmeye maruz kalmış kişilerin hikayeleri ilk kez bir sanatsal eylemle kamuyla paylaşıldı.
TR724'ün özel haberine göre sonunda Avrupa’ya ulaşmayı başaran bazı kurbanlar da gösteride hazır bulundu ve hikayelerini halka anlattı. Kurbanların kendi hikayelerini anlatırken yaşadıkları travmalar sebebiyle zorlandıkları görüldü. Geri itme mağdurları, başka insanların bunları tecrübe etmek zorunda kalmalarını istemediklerini vurgularken, geri itmeleri durdurun mesajı verdiler.
Serginin hazırlanmasında Solidarity with Others ekibiyle birlikte büyük bir emek gösteren 3 sanatçıdan Nell Berger ve geri itmeye maruz kalmış olan Hasan Bey, Hüsniye ve Derya Hanım TR724’e konuştu.
‘ÖLMEK ÜZEREYDİK’
İsmim Hasan, 2019 haziranında geri itmeye maruz kaldım. Daha önce 10 yıl kadar Din Kültürü öğretmenliği yaptım. Hayatımda 1-2 trafik cezası dışında herhangi bir cezam olmamasına rağmen, herhangi bir kanuna aykırı bir faaliyetim olmamasına rağmen 15 temmuzdan sonra bir gecede terörist ilan edilen yüzbinlerce kişiden biriyim. Maalesef daha sonra adli ve idari soruşturma geçirdim, öğretmenlikten atıldım ve 17 ay hapis yattım. Hapisten çıktıktan sonra tekrar tutuklanma kararı çıktı ve ülkeyi terketmek zorunda kaldım. Maalesef, 2019 Haziran’da ülkeyi terketmeye çalışırken Türkiye’den Yunanistan tarafına geçtiğimde resmi görevliler önce ellerinde büyük coplarla beni ve bir arkadaşımı dövdüler. Daha sonra bir araca bindirip hayatımda gördüğüm en berbat yere götürdüler. Sabaha kadar orada kaldık, sabahında bizi sivil bir araca bindirip nehir kıyısına getirdiler. Yine 2 resmi üniformalı Yunan görevli ellerinde büyük sopalarla bizleri bir balıkçı teknesine bindirerek karşıya geçmeye zorladı. Balıkçı teknesine binerek karşıya geçmek zorunda kaldık.
Türk tarafına geçtiğimizde geceydi, sabah olduğunda geçtiğimiz yerde daha önce kullanılmış bir bot bulduk ve Yunan tarafına tekrar geçtik. İkinci kez geçtiğimizde maalesef bu sefer de farklı Yunan resmi görevlileri bizi arkadan kelepçelediler. Bizi dizüstü yere yatırıp tabancalarının namlularını bizim ensemize dayadılar ve aşağılayıcı uygulamalarda bulundular. Daha sonra bizi arkasına sadece yedek lastiğin sığabileceği kapalı bir araca bindirdiler, ben ve arkadaşım nefes almakta zorlanıyorduk. Aracı tekmelemeye başladık, ölmek üzereydik…
Kapıyı tekrar açmak suretiyle nefes almamızı sağladılar, sonrasında bizi karakol olduğunu düşündüğüm bir yere götürdüler. Orada Afrikalı göçmenlerin de olduğu yaklaşık 40 kişilik bir gruba bizi de dahil ederek bizi büyük bir bota bindirdiler. Resmi görevlilerin yanında sivil giyinimli, kar maskeli kişiler vardı. Bu kişilerin ellerinde yaklaşık bir buçuk metre boyunda uzun sopalar vardı, bu sopalarla gelişi güzel insanlara vurarak bizleri bota binmeye zorluyorlardı. Ve bota bindik. Bizi ikinci kez tekrar Türk tarafına attılar. Telefonlarımıza el koydular. Türk tarafında askerlere yakalanmamak için herkes bir tarafa kaçtı. Ben, arkadaşım ve iki diğer Türk ile beraber yakındaki bir sınır ilçeye geçip oradan da evlerimize döndük. Evimize dönebilmek bile bizim için büyük bir mutluluktu. Maalesef bunu yapamayan, evine dönemeyen binlerce insan var. Geri itmeye maruz kalıp çocuklarıyla, bebekleriyle hapiste olan kadınlar var. Hasta, yaşlı insanlar var. Daha iki hafta çok yakın akrabam, eşi ve iki kızı ile beraber geri itmeye maruz kaldı. Eşi tutuklandı ve 27 ay daha hapis yatmak zorunda. Bu geri itmelerin son bulup insani bir yaşam hayaliyle yanıp tutuşan, kendi ülkesinde ayrımcılığa, zulme, soykırıma maruz kalmış arkadaşlarımızın bir an önce Yunan makamlarınca kabul edilmelerini ve geri itmelerin sonlandırılmasını diliyorum. Umarım geri itmeler son bulur.
