Abant toplantılarının bir ruhu var mı?

Abant Platformu yıllardır Türkiye'nin temel meseleleriyle ilgili olarak çoğulcu, katılımcı bir karakterde çalışmalarını sürdürüyor.

Abant toplantılarının bir ruhu var mı?

En son 16-17 Kasım tarihli "Yeni Bir Anayasa" başlıklı toplantı dâhil hepsinin hazırlanmasından ifasına kadar her aşamasında bu kavramlara hakkını veren bir anlayış söz konusuydu. Şimdi bu "çoğulcu ve katılımcı" sözü bildik bir repliğin tekrarlana tekrarlana anlamını yitirmiş ifadeleri olarak düşünülebilir. Bazı sözlerin prestiji ilgili ilgisiz her bağlamda kullanılmasına davetiye çıkartıyor. Ancak Abant toplantılarında çoğulculuk ve katılımcılık bir süs, bir tezyinat, bir vitrin değil, müzakere sürecine damgasını vuran, müzakerenin içeriğini belirleyen en temel nitelik. Esasen sürekliliği olan, toplumsal karşılığı bulunan bu çaptaki organizasyonların yapıp ettiklerinden kaynaklanan bir ruhu da oluyor. Abant Platformu'nun bu manada bir ruhundan bahsedecek olursak, bunun kesinlikle farklı, hatta aykırı olanları yan yana getirme, diyalojik bir ilişkiyi tesis etme olduğunu söyleyebiliriz. Bu bir ruh işi midir, evet, kendisine ilişkin bir moral unsur oluşturmaksızın böyle bir ortaklık zeminini inşa etmek kolay değildir. Öteden beri farklı kesimlerin birbirini anlaması, dinlemesi, birbiriyle ilişki kurması temennileri bildirilir. Ancak bunlar hep "iyi niyetli değerlendirmeler" düzeyinde kalır. Çünkü bu iş teklif edene sevimlilik kazandırsa da uygulanması işi hep sahipsizdir. Çünkü kim, hangi beklentiyle böyle bir işi üstlenecek, bunun için emek ve zaman harcayacaktır? Bundan ne murat edecektir? Harcadığı emek ve zaman karşılığında ne elde edecektir? Sadece topluma neyin gerekli olduğunu söylemek yetmez, aynı zamanda kimin bu işi üstleneceği meselesinin de halledilmesi gerekir. Faili olmaksızın fiilin ortaya çıkması beklenemez. Çeşitli politik mevzilere çekilmiş olanların tüm enerjilerini tahkimata harcadıkları, "boşa kürek çekmek istemedikleri" bir zeminde, bu tür bir çok sesliliğin ve katılımın sahibi olmak ilk başta yadırgatıcı gelebilir. Hatta hayli yaygın ve kendisine alıcı da bulabilen entrik düşünceler seferber edilerek, acaba "gizli planlar mı var?" gibi kışkırtıcı "sorular" da sorulabilir. Bunların cevabı verilemese, ikna edici bir gerekçe ortaya konulamasa da sorudaki vurgu marifetiyle zihinlerde bir ünlem işareti bırakılmaya çalışılabilir. Bunların hepsi mümkün... Karanlık sorular karşısında Abant toplantılarının aleniyeti, her aşamasının kamuoyuyla paylaşılması her muhakeme sahibi için anlamlı bir cevap olmalıdır. "Türkiye'nin tamamını kucaklamak" iddiasının sahipleri, genellikle bu kucaklanacak Türkiye'yi "kendi"leriyle özdeş olarak hayal ederler. Türkiye'yi olduğu gibi, uçlara savrulan eğilimleri, kışkırtıcı sözlerin temsilcileri, ana damara meydan okuyan muhalifleri ile birlikte, bir politik kıstasın "iyisinin ve kötüsünün" ötesinde kucaklama işi ise farklı bir olgunluğu gerektirir. İşte Abant Platformu'nun sahibi olanlar, Türkiye'yi en azından bu zeminlerde olduğu gibi kucaklamak için yola çıkanlardır. Platforma hayat verenler, çeşitli kesimlerin birbirlerini dinleme ve anlama çabalarının değerli olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde herkes birbirine benzemese de farklılıklarıyla beraber aynı çatı altında yaşamanın o insani yolunu güncelleyeceklerini düşünenlerdir. Çeşitli Abant toplantılarına katılmış birisi olarak, ruh denildiğinde mistik ve görünmez bir "şey"den bahsedildiği zannına inat, o ruhu orada, doğrudan katılımcıların varlığında gözlemlediğimi söylemeliyim. İnsanlar bir konuyu müzakere etmek için bir araya geldiklerinde hiç şüphesiz belirsiz bir kamuoyu karşısında sadece yazılı metinlerle müzakere yapmaktan çok daha farklı bir iklimi soluyorlar. Dört duvar arasında bir fikri temsil eden yazılar yazılırken yaşananla, düşüncelerinize itiraz eden, muhalif iddialarını ortaya koyanlarla "konuşmalar" üzerinden yaşanan arasındaki fark, sadece şekilde değil mahiyette de sonuçlar doğuruyor. Bir kere sözlerin ikna ediciliği için artık belli bir kamuoyuna seslenişin iç mantık tutarlılığı yeterli olmuyor. Diğerlerinin muhakemelerini de kucaklayan, onların sorularını, kaygılarını, istifhamlarını da dikkate alan çok daha geniş bir akıl bağlamı sözlerin düzenini belirliyor. İkincisi, aynı masa etrafında toplanmış olan farklı kesimlerin temsilcileri "bir arada ortak bir düşünsel yolculuğu" yaşıyorlar. Mekânla başlayan bu "ortaklık" kendisini kısa zamanda sözlere, jestlere taşıyor. Elbette söz konusu olan temsilcilerin birbirlerine benzemesi, kendi görüş ve iddialarından vazgeçmesi değildir. Diyalogdan da diyalojik ilişkiden de böyle bir sonuç beklenmez, beklenmemelidir. Ama unutmayalım ki, her fikrin anlamını belirleyen sadece sözler değildir, aynı zamanda nasıl söylendiği, kastın ne olduğu, o sözlerle nereye varılmak istendiğidir. Her bir politik/ideolojik kesimin kendi "hava sahasında" sonsuz boşlukta savrulan sözler, aynı masanın etrafında toplanıldığında ortak pazılın parçaları gibi birbirine bağlanırlar. Böylelikle hem kendileri olarak kalırlarken hem de daha büyük bir resmin anlamlı parçaları hâline gelirler. Fikirlerin hayalî dünyasında "karşıtın" gibi görülen insanla yan yana geldiğinde, gündemi belirli bir konu üzerinde bir müzakereyi paylaştığında kişinin başka zamanlardan "fazla" olarak kendisine söylediği sözler de vardır. İşte Abant Platformu bu sözlere can verir, bu sözlerin sessiz mübadelesini sağlar. Başkaları, diğerleri, her temsilcide kendisine ve orada bulunanlara dışarıdan bakan bir üçüncü gözü çok canlı bir şekilde devreye sokar. Bu gözün gördüğü "dış bilinç" Abant Platformu'nun ruhudur, varlığıdır, maksadıdır. Platform, kendisi olarak hiç kimseye, hiçbir çevreye bir söz etmez, sadece herkesin kendi sözünü yeniden tartması, yeni baştan düşünmesi için bir soluklanma hâli sunar. Bu yüzden Abant Platformu'nun katkısı söz değil, tıpkı adında olduğu gibi esinleyici zeminidir. İnsanî ilişkiler Ruh denildiğinde, bunun sadece müzakere ile sınırlı olduğu düşünülmesin. Üç gün için de olsa bir konuyu birlikte ele almak ve tartışmak amacıyla bir araya gelenler selamlaşırlar, konuşurlar, fasıl yaparlar, birlikte toplantıların "sessiz mekânlarında" tabiata yolculuklar gerçekleştirirler. Hiç kimse insan dediğimiz varlığı rasyonel söz düzenlerinden ibaret bir makine olarak düşünmesin. İranlı sosyolog Daryush Shayegan, "Gündüzleri tarihî maddecilik ve diyalektik ile mistiklerin kellesini alırken, akşam olduğunda Hafız'ın şiirini okuyup gizli gizli ağlardık." diyordu. Hangi sözün ve jestin, hangi dokunuşun, hangi şarkının en tiz perdeden ortak icrasının, okunan hangi mısraın insanların kalplerinde neleri değiştirdiğini bilebilmek imkânsız, fakat insanların olduğu yerde bütün bunlar hükmünü icra eder ve kalpler de işe karışır. İnsanî paylaşım, platformun toplantılarına katılanlara, sözlerin kulaklara ve akıllara seslenmeden önce aslında doğrudan kalplere söylendiğini sık sık hatırlatır. Kalple akıl arasındaki bağın ise herkese ait olduğunu belirtmeye gerek dahi yok. Ruh, yani o soyut ve mistik anlam, bu insanî tezahürlere sarınmış olarak orada, platformla vücut bulan hayattadır. Bu tür toplantılarda laf ü güzaflar da söylenir, "lüzumsuzluklar" da yapılır, teatral takdimler de gerçekleştirilir, medyatik pozisyonlar da alınır. İnsanın olduğu yerlerde bunlar olmaz mı? Olur elbet. Zaten Abant toplantılarını insanî yapan, kucaklayıcı yapan biraz da bunlar değil midir? Toplantılar "cennet gibi yerler"de yapılıyor olsa da bu dünyanın sadece cennetten ve meleklerden ibaret olmadığını, hatta kendimizin de böyle olmadığını hepimiz bilmiyor muyuz? PROF. DR. NACİ BOSTANCI - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
<< Önceki Haber Abant toplantılarının bir ruhu var mı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER