33 erin
ölüme gönderildiği
Bingöl saldırısında ağır yaralanan
Erdal Özdemir onbeş yıl sonra bilmek istiyor: Biz neyin
kurbanı olduk. Özdemir henüz 20’sindeyken kendisini tekerlekli
sandalyeye bağlayan saldırıyı anlattı:
Malatya İl Jandarma
Alayı’nda, yerden ve havadan eskort kuralı çiğnenerek korumasız araçlara bindirildik, silahsızdık. Denizli’nin Karakova köyünde günlerini tüp bebek yöntemiyle hayata gelen oğlu
Vatan’la geçiren Özdemir
Ergenekon’dan şüpheleniyor: Tutuklu komutanlara bakıp yaşadıklarımız çeteyle bağlantılı mıydı diyorum. Hayatını değiştiren Bingöl saldırısında “kurban edildiklerine” inanan Özdemir bu kuşkusunu dile getirip sorular sorunca tehdit telefonları almış: Konuşan gazinin başına dert açarlar...
Erdal Özdemir, 1993’te 33 silahsız erin şehit edildiği Bingöl’deki kanlı saldırıdan ağır yaralı olarak kurtulan beş erden biri. Vücuduna aldığı yedi kurşun yarasıyla altı ay yoğun
bakımda kaldı, yaşamla ölüm arasında gidip geldi. Hayatta kalmayı başarabildi ancak, ömrünün geri kalanını tekerlekli sandelyede sürdürmeye mahkum oldu.
Özdemir, Denizli’nin 1000 nüfuslü Karakova köyünde, annesi, eşi ve oğlu Vatan’la birlikte yaşıyor. Vatan üç yaşında. Özdemir, Vatan’ın annesiyle 1999’da evlenmiş. Üç yıl önce de tüp bebek yöntemiyle Vatan’ı dünyaya getirmişler. Özdemir, günün büyük bölümünü akülü sandalyesiyle, dışarıda, köyün içinde dolaşarak geçiriyor. Vatan da, babasının yanından bir an olsun ayrılmıyor. Özdemir’in evinin önünde
pamuk tarlaları uzanıyor. Tam karşıda ise
Pamukkale görünüyor. Özdemir, bir gününün nasıl geçtiğini şöyle anlatıyor. “
Sabah erken kalkarım. Köyde bir kaç
bakkal var. Tek tek bu dükkanları ziyaret ederim. Her dükkanın önünde bir kaç saat kalırım. Çünkü en iyi sohbet yeri bakkal önüdür. Oğlum da yanımdan ayrılmaz.
Özdemir, haber izlemiyor. Doğu ve Güney
doğu’daki çatışma haberlerini özellikle takip etmiyor.
Gazi arkadaşlarının da aynı şekilde haber izlemediğini anlatıyor. Nedenini ise, “Psikolojik olarak rahatsızlık veriyor” diyerek açıklıyor.
Az rüya çok gerçek
15 yıl önceki katliamın izlerini bedeninde taşıyan Özdemir, o günün kanlı sahnelerini rüyalarında tekrar tekrar gördüğünü belirtiyor: “İlk yıllarda sık sık kabus görürdüm. Aslında kabus dediğim zaten kurşuna dizildiğimiz, yani yaşadığımız olayın kendisi. Rüyada bindiğim otobüsün şoförüne ‘geri dön’ diye bağırıyorum. Sonra bizi kaçırdıklarını görüyorum. Ama ben, bizi nasıl öldüreceklerini önceden bilmenin dehşetiyle titriyorum, çıldıracak gibi oluyorum. Uyanıyorum işte, olup biten bir rüya diyorum, ama önceden yaşadığım bir rüya.”
Erdal Özdemir, askerliğe gitmeden önce şoförlük yapıyordu. Arabalara duyduğu sevgiyi, “Şoförlük uçmak gibi” diye tanımlıyor ve sözünü şöyle sürdürüyor: “
Askere gitmeden önce servise çıkardım. ‘Benim işim budur’ diyordum, mutluydum.
Askerlik dönüşünde
dolmuş alacak ve bu işi yapacaktım. Ama gel gör ki işte bu akülü sandalyeye şoförlük yapıyorum şimdi.”
Daha yirmisindeydim
Özdemir, bir daha hafızalardan silinmeyecek olan yakın tarihimizin en kanlı katliamını, 15 yıl önceki günü şöyle anlatttı: “
Hatay Serinyol’da acemi birliğin ardından dağıtım izni için köyüme gelmiştim. Usta birliğim Bingöl’e çıkmıştı. Ben 20 yaşındayım,
aslan gibi askerliğimi yapıp dönerim diye köyden ayrıldım. Malatya’da er toplanma merkezi vardı.
24 mayıs günü Malatya’ya indim. Sabahtı. Garajda inzabatlar benim gibi oraya gelen erleri alıp Malatya İl Jandarma Alayı’na götürdü. Sivildik, üzerimizde asker kimliği, boynumuzda künyelerimiz vardı. Hemen yola çıkacağımız söylendi, geceyi orada geçirmek isteyenler olunca, ‘sabaha kadar dayak yersiniz, herkes şimdi gidecek’ talimatı verildi. Sevk kağıtlarımız imzalandı. Yol parası için her askerden beşer bin lira toplandı. Yaklaşık elli askerdik. İki midübüs kiralanmıştı. Bunlara Alay’ın kapısından bindik. Koruma olarak hiçbir eskortun olmadığını kısa sürede anladık. Yani ne
araba dışında güvenlik vardı ne araba içinde silahlı bir asker; hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı.”
