Dönemin Refah Partili milletvekili
Fethullah Erbaş,
esirleri
kurtarma sürecini anlattı.
PKK'ya esir düşen sekiz asker, Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) imzaladığı tutanakla teslim alındı. Kamuoyuna yansıyan fotoğraflar
tartışma yarattı.
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin, "Kurtulmalarından fazla sevinç duymuyorum" dedi.
Siyasi parti temsilcileri, askerlerin
propaganda için kurtarıldığını söyledi.
Tarih, 1996'yı gösteriyordu. Hakkari'nin
Şemdinli ilçesinde bulunan Ortaklar Karakolu'na yapılan
baskında 15 asker ölmüş, 8 asker kaybolmuştu. Sonra, askerleri PKK' nın kaçırdığı ortaya çıktı. Bir grup anne, dönemin
Refah Partisi milletvekili
Fethullah Erbaş'ın kapısını çaldı. Onlar, çocukları
terör örgütü tarafından kaçırılan annelerdi. O arada PKK, yayın organından, 'Fethuııah Erbaş gelirse teslim ederiz' açıklamasını yaptı. Bu açıklamadan sonra, asker anaları Erbaş'ın peşini bırakmadı. Erbaş,
Kuzey Irak' a gitti.
Askerleri aldı geldi. Erbaş ile o günleri konuştuk.
TEMPO: Sayın Erbaş, hafta sonu, PKK elindeki askerleri DTP'lilere teslim etti. Cipler, Amerikalılar, Iraklılar. Tören gibi yani, sizin zamanınızda da böyle miydi?
Fethullah Erbaş: Bir kere, her şeyden önce askerlerin getirilmesi
Türkiye için güzel bir olay oldu. Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Annelerin mutluluğu, insani olarak, Türkiye' de herkesi sevindirdi. 10'a yakın gazeteciyle gitmiştik o zaman. Üç gün Dohuk'ta bekledik. Otelde kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu. Oysa, gazetelerinden askerleri vereceklerini duyurmuşlardı. Biz dört kişi, onların bürosuna gittik. PKK bu arada asker ailelerini alıp götürmüş. Aileler de orada. Ben Dohuk'ta teslim alacaktım. Kampa gitmeye falan niyetim yoktu.
T: DTP hakkında
soruşturma açıldı.
F.E.: Şimdi PKK'nın, askerleri kaçırdıktan sonra meselesi propaganda yapmak. Yoksa niye versin, vermez. Bugünkü durum bizim gittiğimizden farklı. PKK, bu askerleri vermek zorunda. Çünkü Türkiye, o bölgede bir harekete geçti.
İsrail iki askeri kaçırıldı diye Lübnan'ı tarumar etti. Kimse, "Operasyon yapma" deme hakkına sahip değil bu koşullarda.
T: Az önce PKK'nın amacı propaganda dediniz. Sizin başınıza da geldi bu, değil mi?
F.E.: Biz gittiğimizde Abdullah
Öcalan başta ve Şam'daydı. O zaman da propaganda yapmak istediler. Bizi bir birlik karşıladı. Daha sonra bana, "Bu birliği selamlayın" dediler. Ben düşündüm ne diyeceğimi...
T: Onlar ne denmesini istiyordu?
F.E.: Merhaba gerilla.
T: Siz ne dediniz?
F.E.: "Selamünaleyküm" dedim.
T: Ama sonra tuzağa düştünüz, değil mi?
F.E.: Mağaraya girdik.
Ağustos sıcağında, güneşin ortasından karanlık yere girince, göz bebeklerin küçülüyor.
Karanlık görüyorsun her tarafı. Hissedemedik
bayrak falan. Baktık yere bir şeyler sermişler. Oturduk, bir müddet sonra gözler alıştı, flaşlar patladı, oradaki fotoğraflar belli oldu. Bizi de öyle gösterdiler. Askerleri de biz bayrak altında falan almadık. Annesi gelen iki tanesini verdiler zaten. İkinci seferde, "Ben kampa falan gelmem" dedim. Dohuk'un yakınında, dağlık arazide teslim aldım.
T: Kıstas nedir, PKK kime verir esir aldığı askerleri?
F.E.: Terör örgütünün bir kanunu falan yoktur. Konjonktür ne gerektiriyorsa onu yapar. Anneler her gün Türkiye'de merakla çocuklarını bekliyorlardı. Ve çoğu, evladını öldü zannediyordu. Ta ki
Milliyet gazetesinde askerlerin fotoğrafları yayımlanana kadar. O hadiseden sonra bütün dünya duydu. Duyulunca, bir baskı unsuru oluştu PKK üzerinde. Anneler, Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay Başkanı,
Başbakan dahil herkese başvurdu. Bir netice alamadılar.
