Whittier Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Seval Yıldırım, tasarının hâkim ve savcılara verilen zamların hemen ardından gündeme getirilmesine dikkat çekti. Paketin bireysel özgürlükleri kısıtladığının altını çizerken, “Türkiye adeta darbe yıllarına geri dönüyor. Bireyin ve eşyasının aranması için geçerli olan ‘somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ standardı yerine ‘makul delil’ yeterli görülüyor. Yani, tasarının kendi diliyle, hükümet istediği gibi bireylerin özel hayatına karışamadığı için yasayı değiştirmek istiyor.” dedi.
Yıldırım, AKP’nin ilk seçildiğinden beri insan haklarından bahsettiğini ancak demokrasi ve hakların genişletilmesi için yapılan her olumlu yasanın ardından torba yasaları ile demokrasiyi geriye götüren değişiklikler sunduğunu vurguladı. Yıldırım, paketin maddelerini analiz ederken şu eleştirilerde bulundu: “Yeni yasaya göre 3 hakimli Ağır Ceza Mahkemesi yerine alt ceza mahkemelerinden bir hakimin izniyle devlet, bireylerin özel hayatına müdahil olabilecek. Anayasal düzen ve devletin güvenliğine ilişkin suçlarda ‘gizli soruşturmacı’ atanabiliyor. Değişiklikler kabul edilirse, Türkiye yasal olarak polis devletine dönecek. Hükümet iktidara geldiği günden beri demokrasi söylemlerine rağmen çoğu zaman anti-demokratik ve her zaman neoliberal politikalar izlemeye devam etti. Bunları yaparken insanların dinî inançlarını, duygularını sömürüyor. Bu paket Meclis’ten geçerse, AKP yasal olarak vatandaşların özel hayatlarına karışabilecek, düşüncelerini beğenmediği kişileri mahkemelere sürükleyebilecek.”
BU KONULARI MARKSİST İDEOLOJİLER YAPIYOR
Pace Üniversitesi hukukçularından Prof. Dr. Hasan Arslan ise Türkiye’nin son tasarı ile birlikte muhaberat devleti eğilimine geçtiğini söyledi. Demokrasi ve hukuk devletinde böyle bir tasarının kabul edilmesinin “abesle iştigal” olduğunu belirten Arslan tepkisini, “İleri demokrasi söylemini böyle bir yasayla nasıl izah edeceksiniz? Ama AKP’nin ülkesinde her tasarı kabul edilebilir.” sözleriyle dile getirdi.
Paketin belirli bir sınıfın haklarını ve fiillerini kısıtlama saikiyle hazırlandığını kaydeden Arslan şöyle devam etti: “Marksist ideolojiye göre kanun ‘öncelikli sınıfı ve onun haklarını koruma enstrümanı’ olarak görülür. Kanun koyucu bu anlamda öncelikli sınıfa zarar vereceğini düşündüğü kitlenin ‘davranışlarını’ ve fiillerini hukukî yönden tanımlamaya çalışır. Korunulması gereken sınıfın her fiili kısıtlama altına alınmalıdır ki öncelikli zümre ‘rahat’ nefes alabilsin. Burada trajikomik olan şey kendisini ‘muhafazakâr’ ve ‘milli iradenin’ temsilcisi olarak gören bir politik zümrenin, milli iradeyi kısıtlayacak ve demokrasiden tamamen uzak olan bir kanun yapma metodunu kendine vazife edinmesidir. Ben bunun arkasında iyi niyetten ziyade ‘kasıtla zarar verme’ saiki dışında bir şey görmüyorum. Milli irade adı altında eşitsizliği ilke edinen yasaları yürürlüğe koyarsanız bunun adı hukukun içini boşaltmaktır. Sonuçları ileride tezahür edince neticelerine de katlanmak yasa koyucuya düşer. Burada bu işin manevi sorumluluğunu da hatırlatmak istiyorum.”Zaman