Yüksek yargıda partizanlık
Sevgili okuyucular, 'yargı' denilince ilk aklımıza gelen
adliye mahkemeleri ve '
Yargıtay'dır. Bu mahkemelerden, savcılardan, hâkimlerden bazı şikâyetler olmuştur ama halkın indinde herşeye rağmen hâlâ itibarlıdırlar.
Bunda, Cumhurbaşkanı tarafından seçilen
Yargıtay Başsavcısı haricindeki başkan ve üyelerin, diğer yargı organlarına nazaran,
politikadan ve partizanlıktan daha uzak durmalarının tesiri vardır.
Yargı mensubu partizan olmamalı
Efendim, her münevver gibi ('Aydın' demiyorum, özürcülerle karıştırılmasınlar diye) yargı mensuplarının da,
ülke sorunları ve politika ile ilgilenmeye elbette hakları vardır. Ancak, bir yargı mensubu bunun için, evvelâ cübbesini çıkarmalı ve elindeki
adalet terazisini bırakmalıdır.
Türkiye'de bütün yargı mensuplarının bu kurala uyabildiğini söylemek zordur. Yargıda kaydedilen en büyük partizanlık ve taraflı temayüller, yargı mensubunun bir siyasî partiye eğiliminden değil, ne yazık ki 'Cumhuriyeti koruma kollama' gayreti neticesinde ortaya çıkar. Yargı mensubunun, yürürlükteki pozitif hukuku bir yana bırakıp da '
Vatan kurtarıcısı' hâline dönüşmesi, adalet, hukuk ve
demokrasi bakımından en büyük tehlikedir.
Cübbelerini giyip
protesto için sokağa fırlayanlar,
kanunları eğip bükerek hukuk madrabazlığı yapanlar, ara rejimlerde darbecilerin emir erliğine soyunanlar ve siyasî konjonktüre göre karar verenler, bağımsız, tarafsız, güvenilir ve itibarlı yargı mensubu olamazlar.
Yargıda partizanlık örnekleri
Efendim, bu örnekleri aslında 'Yüksek Adalet Divanı' adına hiç lâyık olmayan, 27 Mayıs'ın meşhur '
Yassıada Mahkemesi'nden başlatmak lâzımdır. Türkiye'de yargı, ilk olarak bu karakuşî sözde mahkeme yüzünden itibarını sıfırlamıştır. Ayrıca, 12
Mart'ın, 12 Eylül'ün ve 28 Şubat'ın mahkemelerini de unutmamak gerekir.
Son dönemde, özellikle
yüksek yargı kuruluşlarında partizanlık yapılmaya, siyasî ve ideolojik peşin hükümlere dayanan kararlar alınmaya başlanmıştır. Bu kararlara hemen şu örnekleri gösterebiliriz:
1. AYM'nin 367 Kararı: Bırakınız AYM üyesi ve yüksek yargı mensubu
hukukçu olmayı, okumayı bilen ve okuduğunu anlayan herkes, hayalî yorum ustası Kanadoğlu'nun hukuka
takla attıran '367 Safsatası'nı anlamıştır. Eşinin başörtüsü bulunduğu ve
AK Partili olduğu için, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek üzere,
Anayasa'ya aykırı yorum yapılmış ve bu yorum da 'AYM Dokuzlusu' tarafından kabul edilmiştir.
2. AYM'nin Anayasa Değişikliği Kararı: Çağdışı başörtüsü yasağının kaldırılması için AK Parti ile MHP'nin gerçekleştirdiği
Anayasa değişikliği de,
Anayasa Mahkemesi'ndeki Osman
Paksüt ve arkadaşlarının partizanca tutumları yüzünden iptal edilmiştir. AYM , böylece Anayasa'nın açık hükmüne rağmen Anayasa'nın 148. maddesini ihlâl etmiş ve yasama yetkisine tecavüzde bulunmuştur.
3. Yargıtay Başsavcısı'nın Kapatma Dâvası: Yargıtay Başsavcısı, başörtüsü yasağının kaldırılmak istenmesi üzerine, tamamen tek taraflı sudan sebeplerle
iktidar partisi olan AK Parti'nin kapatılması dâvasını açmış; üstelik
Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google yapımı bu
iddianame, bir de AYM tarafından kabul edilmiştir.
