1. AKP ile Türk okulları arasındaki ilişki hakkında ayrıntılı bir değerlendirmenin zamanı gelmiştir.
2. Bugün, Başbakan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP Bakanlarının söylemlerine, ayrıca yandaş medyanın haberlerine bakıldığında, bu okulların adeta AKP sayesinde kurulduğu veya büyüdüğü, hatta AKP’nin verdiği destek sayesinde bu noktaya geldikleri ileri sürülmektedir.
3. AKP ile okullar arasındaki ilişki açısından kritik konu, Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde, 2003 yılında Büyükelçiliklere gönderilen telgraftır. Daha sonra AKP’nin kapatma davasına da konu olan bu telgrafla ilgili veriler şunlardır:
- Telgrafın çekilmesinin nedeni, okulları desteklemek değildir. Büyükelçiliklerden, Türk okulları ve MGV’nin düzenlediği etkinliklere katılıp katılmama konusunda gelen sorulara genel bir cevap mahiyetinde oluşudur. Her Büyükelçiliğe tek tek cevap vermek yerine, farklı Büyükelçiliklerden gelen soruların artması üzerine, genel bir cevap verilmiştir.
- Konu sadece Türk okulları değil, aynı zamanda MGV’dir.
- Kaldı ki, bu okulların etkinliklerine, AKP’den önce de, çok üst düzeyde katılım olmuştur.
4. Sorulması gereken önemli bir soru vardır: Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı yaptıkları dönemlerde, yeni Türk okullarının açılması veya desteklenmesi konusunda Hizmete hiçbir mektup vermiş midir? Başbakan Erdoğan’ın yazıp kaleme aldığı bir mektup var mıdır? Okulları ziyaret etmişlerdir, ancak “şu ülkedeki şu okul benim şu girişimimle açıldı” diyebilirler mi? ABD, Almanya, İngiltere veya Batı ülkelerindeki okullar konusunda ise, AKP’nin şöyle ya da böyle, ziyaret de dahil olmak üzere, söyleyecek tek sözü yoktur.
5. Afrika’daki Büyükelçiliklerin sayısı artmıştır. Ancak, burada da, cemaat devleti değil, devlet cemaati takip etmiştir. Okulların açıldığı ülkelerde Büyükelçilikler sonradan açılmıştır.
6. Peki AKP, şu anda okullarla neden uğraşmaktadır?
- Türk okulları, ülkenin dünyadaki yüz akı ve tek uluslararası markasıdır. Ayrıca, Türkiye’deki her kesimin takdir ve desteğini kazanmıştır.
- Erdoğan ve AKP’nin hedefi, paralel yapı vs bahanesine sığınarak, cemaatin kökünü kazımaktır. Bunu kamuoyu nezdinde meşrulaştırmanın tek yolunu ise, cemaati her alanda gayrı-meşrulaştırmak olarak görmektedir. Son bir senede bu konuda her türlü yalan ve iftiralarla büyük aşama kaydetmişlerdir. Ancak, Türk okulları sözkonusu olduğunda, bu okullarla uğraşmayı meşrulaştıracakları hiçbir zemin yoktur. Ayrıca, paralel yapı iddialarına ve iftiralarına inanan kesimler dahi, Türk okulları söz konusu olduğunda, onların ayrı tutulması gerektiğine inanmakta veya bunu ifade etmektedir. Hal böyle olunca, bu okulları, Türkiye düşmanı olarak göstermek ve şeytanlaştırmak siyasetine sarılmışlardır. Ancak bunun zemini yoktur. Maksat, cemaatin kamuoyu ve dünya nezdinde meşruiyet kaynağı olarak gördükleri okulları, fitne yuvası olarak göstermek suretiyle, cemaatle topyekun savaş stratejisinde bir mevzi daha kazanmaktır.