-Geri itmeleri gerçekleştirenlerin Yunan resmi görevlileri olduğunu ve yanlarında maskeli insanlar olduğunu söylediniz. Bu sivil giyinimli maskeli insanların kimliğini gizlemeye çalışan görevliler olduklarını mı yoksa çete olduklarını mı düşünüyorsunuz?
Bence bu maskeli insanlar Yunanlı resmi görevliler değildi. Yunanca bilmediğimiz halde hal ve tavırlarından Yunan milliyetçisi oldukları ve bizi orada istemedikleri anlaşılabiliyordu. Bizim Türk ya da Yunan tarafında farketmeksizin ölmemiz gerektiğini düşünüyorlardı. Bunların Yunan istihbaratı yada resmi görevli olduklarını düşünmüyorum. Ama oradaki ayak takımı diyebileceğim çetelerdi ve beni üzen Yunan polisinin yanında bu çetelerin bize rahatça müdahele edebilmeleriydi.
-Haliyle bu çetelerin resmi görevlilerle bir işbirliği içinde olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet, maalesef gayri resmi bir işbirliği olduğu aşikardı.
-Sizi götürdükleri yerler resmi karakolllar, sınır karakolları mıydı?
Geri itmenin yapıldığı ilk gece götürüldüğümüz yer karakol değildi. 3-4 sivil görevlinin yanında birkaç tane de resmi üniformalı görevli vardı. Ama daha sonra götürüldüğümüz yerin resmi bir yer olduğu, karakol olduğu belliydi.
-Şu an Brüksel’desiniz. Avrupa Birliği’nin başkentinde Avrupalı ve özellikle Yunan politikacılarına nasıl bir mesaj vermek isterseniz?
Şunu söyleyebilirim. Dünyada gözyaşı döken bütün mazlumların acısını ben ve arkadaşlarım gerçekten yüreğimizde hissediyoruz. Ukrayna’da yanıbaşımızda insanlar ciddi sıkıntılar yaşıyorlar ve zulme uğruyorlar. Avrupalı yöneticiler daha ilk günden açıklamalar yapıp Ukraynalı mültecilere kapılarını sonuna kadar açtıklarını belirtmişlerdi. Bu açıklamalar takdir topladı ve ben de gerçekten takdir ediyorum. Ancak Türkiye’de 7 yıldır devam eden bir zulüm var, bir kısım insanlar soykırıma maruz kalıyor. Sebepsiz yere, hiçbir hukuk sisteminde yeri olmayan suçlamalar neticesinde zulüm görüyorlar. Bu zulmü yıllardır bütün dünyanın gözünün önünde, Avrupalı yöneticiler ve parlamenterlerin gözlerinin önünde görüyorlar. Bu zulmü en yakından gören ve bilenler ise Yunan makamları. Hala insanların geri itilmelerini ve bu uygulamalara izin verilmesini anlayamıyorum. Bir an önce AB ve Yunan makamlarının biraraya gelerek buna bir çare bulmaları ve zulumden kaçan bu insanlara bir yaşam şansı vermeleri gerektiğini düşünüyorum.
