Demokratik hamle!
Anayasa Mahkemesi'nin
AK Parti'yle ilgili verdiği kararı doğru teşhis etmeli. Mahkemenin partiyi kapatmamış olması,
siyaseti rahatlatmış değil, aksine "idari/bürokratik merkez"in görünmez
iktidarını pekiştirmiş, AK Parti'yi "rehin" almasının önünü açmıştır.
Birçok yazarın ifade ettiği gibi, bu "bir
vesayet rejimi"nden başka anlama gelmiyor. Bu sayede siyaset ağır bir vurgun yemiş oldu. Gerekçeli kararı bekleyip kararın hangi argümanlara dayandırıldığını göreceğiz. O ayrı fasl-ı diğerdir.
Siyasi olarak durum ortada: "İfade özgürlüğü" veya "kürsü dokunulmazlığı" çerçevesinde ele alınması gereken beyanlar, partinin "
laiklik karşıtı söylemleri"ne
delil gösterilmiştir.
Bülent Arınç, Turgut özal'ın cenazesinde asılı bir pankarta atıfta bulunarak "demokrat,
sivil ve
dindar cumhurbaşkanı" dediği için suç işlemiş sayılmıştır.
Başbakan "başörtüsü velev ki siyasi simge olsun, simgeler
yasaklanabilir mi?" dediği; başörtüsü gibi doğrudan
İslam dinini ilgilendiren bir vecibenin hükmünü "alimlerden soralım" diye teklifte bulunduğu için suçlu sayılmıştır. Soralım:
1) Siyasetçiler -kabul görsün görmesin, doğru yanlış- bu tür fikirler beyan etmeyecekler de, ne yapacaklar!
Hani ifade özgürlüğü vardı ve bu demokratik dünyanın en yüksek değeriydi? Hani siyasetçilerin "kürsü dokunulmazlığı" vardı? Hani siyasetçi görüş beyan etmeden siyaset yapamazdı?
2) Demokratik bir ülkede ifade özgürlüğünü kullananlar, bu açıklamalarda bulundular diye cezalandırılıyorsa, onları davalık yapan, mahkemelerde yargılayan politik
sisteme ne denir? Tek kelime ile "totalitarizm"! Kâğıt üzerindeki yazılı hukuka, sureta ortalıkta bulunan kurumlara ve iktidar seçkinleri ile hayal dünyasında gezinenlerin aksi iddialarına rağmen,
Türkiye'nin resmi politik kültürü; ruhu, mahiyeti ve ondaki içkin amaçları dolayısıyla totalitaristtir. Ve her geçen gün sistem biraz daha totalitarizme kaymaktadır. Herkes kendine sorsun: Ben bu totalitarizmi kabul edecek miyim?
3) "Dindar, başörtüsünün simge olması, ulema" terimlerinin ortak teması "din". Ve bu da kuşkusuz "İslam dini"dir.
Allah aşkına, bu ülkede İslam dini yasak mı? Dinle ilgili her hüküm, imge ve çağrışım nasıl mutlak zarar, tehdit ve
tehlike ilan ediliyor ki, ağzına alan cezayı yiyor? Bir ülkenin kamusu kendi
halkının diniyle böylesine bir teyakkuz ve tarassut halinde olabilir mi?
4) Otoriter ve totaliter bir rejimin merkezi kavramı haline getirilen bu laiklik, yanlış ve tehlikeli bir biçimde felsefi bir
inanç ve bir yaşama biçimi olarak İslam dini karşısına çıkartılıyor v
e devlet tarafından topluma empoze edilmek isteniyor. Bunun özgürlükçü ve demokratik bir laiklikle uzaktan yakından ilgisi yok. Bu, laikliğe de en büyük zararı vermektedir.
AK Parti, hiç işlemediği suçlar, suç sayılmaması gereken söylemler dolayısıyla ceza almış, vurgun yemiştir. Gerçekte vurgun yiyen Türkiye siyasetidir. Siyaset, vurgunu AK Parti üzerinden yemiştir.
Bu durumda AK Parti'nin önünde iki seçenek var:
Ya bu vurgunu yiyip "bürokratik merkez"e teslim olacak veya temsiline kalkıştığı "toplumsal merkez"in hak ve hukukunu korumak için demokratik bir hamleye girişecek. Demokratik hamle, toplumsal bütün kesimlerin katılımıyla ve müzakereci siyaset yolunu takip ederek yeni ve sivil bir anayasanın önünü açmaktır.
Küresel ve ulusal bürokratik merkez "Olan oldu, gerçek
gündeme, yani ekonomiye dön" demekle AK Parti'yi manipüle ediyor. Bu merkezin işaret ettiği ekonomi, bir avuç zenginin servetine servet katan borsa-
faiz-dövizden ibaret mali piyasalardır. Reel ekonomide geniş halk yığınları iki büklüm oldu.
Hayır, bu karardan sonra Türkiye'nin gerçek gündemi ekonomi değil, hatta
Kürt sorunu veya Ortadoğu'daki gelişmeler de değildir. Gerçek gündem
demokratikleşme, reformlar, Türkiye'nin tam bir hukuk devleti olmasıdır. AK Parti ya yeni bir hamle yapıp yüzde 50'nin üstüne çıkar veya Demirel'in partileri gibi, ultramodern darbelerin teneffüs aralığında iktidar olmaya çalışırken, yerini siyasete sahip çıkan yeni aktörlere bırakır.
ALİ BULAÇ/ZAMAN