İlahiyatçı Ahmet Kurucan, son yazısında 'yolsuzluk hırsızlık değildir' hükmünü veren Hayrettin Karaman'a cevap verdi.
Yazıyı ilk okuduğunda cevap vermeye gerek görmediğini ancak twitterdan yaptığı değerlendirmelere gelen cevaplar üzerine bir yazı kaleme aldığını belirten Kurucan,"Öncelikle şunu ifade edeyim; şahsen ben yaşı 80’ine dayanmış -Allah ömrünü müzdâd kılsın- bir insanın dünyevî makam, para, şöhret vb. saikalarla böyle bir yazı yazacağına ve pozisyon alacağına ihtimal vermem." ifadelerini kullanarak şöyle devam etti;
"Şöyle düşündüm; Hoca’nın ilmî kifayeti meydanda. Bununla beraber siyasî içerikli AKP ve hükümet canibini hep haklı gösteren yazılarıyla siyasî tercihte bulunuyor ve inandığını söylüyor. Fakat “hükümete darbe” diye suçlanan kesim için de somut delillerle suç ithamında bulunulanlar hariç, bütün bir Cemaat’i düşmanlaştırma, toplumu bölme ve özellikle yakından tanıdığı Hocaefendi’ye karşı yapılan hakaret ve mesnetsiz ithamlar hakkında bir şeyler söyler diye de beklemekten kendimi alamadım."
İŞTE AHMET KURUCAN'IN O YAZISI
Yolsuzluğun hükmü nedir hocam?
Hayrettin Karaman benim de uzun bir yazı ile ilk defa açıktan cevap verdiğim “Bu sakızı daha ne kadar çiğneyeceksiniz?” köşe yazısında ilginç bir cümle kullanmıştı:
“Yolsuzluk hırsızlık değildir.” Ardından da bununla alakalı bir yazı yazacağını söyledi. Nihayet bu yazı 21 Aralık 2014 günü Yeni Şafak’taki köşesinde yayımlandı. Yurt içi seyahatim için tam evden çıkacağım zaman okuduğum yazı hakkında ilk yorumlarımı Twitter’dan yaptım ve “Dağ fare doğurdu; vicdanım cevap vermeye değmez ama belki veririm.” diyerek işime baktım. Gün boyu yaptığım uçak yolculuğu esnasında mezkur tweetlere yapılan mukabelelere bakınca yazmaya karar verdim.
Öncelikle şunu ifade edeyim; şahsen ben yaşı 80’ine dayanmış -Allah ömrünü müzdâd kılsın- bir insanın dünyevî makam, para, şöhret vb. saikalarla böyle bir yazı yazacağına ve pozisyon alacağına ihtimal vermem. Şöyle düşündüm; Hoca’nın ilmî kifayeti meydanda. Bununla beraber siyasî içerikli AKP ve hükümet canibini hep haklı gösteren yazılarıyla siyasî tercihte bulunuyor ve inandığını söylüyor. Fakat “hükümete darbe” diye suçlanan kesim için de somut delillerle suç ithamında bulunulanlar hariç, bütün bir Cemaat’i düşmanlaştırma, toplumu bölme ve özellikle yakından tanıdığı Hocaefendi’ye karşı yapılan hakaret ve mesnetsiz ithamlar hakkında bir şeyler söyler diye de beklemekten kendimi alamadım.
Yalnız Hoca burada durmadı; bir adım daha atarak hükümetin iktidarı koruma adına yaptığı kanunsuz olduğu kadar dinî, ahlakî ve insanî değerlere sığmayan uygulamalarına son tahlilde dinen meşrulaştırma manası taşıyan dini muhtevalı yazılar yazdı ve işte mesele o zaman siyasi tercihin dışına çıktı. Ben de nezaketimi muhafaza ederek, tamamıyla deliller ışığında yazılar kaleme aldım. Keşke burada kalsaydı ama kalmadı ve Hoca yolsuzluk operasyonlarını sene-i devriyesinde maalesef bir adım daha attı, “yolsuzluk hırsızlık değildir” deyip “yolsuzluk başka hırsızlık başka” yazısı ile bunu temellendirdi diyemeyeceğim, temellendirmeye çalıştı.
Bu kısa girişten sonra başa döneyim; neden dağ fare doğurdu? Ben bekliyordum ki Hoca fıkıh uzmanı kimliğini konuşturarak yaptığı “yolsuzluk hırsızlık değildir” içtihadını hüküm istinbat metotlarından birisi ile temellendirecek ve delillerini sıralayacak. Nitekim anladığım kadarıyla öyle yapmaya çalışmış. Kullandığı metot; kıyas. Kıyasın rükünleri asl, fer, ortak illet ve hükümden ibarettir. Asl, hükmün kaynağı, fer, hükmü bilinmeyen mesele, ortak illet her ikisinde ortak olan benzer vasıf, hüküm ise benzerlikten dolayı fer’e verilen hükümdür. Hoca’nın yaptığı bu işleme kıyas-ı içtihadî denir fıkıhta. Buna göre asl, hırsızlık; fer’ yolsuzluk; ortak illet benzer noktalar ve hüküm. Hükmü, cezaî manada değil fer’in çerçevesini belirleme manasında anlamalıdır. Çünkü İslam hukukuna göre yolsuzluğun hükmü nedir değil yolsuzluk nedir sorusuna cevap arıyoruz.