‘SAVAŞ FİLMİ SAHNELERİNİ YAŞADIK’
Ben Hüsniye, bir buçuk yıldır Belçika’dayım. Türkiye’de eşim ve benim bir cezaevi sürecimiz oldu. Cezaevinde yaşadığım sağlık sorunlarından dolayı bebeğimi kaybettim. Yaşanan bunca hukuksuzluk ve acıdan sonra ülkemizi terketmeye karar verdik. Bu kararı vermek çok zordu fakat yaşanan baskı ve zulümlerden dolayı arkada ailemizi, eşimizi dostumuzu, vatanımızı, her şeyimizi bırakarak sadece tek bir sırt çantasıyla Meriç’i geçmeye karar verdik. Eşim benden bir yıl önce geçmişti, benim zorlu yolculuğum ise 2019 aralık ayında sabah saatlerinde başladı. 5 kişilik bir grup halinde soğuk havada, çamurlu yollardan yürüyerek Meriç’in kenarına ulaştık ve botla karşıya geçtik.
Yunan tarafında bir saatlik yürüyüşten sonra teslim olmayı planladığımız karakola çok az bir mesafe kala iki askeri araç etrafımız sardı ve siyah maskeli askerler araçlardan çıkarak bizlere silahlarını doğrulttular ve hareket etmememizi söylediler. Askerler bizi kıskaca aldıktan sonra polis aracı geldi. Polisleri gördüğümde rahatlamıştım çünkü eşim polisler geldiği takdirde bir sıkıntı yaşamayacağımızı söylemişti. Ancak polisler geldikten sonra telefonlarımıza el koyup bir poşetin içine koydular ve gittiler. Polisler ayrıldıktan sonra cezaevi aracına benzeyen bir araç gelene kadar bizi orada beklettiler, sonrasında bizi araca bindirdiler. Araçta bizi nereye götürdüklerini sorduğumuzda, kendimizi ifade etmeye çalıştığımızda bize gülerek, bizimle dalga geçerek gidince görürsünüz dediler.
Bizi götürdükleri yerin bizim teslim olmayı planladığımız karakol olduğunu gördük. Bizi karakolun önünde aracın içinde uzun süre beklettiler. Sonra kapıları açıp bizi yanında Yunan bayraklarının ve polis araçlarının olduğu binanın önünde açık alanda tek tek aradılar. Hem erkeklere hem de kadınlara açık alanda çirkin bir şekilde arama yaptılar. Daha sonra bize size içeri alacağız fakat buranın boşalmasını bekliyoruz diyerek araca geri bindirdiler. Bir şeylerin ters gittiğini artık anlamıştık.
Öncesinde sürekli başımızda bağırarak bize komutlar veren asker üniformalı bir kişi araca bindi ve araç hareket etmeye başladı. Aracın parmaklıklarından dışarı baktığımızda nehre paralel olarak geldiğimiz yere doğru geri gidiyorduk. Nehre doğru geri gittiğimizi anladık. Araç durduktan sonra kapıları 2 tane kar maskeli asker açtı ve ellerinde uzun sopaları vardı. Bizi tek tek çağırdıktan sonra çekerek aşağıya düşürdüler. İnmemize dahi izin vermediler. Bizleri dizlerimize çöktürüp, başımızı öne eğdirip ellerimizi arkadan bağlandılar. Savaş filmi sahneleri gibiydi. Bizleri itip kakarak orasının Yunanistan olduğunu, bizim Türk olduğumuzu ve Türkiye’ye geri dönmemiz gerektiğini bağırdılar. Bizi o pozisyonda bir süre beklettikten sonra nehrin kıyısna getirdiler.