Yol kesilmişti
Özdemir bindikleri otobüsün
akşam 18.00’da Bingöl’e yakın bir mevkide yolu kesen
PKK’lılar tarafından durdurulduğunu şöyle anlattı: “Hiç anlam veremedim, birden yolun kesildiğini ve etrafta silahlı insanlar gördük. Anladık ki,
teröristler yol kesmiş ve tehlikedeydik. Herkeste askeri kimlik vardı, bizi aşağı indirip onarlı gruplar halinde topladılar. Yüzlerce
sivil vatandaş vardı. Bizleri bir köye inen patikada yürüttüler.
Biraz yürüdükten sonra çalılıklar vardı, orda durduk.
Helikopter sesi gelince bizleri çalılıkların içine soktular. Daha sonra tekrar yürüttüler. Bir köyün içinden geçirdiler, orda teröristlerin sayısı da çoğalıyordu. Üzerimizde ne kadar değerli
eşya, para varsa aldılar. Tahminime göre gece üçe geliyordu. Bizi düz bir patika yolun üzerine topladılar.
Bizi öldüreceklerini anladık. Biz kol kola girmeye başladık. Bazılarımız dua ediyor, şahadet getiriyordu. Tarama başlayınca kendimi yere atmıştım. Askerlerin altında kalmıştım. Tarama ne kadar sürdü bilmiyorum. Önce gittiklerini duydum, sonra iki kişi gelip yeniden bizi taradı. Ben yedi kurşun aldım bu taramada. Her yanım kan ve asker arkadaşlarımın parçalanmış bedenleriyle doluydu. Sabaha kadar yarı ayık ve yarı baygın geçti. Daha sonra kurtarıldım.”
15 yıldır cevap bekliyorum
Erdal Özdemir, birliklerine kendi başlarına gitmelerine izin verilseydi, böyle bir olayın başlarına gelmeyeceğini söyledi: “Yol parasını bizden aldılar, sivil araçla gönderdiler, yolda yerden eskort, havadan helikopterle güvenlik önlemi alınmamıştı. Oysa zırhlı araçlarla güvenlik eskortu bize eşlik etmesi gerekiyordu. Kurallar böyleydi. Ama yerine getirilmemişti. O halde ne diye bizi kendi başımıza bırakmadılar? Biz birliklerimize daha güvenli teslim olurduk kesinlikle.” Özdemir, dönemin Jandarma Asayiş Komutanı
Necati Özgen’e bu soruları yönelttiğini, ancak, ne Özgen’in ne de başka biri bu soruları yanıtlayamadığını söyledi.
Bizi çoktan unuttular
Erdal Özdemir gazilerin çoktan unutulduğunu söylüyor ve ekliyor: “Yılda bir bayramdan bayrama bir
tebrik kartı gelir ya da gelmez.
Bilim hergün ilerliyor, yeni tıbbi teknikler gelişiyor. Gaziler bu tıbbi gelişmelere göre yeniden rehabilitasyon merkezinde
kontrol altına alınabilir,
tedavi edilebilir. Ama olmuyor. Hastaneden çıktık, işimiz bitti gibi yaklaşılıyor. Mesela TSK’nın bakım ve rehabilitasyon merkezi var. Ben ailemle gidip orada kalamıyorum. Üç öğün yemek parası kalan kişi ödemek zorunda. Yanında eşi kalamıyor, erkek refakatçi olmak zorunda. Benim eşim bana bakıyor, erkeklerin işi gücü var, ama bunlardan dolayı
hizmet alamıyoruz.”
“En son geçen eylül
Ankara’ya gittim. Hastanede yer yok, otelde kal dediler. Nasıl kalırım otelde. Ben
itiraz edince de ‘Gelirken bize mi sordun’ diye azarladılar. Yani bir yük olarak görülüyoruz her yerde.”
Türlü türlü zorluk
Erdal Özdemir, yaşadıkları pekçok sıkıntıyı artık anlatmak, dile getirmek istemediğini, bundan utandığına da dikkat çekiyor. Ancak, başına gelen akıldışı zorluklara değinmeden de edemiyor: “Üç ayda bir gazi maaşım var. 2 bin YTL alıyorum. Devlet
tekerlekli sandalyenin sadece az bir kısmını ödüyor. Yani iyi bir tekerlekli sandalye 5 bin dolardan az değil. Devlet beş yılda bir bin 700 YTL’sini ödüyor tekerlekli sandalyenin. Bana tekerlekli sandalye bu köy yolunda iki yıl ancak dayanıyor. Devlet yapacağı ödemeyi günlerce süren bürokrasinin ardından yapıyor. Yani her yönüyle bir sürü külfet giriyor işin içine.”
Ergenekon şüphesi
Erdal Özdemir, saldırıda yanıtsız kalan soruların aklına Ergenekon’u getirdiğini belirtiyor: “Bazı komutanlar tutuklanmış, adları pekçok karışık işlere bulaşmış. Ben de düşünüyorum acaba yaşadığımız olayla da birgün bunların bağlantısı çıkar mı çıkmaz mı? Biz neyin kurbanı olduk diye aklıma takılır bu sorular.”
Sorular başına dert açtı
Özdemir, katıldığı bir TV programında bu soruları yönelttiği için tehdit telefonları almaya başladığını anlatıyor: “Bana tehdit telefonları geldi. Terörist olduklarını söylüyorlardı. Ben savcılığa verdim. Bişey çıkmadı. Gaziler konuşmaz, konuşamıyor, konuştuğunda başına dertler açıyor. Mesela bazı gaziler konuştukları için hastaneye alınmamıştı.”
TARAF