T: Neden netice alınamıyor?
F.E.: Tabii devletin
terör örgütü ile masaya oturup pazarlık yapması söz konusu değil. Ben Doğu milletvekili olarak bölgeyi tanırım ama benim oradaki ilişkilerim yasal kişilerleydi. PKK'yla bir işim olmaz. Ama ailelere de söz vermiş oldum. Sonra bir
basın toplantısı düzenledim, "Bu ülkede
sivil toplum kuruluşları yok mu?" diye sordum. O zaman İHD ve
Mazlum-Der yetkilileri aradı. Onlarla birlikte gittik.
T: Sizi Süleyman Demirel'in gönderdiği de konuşuldu.
F.E.: Ben uçak1a Van'a gitmeden VIP salonunda oturuyorum. Çeşitli partilerin de milletvekilleri var. Geldiler; dediler ki, seni Cumhurbaşkanı arıyor. Ben de dedim ki: "Gırgır geçmeyin." Çünkü biz aramızda, "İçişleri Bakanı arıyor" deriz. Bu, 'hanım arıyor' demektir. Güldüm. "Alo" dedim, bu arada telefonun sesini dışarı verer tuşa bastım. "Fethullah, bu çocuklarla ilgilendim, gözlerinden öperim" dedi karşıdaki ses. Gerçekten Demirel'di. Herkes duydu. O zaman onun yolladığını sandılar.
T: Kimsenin haberi yok muydu giderken?
F.E.: Herkesin haberi vardı. Giderken kimse bir şey demedi. Gelince ortalık karıştı. İki askerle dönünce, bir de basında o fotoğraflar çıkınca, "Terör örgütüyle pazarlık yaptın" diye suçladılar. Rahmetli Türkeş, "Ensesinden tutun, Meclis'in kapısına
koyun bunu" dedi.
Mustafa Kalemli, istifamı istedi. Neler söylediler,
küfür ettiler. Kardeşim ne yapayım? Bir hata yaptım. Ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin tepkisinde haksız olduğunu düşünmüyorum. Ama görmedim gerçekten o bayrakları.
T: Partiniz sahip çıktı mı?
F.E.: Bir arkadaşımız çıktı, "Osmanlı'yı Lawrence'lar yıktı, sen
de bu ülkenin Lawrence'ı oldun" dedi. Aradan 15-20 gün geçti, bir tanıdığıyla odama geldi. "Bu arkadaşımızın çocuğu da kaçırılmış. Bunu nasıl getireceğiz?" diye sordu. "Benim imkanım bu kadar, git biraz da sen Lawrence'lık yap" dedim.
Basın toplantısı yapıldı, orada bana sahip çıkıldı. O zaman epey rahatladığımı hatırlıyorum.
T: Askerler esir alınınca Roj TV'ye çıkıp konuşuyorlar. Neden?
F.E.: Bir yerde esirken, karşındaki tetiği çektiğinde öbür dünyayı boylar. Korkarsın. Sen başka bir eve girsen bile, o evin kurallarına uymak zorundasın. Zorla yaptırıyorlardır onları.
T: Sizi orada kim karşıladı?
F.E.: Murat
Karayılan ve Rıza Altun karşıladı. Gittik oturduk.
Yemek pişirdiler. Kuzu etinden yapılmış, o da bize dokundu zaten. Yemekten sonra Apo ile konuşmuşlar. Apo, "Sadece annesi gelenleri vereceksin" demiş. Ben
itiraz edince, "Serok öyle istiyor" dediler. Serok, Apo'ymuş. Orada öfkem doruğa çıktı. Lider kadrosundaki kişilere ağzıma ne gelirse söyledim. Sövdüm yani.
T: Eeee onlar sessiz mi kaldılar sizin sövmeniz karşısında?
F.E.: Dediler ki: "Ağabey sessiz söyle. Bak buradaki militanların biri deli falan olur, ateş eder."
T: Esir askerlerden İbrahim Yaylalı'nın dönmek istemediği doğru mu?
F.E.: O, PKK'mn eline düşmeden yaralanmış. Başçavuş da herhalde kendini kurtarmak için bunun firarını vermiş. Bundan da PKK'nın haberi olmuş. "Türkiye'ye gelirsem beni asarlar" diye korkuyordu. Ben buna iki tokat attım orada. "Eşek herif, anan baban kahrından ölecek" dedim. Bunun aklı başına geldi. Döndü bizimle. Korktuğu gibi bir şey olmadı. Yeniden askerlik yaptırdılar. Esir düşen askeri suçlamamak lazım. Ben gördüm, araştırdım esir alındıkları yerleri. İsteyerek esir düşmüyorlar ki.
TEMPO