650 bin kişi gözaltına alındı. 517 kişiye idam cezası verildi, 50'si asıldı. 30 bin kişi 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle işten atıldı. On binlerce kişi ülkeyi terk etti. 300 kişi
şüpheli bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Bunlar Kenan
Evren önderliğindeki cuntanın gerçekleştirdiği 12
Eylül darbesinin hatıra gelen ilk bilançosu. Darbenin üzerinden 32 yıl geçti. O günlerde kanlı işkenceler yaşayan, asker ve polis eliyle
akıl almaz yöntemlerle şiddete maruz kalanlar o anları bir gün bile unutmadı. Tanıkların bizzat yaşadığı olaylar,
12 Eylül'ün bütün kesimlerinin nasıl bir işkenceye maruz kaldığını gösteriyor. Acı hatıralar, '
intihar ya da şüpheli' denilerek
kayıt dışı tutulan ölümlerin aslında taammüden
cinayet olduğunu gözler önüne seriyor. Bir nesli yok eden kanlı darbenin aktörleri de mağdurları da hâlâ aramızda yaşıyor.
Anneme de işkence ediyorlardı kurtarmak için cinayetleri üstlendim
Yanık, annesinin ölümünü de
gözyaşı içinde anlatıyor: "Zaten 7 yıl sonra da kahrından öldü. Sorguda sürekli elektrik işkencesi ve
Filistin askısına maruz kalıyordum ki dayanacak gücüm yoktu. Bana ne kadar
faili meçhul sordularsa hepsini ben öldürdüm dedim. Nasıl öldürdün diye soruyorlardı bilmiyordum ki adam nasıl ölmüş. Söylediklerim tutarsız olduğu için sürekli baştan yazdırıyorlardı. Sonra dayanamadılar ne söyledilerse aynısını yazmamı istediler. Mamak'ta çok şiddetli işkencelere maruz kaldım. Hatta rögara sokulan 2 kişiden biriyim. Mamak
Cezaevi Müdürü
Albay Raci Tetik, bize işkenceyi kastederek 'Kıbrıs'ta Rumlara öyle bir
abdest aldırdım ki hâlâ abdestleri bozulmadı. Size de aynı abdesti aldıracağım.' derdi. Adam gerçekten haklıymış. Gördüğüm işkenceler beni insanlıktan çıkardı. Yaşadıklarımı hâlâ unutamıyorum."
Yanık, C5 koğuşunda o dönem
sıkıyönetim komutanlığı emrinde görev yapan Zeki Kaman ve Dürüst Oktay'ın kendisine ve annesine işkence yaptığını belirtiyor. Özellikle Zeki Kaman'ın annesine yaptığı işkenceleri unutamadığı anlatan Yanık, "Şu anda ikisi de sağ. Tek dileğim açılan davada hakim karşısına çıkarılmaları, hak ettikleri cezayı bir an önce almaları." diye konuşuyor.
80 Anayasası'na 'hayır' dediğimiz için köy meydanında falakaya yatırdılar
Kozluk ilçesinin Zilan (Yeniçağlar) köyünde yaşananlar, 12 Eylül darbesinin tahribatının en iyi örneklerinden biri. Darbe Anayasası'na 'hayır' oyu verdiklerinin ortaya çıkmasından 4 gün sonra köyün etrafını saran askerler, cami hoparlöründen
anons ederek
halkın okul bahçesine toplanmasını, gelmeyenleri cezalandıracaklarını duyurdu. Bütün halk kısa sürede okul bahçesine toplanmış, medresede
hasta yatan Molla Ali Yaz ile onu yalnız bırakmayan oğlu ve köy imamı Abdulvasi Yaz gelmemişti. Medreseye gelen bir
üsteğmen ikisine derhal köy meydanına gelmesini istedi. Köy imamı Yaz, babasının hasta olduğunu ve kalkamayacağını anlattığı sırada üsteğmenin yumruğunu sağ gözünde görmüştü. Bunun üzerine Abdulvasi Yaz, babasını sırtına alıp askerler ile beraber köy meydanına getirdi. Babasının ayakta duramayacağını, bu nedenle oturması gerektiğini söylemesi üzerine orada bulunan başka bir sorumlu
subay kendisine "Sen kimsin?" diye sordu. Abdulvasi Yaz'ın kendisini tanıtması üzerine görevli subaylar, "Biz de seni arıyorduk" dedikten sonra askere emir vererek Yaz'ı okulun içine götürdüler.
Cuntanın yaptıklarını Abdulvasi Yaz şöyle anlatıyor: "Ayaklarımı tüfeğin kemerine bağladılar. İki asker göğsümün üzerinde oturdu. Ayaklarıma sopayla vurdular. Darbelerden dolayı sağ ayak
serçe parmağım kırılmıştı. Ayıldığımda başucumda duran subay 'Referandumda hayır çıkması için neden
propaganda yaptın, bunun cezasını biliyor musun?' diye sordu. Ben 'hayır' dedim. Bana 'Senin propaganda yapan dudaklarını yakacağım.' dedi. Ve defalarca sigarayı içip içip dudaklarımda söndürdü. Dudaklarım tamamen yandı. Henüz dört günlük damattım ve üzerimde de damatlığım vardı. Beni o şekilde dışarıya, halkın önüne çıkardılar ibret olsun diye. Ben o haldeyken kendime değil, köydeki iki hacı amcaya yapılan muameleyi görünce üzüldüm. Köyün en yaşlılarından Hasan
Öztürk ile Hüseyin Kaya'nın sakallarını birbirine bağlayıp, arasına sopayla vurup yolmaya çalışıyorlardı. Düşen sarıklarını alıp dalga geçtikten sonra tekrar başlarına fırlatıyorlardı."
Bir metrekarelik hücrelerde günlerce tutulurduk
Hüseyin Yılmaz (Sol görüşlü)
Ankara Mamak
Cezaevi'nde işkence gören bir başka isim Hüseyin Yılmaz. Bugün 78'liler Derneği'nin açtığı 12 Eylül Utanç Müzesi'nin görevlilerinden biri. Yılmaz, 29 ay kaldığı cezaevinde sistematik işkencelerine maruz kalmış. "
Mamak Cezaevi Komutanı Raci Tetik geldiği günden itibaren işkenceye başlamıştı." diyor. En ağır yöntemlerinden birinin '
tabutluk' denilen 1 metreye 1 metre mekanlarda hapsi şöyle anlatıyor: "Filistin askısı, elektrik, falaka, duvara tek ayak
parmak üzerinde üstünde durdurma gibi işkencelere maruz kaldım. 1 metreye 1 metre alandaki hücrede ceza olarak hapsedildim. Ayağını uzatamıyorsun, kalkamıyorsun. Her yer zifiri karanlık. Tam bir tabut gibiydi." Yılmaz'ın anlattığına göre, arkadaşı Satılmış
Şahin koğuşunda dövülerek işkenceyle öldürülmüş. Daha sonra 6. kattan atlayıp intihar etti diye
rapor tutulmuş. Yılmaz, "Bu yöntemle birçok arkadaşımız öldürüldü.
İşkence gördüğüm o günler gözümün önünden gitmiyor." diye konuşuyor.
Bir elimiz duvara kelepçelenerek günlerce aç susuz bekletilirdik
Mehmet Akkale (Ülkücü)
Kayseri Zincidere Cezaevi'nde Cumali Şimşek'in işkencelerle öldürülüşünün canlı tanıklarından Mehmet Akkale ise şahit olduğu işkenceleri anlatırken bile yerinde duramayıp aynı acıları hissediyor. Çarmıh işkencesi yapılıp altlarından sandalyenin çekildiğini, pazularına binlerce toplu
iğne sokulup çıkarılıyormuş gibi acı hissettiklerini, bir ellerinin duvara kelepçelenerek günlerce aç susuz bekletildiklerini anlatıyor: "Ben de yaşadığım için biliyorum. 10 dakika içinde sesin kesiliyor, bağıramıyorsun bile, baygınlık oluyor.
Bodrum kat sadece işkence içindi. Birinci kat ise
sorgu ve işkence için kullanılıyordu. Çırılçıplak edip 7-8 kişi copla meydan dayağı atıyor. İki üç gün sonra vücudunun her tarafı yeşilleniyor. Sonra tekrar aşağı alıp yeşillenmiş yerlere tekrar vurdular mı çok aşırı derecede yanıyordu. Falakada ise 30'dan sonra her vurduğu cop beynini yakıyor."
Vücuduma verilen elektriğin izlerini hâlâ taşıyorum
Levent Ayhan (Dev-Yol'un
Ulus Sorumlusu) Dönemin Dev-Yol Ulus sorumlusu olan Levent Ayhan darbenin ardından Ankara Emniyet Sarayı'nda işkenceye maruz kalmış. Ayhan, binanın 6. katına asıldığını, sorguda kendisine sürekli elektrik verildiğini, izlerini hâlâ taşıdığını anlatıyor. İhbarlar üzerine gözaltına alındığını anlatan Ayhan, "3 polis cinayeti suçlamasıyla idamla yargılanıyordum. 4 yıl Mamak Cezaevi'nde yattım. Failler yakalanınca askeri
mahkemede
beraat ettim. Suçsuz olduğum açıkça ispatlanmasına rağmen çıktıktan sonra bir de
sivil mahkemede yargılandım. İnsanı yok etmek için her şeyi yapıyorlardı. Cezaevinde 4 yıl suçsuzluğumun anlaşılmasını bekledim." diyor. Sol görüşlü Yılmaz Cerek de Mamak Cezaevi'nde 3 sene işkence görmüş tanıklardan. Cerek, o günleri şöyle anlatıyor: "Biz cezaevinde ne
tutukluyduk ne savaş esiriydik ama en ufak bir hak ve hukuk söz konusu değildi. Falaka, Filistin askısı gibi işkencelerden geçirildim. Artık yediğimiz sınırsız dayak ve küfürleri saymıyorum."
Akıl almaz işkence yöntemleri uygulandı
Falaka: Yaygın ve sürekli kullanıldı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik
demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi.
Köpek saldırtma: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.
Zincir: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.
Ayaktan asma (Tepe): 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı.
Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar,
İstiklal Mar-şı'nın on kıtası okutulurdu.
Kule: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçimde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla
kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.
Sehpa: Tutuklu gece koğuştan alınıp koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip ipin ucuna tutuklunun
boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili
infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.
Lağıma sokma: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.
Hastane: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.