Darbeler yarışıyor…
Ve sonunda bu da oldu.
Yarım kalan
darbe tamamlandı.
Üstelik hukukçuların eliyle.
“Kaosa kalkan 411 el” senaryosuna uygun tavır gecikmeden geldi.
“Yüksek”
yargıçlar daha önce 367 kararına da
imza atmışlardı.
Şimdi ise Meclis'in 411 oyla kabul ettiği anayasa değişikliğini iptal ettiler.
11-2 yani bildiğimiz 9E2H formülüyle
CHP'nin isteğine uygun karar aldılar.
Bu formül bize eski çağlardan kalma bir cumhurbaşkanının armağanıdır.
Peki bu gün sayılabilecek kadar az sayıda el neye kalktı?
Kaosa mı, darbeye mi, yasama yetkisinde hak gaspına mı?
Bir kere daha gördük ki, değişime direnen bir “bürokratik
iktidar” var bizde.
Siyaset yapılacaksa onu da biz yaparız diyorlar.
Bildiğimiz Tandoğan sendromu.
Hukukçuları ikiye bölen bir karar var elimizde.
Birincisi, yasaklamaktan mutlu, memnun ve mesrur olanlar.
Onlara “yüksek” hukukçular diyebiliriz.
Galiba yükseklerden aşağısı,
toplumun içi çok farklı gözüküyor.
İkincisi de siyasallaşan hukuka
isyan edenler.
Türkiye hızla her şeyi siyasallaştırıyor.
Bunda elbette tipik CHP zihniyetinin büyük vebali var.
Jakoben, değer tanımaz,
özgürlük düşmanı, dini konularda “derin takıntılı”, kendini her durumda iktidarda zanneden,
siyasetin kendi eliyle yok eden, toplum düşmanı bir CHP
Dibe vurduğu her fırsatta, başarısızlığını örtbas etmek için, “rejim elden gidiyor” feryadına tutulan ve ardından “darbe” çağrısı yapan CHP nihayet Meclis'i devre dışı bırakmayı başardı.
Sistem CHP'nin talebiyle, yargıçların “siyasi iradeleriyle” yeniden belirsizliğe mahkum oldu.
Siyaset ve hukuk bu çok tartışmalı kararla bağımsız
disiplin alanları olmaktan çıktı ve hukuk “derin siyasetin” emrine girdi.
Yaşadığımız durum bir “yargıçlar iktidarıdır”.
Bunu idrak etmekte zorlananlar için “yargı darbesi” de diyebiliriz.
Bize hukuk da lazım, yargıçta.
Ama hangi hukuk ve hangi yargıç?
Elbette pozitif ve evrensel hukuk.
Kirlenmiş “memleket havasından” beslenen ve hukukun özgürlükçü boyutunu kendi eliyle yok edip de toplumunu “
kamp” yönetmeliği ile idare etmeye, onu
baskı altında tutmaya çalışan bir dizi kanunlar mantığı değil aradığımız.
Hukukçularımız da aradığımız ilk şart; siyaseti yok etmeden, siyasileri hasım görmeden mesleklerini icra etmeleridir. Bütün dayatmalara rağmen ideolojik ve siyasi taraf olmadan “bağımsız” karar verebilmeleridir.
Öyle karar verdiklerinde, verebildiklerinde kimsenin fazla sevilmesine ve kimsenin fazla üzülmesine gerek kalmaz, çünkü “tecelli eden” haktır, adaletin kendisidir.
Fakat bugün, bu ve benzeri kararlarla
yüksek yargı, yürürlükteki hukuk mantığı ağır
eleştiri konusu olmaktan asla kurtulamaz.
Kitlelerin vicdanı “büyük sorunu” görmekte ve kaynamaktadır.
Siyasete güvenmeyen ve eline fırsat geçtiğinde siyaseti dizayn etmeye çalışan bir yapı var bizde.
Bu yapı içinde ne yazık ki bazı yargı mensupları da var.
Ülkede son dönemlerde her çeşidinden ve her kanattan darbe girişimleri yarıştırılıyor.
Yorgun düşmüş bir Türkiye elimizde.
Kışlada kendini “herkesten daha büyük yurtsever” ilan eden bazı askerler, “gerekirse bilime ara veririz” diyen üniversite mensupları,
sivilliği
Truva atı gibi kullanıp da darbeye ortam hazırlayan sözde sivil toplum kesimler, elit sermayenin bir bölümü, iktidar hastalığına tutulmuş kendini “devletin sahibi” gören o bürokratlar ve onlara itaat eden çapsız politikacılar, haber ve yorumlarıyla kamuoyunu darbeye ikna etmeye çalışan gazeteciler…
Beğenmediği siyasete ve siyasi iktidara karşı darbeyi “ilk çare” olarak gören bu kesimlerin eseridir; yorgun Türkiye, yorulmuş Türkiye.