4. AK Parti'nin Mahkûm Edilmesi: Açılan dâva neticesinde, 400 civarındaki iddianın 370'inin doğru olmadığı ve çarpıtıldığının anlaşılmasına karşılık, hiçbir şekilde lâikliğe aykırı olmakla ilgisi bulunmayan 30 söz ve icraat, tamamen tek taraflı olarak peşin siyasî ve ideolojik hükümlerle değerlendirilip AK Parti ağır para cezasına çarptırılmıştır.
Son yargı skandalı
Efendim, bütün bu tek taraflı siyasî kararların arkasında, Cumhurbaşkanı'nın yargı üzerindeki yetkileri ve bu yetkileri istismar eden eski Cumhurbaşkan'nın atamaları yatmaktadır.
A. N. Sezer,
Cumhurbaşkanlığı döneminde CHP'nin temsilcisi gibi davranmış ve -Demirel'in aynı hüviyetteki 1 atamasıyla birlikte- AYM'ye 9 üye atamıştır. Bu üyelerin ne derece siyasî kararlar verdiği, son dönemde alınan kararların genellikle 9-2 şeklinde sonuçlanmasından bellidir.
Kendini siyasî iktidarın rakibi gibi kabul eden
Danıştay ve 2002 Seçimleri'nde '
Çanakkale ruhu'ndan söz ederek Erdoğan'ın haksız şekilde
Meclis dışında kalmasına sebep olan YSK da, ne yazık ki hep tartışmalı kararlar vermişlerdir.
Son olay aynen şöyle cereyan ediyor:
1.
TBMM, 22 Mart 2008 tarihli bir kanun çıkararak düşük nüfuslu belediyeleri kaldırıyor. Bu, bir siyasî iktidar için çok cesur bir tasarruftur ve israfın önlenmesi bakımından da fevkalâde önemlidir.
2. Kanuna vâki
itiraz üzerine, Anayasa Mahkemesi 31
Ekim 2008 günü toplanarak 6'ya 5 çoğunlukla, 22 Mart'a kadar ve sonraki 60 gün içinde dâva açanlara hak tanıyor.
AYM'nin bu kararı 6
Aralık 2008 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanıyor.
3. İşte tam bu sırada, üzerine hiç de vazife olmadığı halde, Danıştay devreye giriyor ve AYM'nin kararına hiç aldırmadan, 6 Aralık 2008'den itibaren 60 günlük süre vererek Anayasa'yı açıkça ihlâl ediyor.
4.
Yüksek Seçim Kurulu da bu 'hukuk cinayeti'ne iştirak ediyor ve AYM'nin kararına sırtını dönerek, kendi kararını metne monte eden Danıştay'a itibar ediyor. Böylece, bir anda nüfusu 2000'in altındaki bütün belediyeler, TBMM'nin Kanunu'na ve Anayasa Mahkemesi'nin kararına rağmen, keyfî şekilde mahallî
seçimlere girme imkânı kazanıyorlar.
5. Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrası aynen şöyledir: 'Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve YARGI ORGANLARINI, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.' Buna göre, Danıştay'ın ve YSK'nın durumunu izah edebilir misiniz?
6. AYM Tüzüğü'ne göre, Anayasa Mahkemesi adına yalnızca AYM Başkanı konuşabilir. AYM'nin 31 Ekim kararını alan 6 kişinin isteği üzerine Başkan
Haşim Kılıç açıklama yapmıştır.
Osman Paksüt'ün AYM adına konuşma hakkı yoktur. Üstelik, iddia edilen 8 üyenin üç tanesi oylamada bulunmamıştır.
***
Bu acınası tablodaki siyasî etkileri derhal hissedebilirsiniz. Lâkin, bu kişiler,
küçük belediyelerin tamamına yakın kısmının da AK Parti tarafından kazanıldığını
hesap etmiyorlar mı?!..
HASAN CELAL GÜZEL - RADİKAL