- Türk okulları, bulundukları ülkelerde, gerek halkla iç içe olmaları, gerekse yönetimlerle ilişkileri (cumhurbaşkanları, bakanlar veya devlet ricallerinin çocuklarının ve yakınlarının bu okullarda eğitim görmesi nedeniyle) Türkiye’nin muazzam bir lobi gücüdür. Çoğu zaman, Büyükelçiler bir iki Bakanla görüşmekte zorlanırken, bu okulların yöneticileri, bulundukları ülkelerdeki resmi makamlarla çok daha etkin bir şekilde herkesle temas halindedir. İtibarları, AKP’nin ve Türk devletinin çok daha ötesindedir. AKP’nin asıl rahatsızlığı, Hizmetin Türk okulları aracılığıyla da sahip olduğu yurtdışındaki itibarın, kendi itibarlarının çok fevkinde olmasıdır.
- AKP, okulları, bulundukları ülkede itibarsızlaştıramayacağının da farkındadır. Ne yapsa nafile bir çaba olacağını da görmektedir. Bu nedenle, hedef, Türkiye’de ve Türk kamuoyunda itibarsızlaştırmaktır.
- Ayrıca, sözün etkisi, o sözü sarfedenin itibarı kadardır. Tayyip Erdoğan ve AKP, Türkiye’deki medyayı baskı altında tutarak, kamuoyuna psikolojik harekat yaparak, Türk kamuoyunda Hizmeti şeytanlaştırmada başarılı olsalar bile, Erdoğan’ın ve AKP’nin uluslararası alandaki itibarları bellidir ve neyin ne olduğunu herkes bilmektedir. Devletler arası ilişkilerde, herkes kendi çıkarına göre hareket eder, ayrıca her devlet başkanı, muhatapları hakkında yeterli bilgiye sahiptir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın sözünün muhatapları nezdindeki değeri, Erdoğan’ın itibarı kadardır.
- Şöyle bir durumu düşünmek gerekir: Türk okullarında yöneticisiniz, kendi ülkenizin Cumhurbaşkanı, Hükümeti ve Büyükelçilikleriniz, o ülkelerin resmi makamları nezdinde, sürekli sizin aleyhinizde tezviratta bulunmaya başlamış ve hakkınızda bir sürü iftiralarda bulunuyor. Bulunduğunuz ülke makamları size “neden sizinle uğraşıyorlar” sorusunu sorduklarında, kendinizi savunmak, gerçekleri anlatmak zorunda kalıyorsunuz. Şimdi, AKP’ye göre, bunun adı “Türkiye aleyhinde çalışmak” oluyor. Oysa herkes biliyor ki, okulların yöneticileri ve öğretmenleri, gerçek Türkiye sevdalılarıdır, Türkiye’nin değerlerini dünyada taşımak için yola çıkmış kahramanlardır, bırakın Türkiye aleyhinde olmayı, başları kesilecek olsa dahi, ülkenin aleyhinde tek söz sarfetmezler. Ancak, AKP’nin yaptığı menfi propaganda ve iftiralar karşısında da, kendilerini savunmak en meşru haklarıdır. Ancak, devletin gerçek sahibi olarak kendini gören Erdoğan ve AKP taifesi, kendi yaptıkları haksızlıkları hak olarak görürken, kendilerine karşı savunma hakkını kullanan herkesi, her kesimi, “hain”, “Türkiye düşmanı olarak yaftalamayı da hak olarak görmektedir. “Fitne yuvası” olan okullar değil, okullar ve bu okulların taşıdığı değerler aleyhinde, sadece kendi şahsi çıkar ve ikballeri için her türlü “fitne” ve iftiraya kaynaklık eden Erdoğan ve AKP tayfasıdır.
7. Türk okullarının bu etkisini sıfırlamak konusundaki çalışmaların, Erdoğan’ın işaret fişeğiyle, Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde başladığı anlaşılmaktadır. Öncelikli adım ise, bu okullarla ilgili olarak Bakanlık içinde bir çalışma yaparak, Büyükelçilikler aracılığıyla bilgi toplamak ve kapatılmalarını veya devredilmelerini sağlamak için ne yapılacağını araştırmak olmuştur.