Ne yazık ki azı gerçek çoğu suni
gündemlerle oluşturulan bu “memleket havası” hukuku da, hukuk adamlarını da, yüksek yargı mensuplarını da etkisi altına alabiliyor.
Bazen rüzgârlar sert esiyor.
Şöyle ki;
Anayasanın 14. maddesindeki açık hükme rağmen “yüksek”
mahkeme üyeleri “şekille” yetinmeyerek, Anayasa değişikliğini “esastan” incelemiş, eğitim-
öğretim eşitliği ile ilgili düzenlemeyi iptal etmiştir.
Buradan çıkan ilk sonuç şudur; memleketin muhtelif duvarlarını süsleyen “
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” veciz ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır.
Bu söz “esas” olmaktan ziyade “şekli”dir.
Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına karşı çıkmak, yani reşit bireyin neyi giyip neyi giymeyeceğine “biz karar veririz” demek asla kabul edilemez bir dayatmadır.
Genç siviller Yüksek mahkemenin karı için “ve cumhuriyetin sonu” demeyi uygun bulmuşlar.
İdeolojik yapılar ne yazık ki egemenliği kendilerinden başka kimseye layık görmüyorlar.
Sandıktan çıkmak, kitlelerin büyük teveccühleriyle iktidara gelmek de bir anlam ifade etmiyor buralarda.
Hem halka hem de siyasi iktidara ait olan “hakların gaspı” yaşanıyor bizde.
9E2H ile bunu bir kere daha yaşadık.
Yöneten ve yönetilen ilişkisi dayatılıyor bize.
Hükmeden bir
azınlık yapı ile “güdülen” kalabalıklar ayrımını içselleştirmemiz bekleniyor.
Şimdi “yorgun Türkiye” tablosundan çoğumuz utanç duyuyoruz. Zaman ilerleyip geriye doğru baktığımızda bu “ortak eserimizden” daha derin bir utancı hepimiz duyacağız.
“AKP'yi kapatacaklar mı” sorusu da şimdilik o demokrasinin “utanç duvarına” yazılmaya
aday.
Sonuç belli, çünkü süreç “siyasi” olduğunu her haliyle ilan ediyor. Bu kadar siyaset içinde hukuk nasıl kendi olabilir ki.
“Yüksek siyaset” yapanlar kararı vermişler; AKP kapatılacak…
Bakalım AKP yanlışını görecek mi?
AKP'nin yanlışı darbe anayasasından kurtulamayan “yarım hukuka” eksik demokrasiye fazla güvenmesidir.
Tam demokrasiyi, evrensel hukuku, bağımsız yargıyı tesis etmeyen iktidarlar kapatılmayı hak ediyorlar.
İyi de bunda yargıçların suçu ne?
Elbette darbelerin yarıştığı parkura yollarını bir şekilde çıkıyor olması.
Sayın yargıçlar;
Sizden istirhamım, hukukun en üst düzeyde ve her kademede tesisi için bütün varlığınızla çalışınız.
Kişiye ve döneme özel hukuk uygulamalarının ortaya çıkmasına izin vermeyiniz.
Hukuku araç haline getirip de onunla “devleti koruma” gibi bir yanılgıya asla düşmeyiniz.
Hak ve yetkilerinizi kötüye kullanmayınız.
Siz devleti korumayın.
Siz sadece hukuku koruyunuz.
Onu ideolojilerden, iktidar çatışmalarından, siyasi ihtiraslardan korursanız devleti de, toplumu da, toplumsal düzeni de korumuş olursunuz.
Hukuku zayıflatarak hukukun gücünü azaltmayın.
Hukuk skandallarıyla vicdanları hukuka kapalı hale getirmeyin.
İçinizdeki darbe hukuku heveslilerine itibar etmeyin.
Sizlere “devrim muhafızlığı”nı uygun görenlere de göz kırpmayın.
Mesleğine ihanet etmeyenlerin elinde hukuk “her durumda” yaşarsa, hukukun gücü hepimizi korumaya, bir arada tutmaya yeter.
AKP ile ilgili kapatma davasına “siyasi değil hukuki” baktığınız konusunda lütfen bizi, toplumu, dünyayı ikna edin.
Sayın yargıçlar,
Türkiye'ye yapacağınız en büyük hizmet, toplumda hukuka olan yıpranmış güveni tazelemenizdir.
Lütfen bizi hukuka inandırın...
Türkiye hukuk devletinden daha fazla uzaklaşmasın…
MEHMET GÜNDEM - YENİŞAFAK