Kerpiç evlerde.
Birinci Meşrutiyet ilan edildiğinde nerede oturuyorlardı?
Kerpiç evlerde.
İkinci Meşrutiyet'te?
Kerpiç evlerde.
S
altanat kaldırıldığında?
Kerpiç evlerde.
Hilafet kaldırıldığında?
Kerpiç evlerde.
Cumhuriyet ilan edildiğinde?
Kerpiç evlerde.
Şapka devrimi yapıldığında?
Kerpiç evlerde.
1960, 1971, 1980
darbeleri yapıldığında?
Kerpiç evlerde.
28
Şubat darbesinde?
Kerpiç evlerde.
Şimdi nerede oturuyorlar?
Kerpiç evlerde.
1299'dan bu yana yaşanan onca olayın, savaşın, darbenin, gelişmenin Doğu ve Güney
doğu köylerine ne faydası oldu peki?
Hiç.
Hâlâ kerpiç evlerde yaşıyorlar, hâlâ kerpiç evlerde ölüyorlar.
O imparatorluk, hilafet, meşrutiyet, cumhuriyet,
laiklik, darbeler, savaşlar,
cinayetler kimin içindi?
Belli ki oralardaki köylüler için değildi.
Yapılan hiçbir değişiklik, o köylülerin hayatını da
ölümünü de değiştirmedi.
Niye yaptık peki biz onca şeyi, kimin için yaptık?
O köylerde yaşamayanlar için.
Yapmasaydık o köylüler için ne değişecekti?
Hiçbir şey.
Bugün yeryüzünün hiçbir doğru dürüst ülkesinde insanlar 6 ölçeğindeki bir depremde ölmezler.
Burada niye ölüyorlar peki?
Cihan imparatorlukları kurmuşuz, cumhuriyetler ilan etmişiz,
Atatürk'ün ilke ve inkılâplarını kabul etmişiz,
şapka giymişiz, darbe yapmışız, çağdaş olmuşuz ama köylüler kerpiç evlerde sabah vakti yıkıntıların altında ölüyorlar.
Ben yeniyetmeyken mahalle çocuklarının çok sevdiği galiz bir laf vardı, dayanamayacağım söyleyeceğim, “bana faydası olmayan kilisenin papazını öpeyim,” alın imparatorluğunuzu, cumhuriyetinizi, laikliğinizi, ilke ve inkılâplarınızı, şapkanızı, darbenizi, ne isterseniz ondan yapın.
Bunlarının hiçbirinin o köylülere bir faydası yok, olmamış, olmayacak.
Onların hayatını bunların hiçbiri kurtarmaz, onların hayatlarını, buralarda aydın geçinenlerin bile bir tür “fantezi” sandıkları “
demokrasi” kurtarır ancak.
“Önce cumhuriyet”, “önce laiklik”, “önce vatan” diye bağıranlar, “demokrasi gelirse ne olacak, memleket bölünecek” diyenler, gidin şimdi bunları
Elazığ köylülerinin parçalanmış bedenlerine anlatın.
Demokrasi, insanın her şeyden daha önemli ve kutsal olması anlamına gelir, demokrasi olsaydı,
Meclis lojmanlarına, orduevlerine, memur kamplarına, Atatürk heykellerine harcadığınız parayı Elazığ köylerine harcamak zorunda kalırdınız, kerpiç evlerin içinde sabaha karşı yıkılan duvarların altında ezilerek ölmezlerdi.
Asfalt yolları, sağlam evleri, çiçekli bahçeleri olurdu.
Keyfinizce yağmalayıp paylaştığınız paraların, silahlara savurduğunuz paraların, gösterişe harcadığınız paraların hesabını size sorarlardı demokrasi olsaydı, “burada bu derme çatma kerpiç evler dururken o paraları nereye harcıyorsun” diye sorarlardı.
Ama köydeki çobanla siz bir değilsiniz tabii, para sizin, keyif sizin,
iktidar sizin, gösteriş sizin, eğlence sizin, babalanma sizin, efendilik sizin, kerpiç evlerle ölüm de zavallı çobanın.
Demokrasi, “çobanla profesörün oyunun eşit” olması değildir, demokrasi, çobanla siyasetçinin, paşanın, profesörün, şehirlinin “hayatının eşit” olmasıdır, aslında istemediğiniz bu, değil mi?
Sizin hayatlarınız, şaşaanız, debdebeniz, köylülerin hayatından besleniyor.
Onun için istemiyorsunuz demokrasiyi, onun için istemiyorsunuz eşitliği.
İmparatorluk yaptınız, meşrutiyet yaptınız, cumhuriyet yaptınız, laiklik yaptınız, inkılâp yaptınız, darbe yaptınız.
Niye hiçbiri o köylülerin işine yaramadı?
Niye ölüyor onlar, neyin eksikliği öldürüyor onları?
Bir düşünün Allahın cezaları, bir düşünün.
AHMET ALTAN-TARAF