1999 yılının sonbahar günleri,
Washington, her zamanki gibi güzeldi... Bir kente sonbahar yakışır mı... Mesela benim göz nurum
İstanbul, ilkbahar ile güzelleşen bir kenttir... Washington’ a da sonbahar yakışır...
Kuşkusuz, kentin
Beyaz Saray’a yakın bir bölgesinde bulunan ve kurulduğu günden beri savaşı eksik olmamış bir
ülke olarak tüm savaşların da anılarını duvarlarında sergileyen ‘Emekli
Askerler Kulübü’nün bir masasında oturan hayli
yaşlı fakat bir o kadar da dinç kişi, bana, bugüne kadar yazmadığım bir anısını aktarıyordu...
Fred Haynes...
İkinci Dünya Savaşı’nda ünlü Okinawa adasına çıkan
deniz piyadelerinin en ön saflarında yer alan iyi bir asker...
Kore Savaşı’nda Türk Tugayı’nın inanılmaz kahramanlıklarına şahit olmuş ve
Türkiye ile gönül bağını o yıllarda kurmuş
emekli bir Amerikalı
general...
Bir de... 1950’li yıllarda, yani Adnan
Menderes liderliğindeki
Demokrat Parti’nin ülkeyi tek başına taşıdığı günlerde
Ankara’daki
Amerikan Büyükelçiliği’nde askeri ataşe olarak görev yapmış bir isim...
Washington’daki ‘askeri kulüpte’ bir yandan yemeğimizi yerken, diğer yandan, Amerikan-Türk
Dostluk Konseyi Başkanı olarak geçmişin ilginç labirentlerine girmeyi
tercih etmişti:
‘Menderes ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum. Büyükelçi ile birlikte gitmiştik. Kendisinden çok emin bir ifadesi vardı. Oysa bizim elimizdeki raporlar,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin alt kadrolarının çok hareketli olduğu, hatta, baş
bakanın evlilik dışı hayatının bile kurmaylar arasında sohbet konusu yapıldığı yönündeydi. Bunu,
büyükelçinin yanında kendisine aktardım, siyasi olduğu kadar özel yaşamından kaynaklanan bazı iddiaların ileride büyütülerek kendisinin hırpalanacağını ifade ettim...Biraz durgunlaştı ama üzerinde durmamayı tercih etti...’
TÜRKEŞ: İHTİLALİN PARASI YOK...
Fred Haynes, bu girizgahın devamında
Türk tarihi açısından önemli bir dönüm noktasındaki rolünü de aktarmaktan çekinmemişti:
‘Neyse... İhtilal oldu... Biz, bütün personelimiz ve ailelerimizle büyük
elçilik binasındaydık. Ön güvenlikte görevli deniz piyadeleri, bir Türk tankının elçilik dış kapısına dayandığını ve üzerindeki albayın bizden biriyle mutlaka görüşmek istediğini bildirdiler. Askeri ataşe olarak görüşmekle ben görevlendirildim. Gittim. Gerçekten de büyükelçiliğin
Atatürk Bulvarı’na bakan tarafındaki kapısına dayanan bir Türk tankının namlusu, bahçemize kadar girmişti ve üstünde son derece sert görünümlü bir Türk albayı bulunuyordu. Kapıya yanaşınca albaya
selam verip kendimi tanıttı, o da tanktan aşağıya atlayıp kendini tanıttı:
Albay Türkeş!..
Ne istediğini sorduğumda son derece düzgün bir ifadeyle, yıkılan hükümetin devletin kasasında bir tek dolar bile bırakmadığını, acil para bulunmazsa devletin işini yapamayıp, memur maaşlarını bile ödeyemeyecek duruma geleceğini ve ihtilalin parasızlık nedeniyle daha başlamadan biteceğini söyledi. İsteği, benim, kendisiyle başbakanlığa gitmem, oradaki kriptolu teleksten Washington ile temas kurarak, ihtilalin acil ihtiyacı olan 50 milyon dolarlık transferin gerçekleşmesini sağlamamdı.
Büyükelçi izin verdi, Türkeş’le birlikte başbakanlığa geçtik, ben teleksi ilettim, sonra
Pentagon ve
Dışişleri Bakanlığı’ndakilerin saat farkı nedeniyle uyanıp işlerinin başına gelmelerini beklemeye başladık. Saatler sürdü bu ve çok sıkıntılı bir bekleyişten sonra teleksten, istenilen paranın Türkiye’ye transferin yapılacağı bildirildi.
Albay Alpaslan Türkeş çocuklar gibi sevinmişti... O günden sonra Türkeş’le ne zaman karşılaşsam, 27
Mayıs’ta olduğu gibi selamlaşırım...’
Fred Haynes’in anlattıkları bunlar...
Bugün, Türk siyasi yaşamının ilk
darbesinin yıldönümü...
Türkiye, bir darbe sonucu idam ettiği üç önemli politikacısının ağırlığını hep hissetti... Bu idamlara karşı intikam için darağacına yollanan ‘üç fidanının’ acısını da içinden atamadı...
Yarım asır... Anılar kendisinden sonra gelen bütün kuşakları
esir alıyor...
Star gazetesi