Orada da bizi yine aynı pozisyonda oturtup bizlere aramalar yaptılar. Bir kısmımız arkası nehre dönük otururken siyah maskeli adamlar bizi arkaya doğru çağırmaya başladılar. Öncelikle türkçe bilmeyen bir kadın arkadaşımızı arkaya çağırdılar, kadına ne komutlar verildiğini anlamadığımız için ve kadın da ağlamaya başladığı için çok onun için çok endişelendik. Bizler tepki göstermeye başladığımızda bizleri hırpalamaya başladılar. Sırtımızdan tekmelediler, başlarımıza vuruyorlardı. Sonrasında tek tek her birimizi arkaya çağırdılar ve paralarımızı aldılar. Polis üniformalı, maskeli bir kişi nehirden bir bot içerisinde bize doğru geldi. Hepimizi o bota doldurdular ve karşı kıyıya ulaşmaya yakın, daha tam karaya varmamışken bizi nehre attılar. Sonra içimizden biri bizi tek tek kenara doğru çekti. Omuzlarımıza kadar ıslanmıştık. Sonrasında daha öncesinde alıp poşete koydukları telefonlarımızı da nehre attılar. Biz koşarak poşeti sudan çıkardık ve telefonların bir kaçını kurtarmayı başardık. Bizi Türkiye’ye geri ittiklerinde akşam saatleriydi, ıslak kıyafetlerimizle bir çalılığa sığındık. Türk tarafında yakalanma korkusu yaşamaya başladık. Çalılıklara saklanıp saatlerce bekledik, sonrasında kendimizi iyi hissetmeye başladığımızda çalılıklardan çıktık ve çamurlu yollarda yine 5-6 saat yürüdük. Bu yolu çoraplarla yürümek zorunda kalan arkadaşlarımız oldu. Sonrasında evlerimize geri dönebildik.
Özgürlük amacıyla çıkmış olduğumuz bu yolda yaşananlar çok acıydı. Fiziksel ve psikolojik olarak çok yıprandım. Bir ay boyunca geceleri siyah maskeli askerlerin kabusunu görüyordum. Tekrar cesaret edip buraya gelmeye karar vermek benim için çok zor oldu. Şu an bile burada polisleri gördüğümde çok endişeleniyorum ve panikliyorum. Ama şimdi Belçika’dayım. Yine buna maruz kalan birçok arkadaşımız var ve bizim burada yaptığımız tüm bu çalışmalar onlar için, geri itmeleri engellemek için. Umarım ses getirir. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
‘ADETA KENDİ MEZARIMIZI KAZDIK’
Ben Derya, ülkemizde özgürlüğümüz kısıtlandığı için 2020 yılının ağustos ayında eşimle birlikte Meriç Nehri’nden Yunanistan’a geçmeye karar verdik. Karşıya geçtikten sonra uzunca bir yol yürüdük ve bir Yunan köyüne yaklaştık. Köyün ışıklarını görünce çok mutlu olmuştuk, dinlenip biraz mola vermek istedik. Bu esnada beyaz bir araç bize doğru yaklaştı ve yanımızda durdu. 3 maskeli adam araçtan inerek bizlere fener tuttular ve kim olduğumuzu sordular. Sonrasında bizi yola çıkartıp ellerimizi arkadan kelepçeleyerek diz çöktürdüler. Kafamızı yere koymamızı söylediler ve yarım saat o pozisyonda bekledik, secde eder gibi. Bu yarım saat boyunca silahlarını üzerimizde gezdirdiler. Bütün eşyalarımızı aldılar. Paramızı, takılarımızı, saatlerimizi, üzerimizde ne varsa aldılar. Daha sonra bizi ayağa kaldırıp uygunsuz bir şekilde ayağa kaldırıp arama yaptılar. Başka bir araç geldi ve bizi yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından başka bir askere teslim ettiler.
