200 terörist sınırdan nasıl sızdı?
Hakkari'nin
Dağlıca bölgesindeki
hain saldırıya tepkilerimizi ortaya koyarken, bu soruyu cevapsız bırakamayız. Eğer bu soruyu görmezlikten gelirsek, inanın, vatana en büyük ihaneti işte o zaman yapmış oluruz.
Acımız büyük,
öfke doluyuz. Ama şehitlerimizin ardından
gözyaşı dökerken artık zaaflarımızı, hatalarımızı da konuşmalıyız.
İlker Başbuğ Paşa'nın terörle mücadelede geride bıraktığımız 23 yılda terör örgütüne katılımı önleyemediklerine dair yaptığı öz
eleştiri, tüm yönleriyle geliştirilmelidir.
Bu konuya birkaç gün sonra girmeyi düşünüyordum ama kimi
emekli asker, siyasi ve köşe yazarlarının TV ekranlarına çıkıp '
Tezkere hemen uygulanmadığı için
PKK'ya cesaret verildi' türünden yaptığı sorumsuz açıklamalar yüzünden takvimi erkene aldım.
Allah aşkına, sınıra 2 kilometre mesafedeki Dağlıca mevkiindeki askeri birliğe saldırının tezkereyle ne alakası var?
Bakın; Şu an hali hazırda
Kuzey Irak'ta iki tabur askerimiz var. Ağırlıklı olarak istihbarat amaçlı bölgede bulunuyorlar. Daha önce asker sayımız 5 bini geçiyordu. Bu çuval hadisesinden sonra asker sayımız iyice azaldı.
Diğer taraftan binlerce askerimiz, tankımız, topumuz sınıra sevk edilmiş durumda. Tüm Irak sınırı boyunca teyakkuz halindeyiz. Uçak ve helikopterlerle
operasyon bölgeleri sürekli taranıyor.
Ama bir grup hain gece yarısı sınırdan içeri giriyor, askeri birlikler arasındaki bağlantıyı koparmak için önce Dağlıca köprüsünü havaya uçuruyor, sonra aynı bölgedeki askeri birliğe ağır silahlarla saatlerce saldırıyor.
Bu durumda sormak lazım:
Sınırda teyakkuzda olduğumuz,
sınır ötesi operasyona hazırlandığımız sırada bir grup
teröristin Kuzey Irak'taki kamplardan kalkıp saatlerce dağda yürüyerek sınırdan iki kilometre içeri sızıp bu eylemi gerçekleştirmiş olması nasıl izah edilebilir?
Eminim ki, bu soru, Hakkari'den acı haberi ilk duyduğumuzda herkesin zihnini kurcalamıştır. Bana gelen telefonlar ve
elektronik mesajlardan bunu anlıyorum.
Elbette hainlerle görülecek hesabımız var ama kendi sınırımızı koruyamazken sınır ötesi tezkerenin arkasına sığınmak kime ne yarar sağlar?
Adını açıkça koyalım: Maalesef
Türkiye, çok ciddi istihbarat zaafının pençesindedir. Sorumlu kimler? İster MİT, ister askeri istihbarat veya
JİTEM, kimse sorumlu onlar da
hesap vermelidir.
PKK'yı ve
İmralı sakinini, Türkiye'nin başına bela eden de zaten istihbarat kuruluşlarımız içindeki kimi vatanseverler (!) değil mi?
Bakın, eski
MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Haberx haber portalından Hülya Okur'un ' PKK ve Abdullah
Öcalan hangi derin devletin kucağında büyüdü?' sorusunu cevaplandırırken ne diyor: 'Herkesin kucağında büyüdü.
Bebek yaşamaya başlayınca çok anne,
baba çıkar ortaya. Çok anası, babası olan, tamamen diğer servislerin hizmetinde taşeronluk yapıyor.'
Acı bir
itiraf değil mi?
Üç beş gazetecinin telefonlarını dinlemeyi, etkin ve yüksek tirajlı gazetelere
muhbir yerleştirmeyi maharet sananlar, İmralı sakininin doğumuna katkıda bulunanlar şimdi teröristleri uzaktan izliyorlar.
Terörle mücadelede daha etkin sonuçlar almak istiyorsak, istihbarat kuruluşlarının yeniden yapılandırılması ve operasyonel gücünün arttırılması zorunludur. Hırsızı yakalamalıyız tamam, ama önce kapı ve pencereleri kapatalım. Acı ama gerçek; Bu istihbaratla yola çıkılmaz.
ŞAMİL TAYYAR/STAR