- Bu okullar, bulundukları ülkelerin mevzuatına göre kurulmuş ve faaliyet göstermektedir. Türk okulları olarak bilinseler dahi, Türk devletiyle hiçbir resmi bağları veya Türkiye’ye karşı hiçbir yasal sorumlulukları yoktur. Türk devletinin yargı yetkisi dışındadır. Dolayısıyla açılıp kapatılmaları konusunda da, Türk devletinin hiçbir yasal yetkisi yoktur. Karar merci, ilgili ülke makamlarıdır, Tayyip Erdoğan veya AKP devleti değildir. Bunu en iyi bilenler ise, en çok esip gürleyenlerdir. Maksat, psikolojik harekattır.
- Her devlet kendi yasal mevzuatı ve değerlendirmeleriyle hareket eder. Türk devletinin, “ulusal güvenlik” ve “tehdit” algılaması hiçbir devleti bağlamaz. Kırmızı kitap vs gibi sübjektif, Türk anayasal sisteminde bile yeri hukuken tartışmalı, yasal hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir belgedeki tehdit değerlendirmeleri veya AKP’nin bu konudaki söylemleri, başka ülkeler açısından ne uluslararası hukuk, ne yasal mevzuatları, ne de siyasi değerlendirmeleri açısından bir anlam ifade eder. Hiçbir devlet, sadece Erdoğan istedi veya Erdoğan öyle görüyor diye, kendi yasalarına uygun faaliyet gösteren ve iyi eğitim veren okullara karşı cephe almayacaktır. Belki siyasi şantaj veya kredi gibi rüşvetlere boyun eğecek bir iki küçük ülke dışında Erdoğan’a itibar edecek ülke bulunamayacaktır.
- Kaldı ki, okulların faaliyet iznini iptal edecek devletler olsa dahi, birkaç tek adam rejiminin hüküm sürdüğü ülke dışındaki devletler, Erdoğan rejimi değildir, yasalarla bağlıdır ve her türlü fiillerini yasal zemine dayandırmak zorundadır.
- MEB’nın, okullar konusunda iki farklı çalışması olduğundan söz edilmektedir. Ancak, a) okulları kimse satmamaktadır, b) devretmemektedir. Yani, devralacağız, satın alacağız laflarının beyhude olduğunu söyleyenler de bilmektedir.
- Okulları kapattırmak, ayrıca satın almak veya devralmak imkansız bir strateji olduğuna göre, tek alternatifleri kendi okullarını açmaktır. Buna kargalar bile gülecektir. Zira, a) devlet aracılığıyla resmi okul kurmak istediğinizde, birçok devletin yabancı devletin uzantısı niteliğindeki okullara kendi mevzuatlarına göre izin verip vermeyeceği tartışmalıdır. (Mesela Türk devletinin, İran’da okul açmak talebine Erdoğan’ın ikinci vatanı İran ne yanıt vermiştir?). b) Devlet destekli bir vakıf aracılığıyla okul kurulmasına gelince, bunun da akim bir çalışma olacağını bilmektedirler, zira öğretmenler nasıl bulunacaktır, statüleri ne olacaktır, vakıf nasıl finanse edilecektir vs gibi onlarca sorun ortaya çıkacaktır. Geriye kalan tek somut imkanları ise, MEB’e bağlı olarak yurtdışında faaliyet gösteren 66 okulu, vakfa devretmektir. Ancak bu okullar, o ülkedeki öğrencilere değil, o ülkelerde bulunan Türklere eğitim vermek amacına matuf olduğu için, yine etkisiz kalacaktır. Yani, Türk okullarıyla rekabet etmeleri mümkün değildir. Zaten, MEB’nın da kafasının net olmadığı, yaptıkları açıklamalardan bellidir. Söylem, eylemin önündedir, bir anlamda söylemle eylemi belirleme, kervanı göç yolunda düzme gibi bir dağınıklık hemen göze çarpmaktadır.
- Özetle, ortada strateji kisvesi altında yürütülen büyük bir psikolojik harekat mevcuttur.
SAMANYOLUHABER.COM