Orada bizi konteynıra benzeyen bir araca koyup gece boyunca hepimizi tek tek araçtan indirip üst araması yaptılar, paramızın nerede olduğunu sordular. Bu durum çok korkutucuydu. Sonra bizi tekrar kargo aracına da benzeyen aynı aracın içine bindirip nehrin kenarına götürdüler. Bizleri sürekli iterek hızlı yürümemiz gerektiğini söylüyorlardı, ben ayağımı taşa çarpıp yere düştüm. Fakat hemen beni kaldırıp yürümeye devam etmemi istediler.
Nehir kenarına geldikten sonra önümüzde şişme botu şişirip bizi ona binmeye zorladılar. Nehrin ortasında biz ağlarken onlar bize bağırarak hakeretler ediyorlardı. Bizden nehrin ortasında suya atlamamızı söylediler, biz ise atlayamayacağımızı en azından kıyıya bırakmalarını istedik. Ama bizleri itekleyerek nehrin içine attılar. Nehrin içinden zorluklarla çıktık, zaten yarıya kadar ıslanmıştık. Biz Türk tarafına varınca bottakiler Türk askerlerine seslendiler. Türk askerleri de gelmişlerdi, bizlere ışık tutuyorlardı, çıkmamızı istiyorlardı. Biz çalılıkların arasına saklandık ve yarım saat hiç kıpırdamadan bekledik. Önümüz çeltik tarlasıymış, biz bunu bilmiyorduk ve hava aydınlanınca öğrendik. Gece boyunca da askerler yanımıza gelmedi. Geceyi orada geçirmek zorunda kaldık, çünkü önümüzde bir bataklık vardı, oradan çıkmak için defalarca yol aradık fakat bulamadık.
Ağustosun sonu olduğu için biz havanın sıcak olmasını beklerken her yer buz kesmiş gibiydi. Birbirlerimize sarılarak ısınmaya çalışıyorduk. En son toprağın sıcak olduğunu farkettik ve toprağı kazmaya başladık. Bir insanın kendi mezarını kazması gibiydi… Biz kazdıköa sıcak toprak geliyordu, her 15 dakikada bir toprağı kazarak kendimizi toprağa gömdük. Gün ağarana kadar sıcak toprakla birlikte Allah’a sığındık. Hava ağarınca yol aramaya başladık. 2 saate yakın bataklığın içinden çıkmak için çabaladık, bu esnada eşim bataklığa düştü ve onu çıkarmak için uğraştık.
Çok zorluydu bizim için. Özgürlüğümüz tamamen elimizden alınmıştı, üstüne sığındığımız ülke olan Yunanistan’dan böyle bir muamele görmek bizi çok yaralamıştı. Yaşadıklarımız bize çok ağır geliyor, şimdi bile anlatırken sesim titriyor. Başka insanların bunları yaşamasını istemiyorum. Bir daha yurtdışına çıkmak için, Yunanistan’a geçmek için, özgürlüğümüz için çok düşündük. Ama yapacak bir şeyimiz yoktu, ülkemizde yaşayabilecek imkanlarımız kalmamıştı.
-Yunan tarafında sizleri geri itenler Yunan resmi görevlileri miydi?
Bizi ilk karşılayanlar maskeliydiler, onların kim olduğunu anlayamadık, 3 kişiydiler. Onlar bizi resmi üniformalı Yunan askerlerine teslim ettiler. Bu askerler de bizi başka bir gruba teslim ettiler. 3 farklı grup vardı.
-Geri itmeye maruz kaldınız, bu sizin için çok ciddi bir travmaydı. Fakat yaşananlara rağmen tekrar denemek zorunda hissettiniz, Türkiye’yi terketmek istediniz?
Evet. Türkiye’de yaşamakla kıyas edilemeyecek bir şey. Türkiye’de yaşamak çok zor çünkü toplum baskısı ve her an bir şeyler olacakmış hissi insanı daha kötü etkiliyor. O yüzden biz tekrar özgürlüğümüzün peşine düştük.
SANATÇI NELL BERGER: İNSANLAR NEDEN GERİ İTİLİYOR?