Şimdi bu zaviyeden yazıya bakalım. Hoca yazısına ahlak-ı aliyye ile alakalı bir hatırlatmada bulunduktan sonra “yolsuzluk yapana hırsız denmez” sözünü tekrarlayarak başlıyor ve önce seküler sistemdeki yolsuzluk ve hırsızlık tariflerini aktarıyor. Ardından fıkıhta yolsuzluk ve hırsızlık tanımlarına geçiyor. İlginçtir, Hoca “Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. maddesi ve Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nden aktardığı 4 tanıma işaretle “Yolsuzluk hakkında yukarıda verilen tarifler fıkıhta da geçerlidir.” hükmünü veriyor. İlginçtir dedim; çünkü bu tarifler arasında hükme yansıması söz konusu olduğunda ciddi farklar var. Detayına girmeyeceğim; tarifleri dikkatlice okursanız farkı fark etmemek mümkün değil.
Şahsen ben bu safhada Hoca’dan yolsuzluk adına yeni ve net bir tarif getirmesini beklerdim. Çünkü söz konusu seküler tariflerde rüşvetten zimmete, görevi sui istimalden, irtikaptan, ihtilas ve kayırmacılığa kadar zaten İslam fıkhında ayrı ayrı tarifleri olan kavramlar zikrediliyor. Dolayısıyla Hoca’nın yaptığı kolaycılık ve maalesef içi boş. Hükmü bilinmeyen ve adını koymaya çalıştığımız fer’ yani yolsuzluk hakkında net bir tarif ortaya konulmayınca asl (hırsızlık) ile olan ortak illetlerini nasıl belirleyeceksiniz ki? “Yolsuzluk hırsızlıktan şu, şu, şu noktalarda ayrılıyor; öyleyse yolsuzluk ayrı bir kategoride yer alan suçtur, hükmü hırsıza verilen hüküm olamaz veya olur hatta daha ağır olur vs. ” diyebileceğiniz bir zemin oluşmuyor.
Kaldı ki Hoca’nın yazının sonunda söylediği; “Ben asla yolsuzluğa ve onun bir çeşidi olan rüşvete fetva vermedim.” sözü yolsuzluk tarifi adına kafaları iyice karıştırıyor. Zira Hoca rüşveti yolsuzluğun bir çeşidi olarak kabulleniyor. Halbuki Hoca yazının başında seküler kaynaklardan verdiği “yolsuzluk fıkıhta da böyledir” diyerek kabullenmişti ve o tariflerde yolsuzluk rüşveti, irtikâbı, görevi suiistimali, haksız kazanç elde etmeyi de içine alan üst başlıktı.
Bir başka husus meselenin ikinci -daha doğrusu birinci- ayağı. Bu ayak yolsuzluk ölçüsünde boş olmasa da eksik. O nedir? Hırsızlığın tarifi. Hoca İslam hukukuna göre hırsızlığın tarifini kaynak vermeden tırnak içinde aktarıyor: “Verdiği tanım şu: “Bir malın veya mal ile değeri ölçülen şeyin, korunan yerden -kötü niyetle, alan kendine mal etmek üzere- gizlice alınmasıdır.”
Bundan sonra ortak illet bağlamında bir tahlil yapması lazım Hoca’nın. Yapmıyor, aksine bu tarifleri nazara vererek “Şu halde” diye başlayan cümlesi ile “yolsuzluk hırsızlık değildir” kıyas-ı içtihadisinde bulunuyor: “Şu halde yolsuzluk da ayıp, günah ve suç olduğu halde tarifi ve hükmü bakımından hırsızlık değildir, hukukî sonuçları ve cezası farklıdır.” İşte beni şaşkınlığa iten ve dağ fare doğurdu dedirten bu. Ortada kıyas-ı içtihadî ile verilmiş bir hüküm var; var ama asıl belli olsa da fer’ belli değil ve buna bağlı olarak ortak olan-olmayan illetler için bırakın tatmin edici olmayı hiçbir beyan, izah, açıklama yok.
Biliyorum, fıkıh arka planı olmayanların anlamakta belki de zorlanacağı bir izah oldu bu ama ne çare ki durum böyle. Ehlinin takdir edeceği gibi ortada gerçekten verilmiş bir hükmün fıkhî temellendirmesi adına tatmin edici olmayan bir yazı var.
Cüneyd Özdemir “Anlayacağınız yolsuzluğu önlemek yerine meşrulaştırıyorlar.” demiş. Bence yanılıyor Özdemir. Hoca “Yolsuzluk önlenmeli ve caiz değildir.” diyor ama sözün mantûkundan anlaşılan yolsuzluk hırsızlığa nispetle daha hafif ve kabullenilebilir bir konuma konuyor. Özdemir’in meşrulaştırma derken kastettiği buysa bu doğru.
Hafifleştirme deyip girdiğim bu yolda Hocaya bir soru sormak isterim; diyelim ki âdî hırsızlık kapsamında 5 tane bilezik çalan bir hırsız mı yoksa “İslam fıkhında da böyledir” diye kabullendiğiniz yolsuzluk kapsamı içine giren ve bugünü itibarıyla 77 milyonun, etkileri açısından da gelecek nesilleri zarara katlanmayı mecbur kılan eylemleri yapma mı daha zararlıdır? Eğer yolsuzluklar 5 altın bileziği çalmaktan daha zararlı ise, 5 bileziği çalan hırsızın hükmü meydanda, pekala 77 milyonun hukukuna tecavüzü, gelecek nesillerin maddî ve manevî kayıplarını netice veren yolsuzlukların hükmü nedir?