Ben Nell Berger, Amsterdam’da yaşıyorum. İnsanları sanatıma dahil etmeyi seviyorum çünkü insanlar olarak sanatla daha içiçe olduğumuzda ve sanatı fiziksel olarak tecrübe ettiğimiz de bu bizlerde daha derin bir etki yaratıyor. Ben gerçekten insanlara ilham ve deneyim vermek istiyorum ve özellikle hazırladığımız bu masa sayesinde yaşananlarla ilgili insanlarla iletişime geçebiliyor ve onlara geri itmelerle ve misafirperverlik ilgili önemli mesajları verebiliyoruz. Bu hazırladığımız masa misafirperverliği, biraraya gelebilmeyi, fikirlerimizi birbirmizle paylaşmayı ve iyi bir şekilde dialog kurabilmeyi temsil ediyor. Geri itmelere gelince, burada misafirperverlik yok ve insan hakları yok sayılıyor. Peki o zaman geriye ne kalıyor?
İnsanlar geri itiliyor, ve buralara gelmeleri engelleniyor. En temel insani haklar hiçe sayılıyor. Ben insanların biraraya gelmesini, dialog kurmasını istiyorum, herkes düzgün, insani bir şekilde yaşamaya hakkı olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca bu gelen insanların ülkelerinin durumu ile ilgili de konuşmak zorundayız. Bu gibi ülkeler ve liderleri artık bu yüzyıla ait değiller. Fakat bu rejimler gün geçtikce daha da baskıcı olmaya devam ediyorlar.
-Bu geri itmeler Avrupa Birliği sınırlarında yaşanıyor ve bence bu durum Avrupa’nın normlarının ve değerlerinin sorgulanmasına sebep oluyor?
Evet, bu platform (Solidarity with Others) aynı zamanda Avrupa Parlamentosu’ndan birçok insanla iletişime geçerek sınırdan gerçekten neler yaşandığına dair daha çok bilgi istiyorlar. Ve biz hazırladığımız bu projeye “a border conversation” da diyoruz. İnsanlar birbirleriyle konuşabilmeli ve konuşmak zorunda.
Şimdi Ukrayna’da birçok mülteci var ve biz onlara kapılarımızı açarak buraya gelmelerini söylüyoruz fakat neden aynı tavrı Türkler, Suriyeliler ve Afrikalılar için sergilemiyoruz. Burada yanlış olan ne, tam olarak ne oluyor?
-Bu ikiyüzlülük değil mi?
Evet, öyle. Ben Ukraynalıların buralara gelebilmesinden dolayı çok memnunum, fakat korunmaya ihtiyacı olan diğer insanlarda buralara gelebilmeli.
Ukraynalıların şu an yardıma ihtiyaçları var, Avrupalılar onlara yardım ediyor ve etmeliler de fakat neden benzer yardımı Orta Doğu’dan, Afganistan’dan ya da Türkiye’den gelen diğer insanlar için göstermedikleri sorgulanmalı.
-Bu projeyi hazırlarken Yunanistan-Türkiye sınırından geçerken geri itmelerin kurbanı olmuş insanlarla konuştunuz, sizlere hikayelerini anlattılar. Bu hikayeleri dinlerken neler hissettiniz?
Bu korkunçtu çünkü kesinlikle onların yerinde olmak istemiyorsun. Anlattıkları hikayeler ve yaşamış oldukları şeyler gerçekten korkunçtu. Onlara bu hikayeleri bizlere anlatabiliyor olmalarından, yaşadıklarını yazabilmelerinden ve çizebilmelerinden dolayı minnettarım. Çizdikleri resimleri, yazmış oldukları metinleri bu masa örtüsüne işleyerek sergiliyoruz. Ama anlattıkları şeyler gerçekten çok üzücü ve insanın kalbini parçalıyor. Ben kesinlikle insanlara böyle müdahele edilmesini istemiyorum.