Uğur Dündar’dan şok haberler
Programın ismi, Uğur Dündar’la
Star Ana Haber. Bilmeyenler için söyleyeyim;
ana haber kisvesi altında hazırlanan bir haber şovu bu. Daha bülteni dinlemeye başlamadan, sadece ekrana bakarken geriliyor insan.
Çayımızı
kahvemizi almış televizyonunun karşısına kurulmuşuz. Ama ne çay kahve içtiğimiz var, ne de televizyon izlediğimiz. Benim için günün en güzel dakikaları. Ailece bir araya gelip sustuğumuz, birbirimizden gizli gizli koltuklarda uyukladığımız zamanlar. Bir ara gözüm televizyona takılıyor. Ekranın alt köşesinde büyük harflerle, “
Allahın sopası yok!” yazdığını görüyorum. Aynen böyle ünlemle süslü bir şekilde yazmışlar. Merak ediyorum, açıyorum sesini.
Nato Genel Sekreteri
Rasmussen’in
İstanbul’da kaldığı
otel odasında kolunu kırdığı haberi okunuyor. Fonda da Neden Geldim İstanbul’a şarkısı…
Hani bizimkiler bu adamı sevmiyorlar ya, o yüzden seviniyorlar kolu kırıldı diye.
Programın ismi, Uğur Dündar’la Star Ana Haber. Bilmeyenler için söyleyeyim; ana haber kisvesi altında hazırlanan bir haber şovu bu. Daha bülteni dinlemeye başlamadan, sadece ekrana bakarken geriliyor insan. Sağdan soldan ortadan, her bir yandan geçen koca koca, rengârenk yazılar, mütemadiyen birilerini taşlayan spotlar… Ekranın tepesinde ise detay haber, özel haber, zart haber, zurt haber şeklinde bir ibare durur devamlı. Konu
hayvan barınakları olsa bile muhakkak şok haberdir, bir şeydir. Aşağısı kurtarmaz Star’ı. Bu haberleri sesi kısıkken bile izlemek zararlıdır.
Bilakis yarı uykulu izliyorsanız, bir anda uyanıp ekranın her yerinde şok edici yazıları görünce, ülkede bir felaketin koptuğunu sanabilirsiniz. Sanki öyle bir şey olmuş ki, dünya ayaklanmış gibi gelebilir. “Allah’ın sopası yok!” benim için böyle bir spottu. Vallahi yerimden zıpladım ne oluyor diye. Meğer adamcağızın kolu kırılmış, apar topar
hastaneye götürmüşler. Hastane de hastane hani;
Taksim İlkyardım Hastanesi! Allah’ın sopası var mı yok mu bilemem ama eğer varsa, bunun bir göstergesi de bu hastaneye kaldırılmaktır. Başınıza bir şey geldiğinde en yakın hastane diye Taksim İlkyardım’a kaldırılırsanız, işte Allah’ın sopasının olmadığını o zaman anlarsınız. Bizim fukara Rasmussen’i de buraya alıp götürmüşler. Kolunu çıkarıp kafasına dikmediklerine şükretsin. Ucuz atlatmış.
Yanlış numara!
Biz koltuklarda uyuklarken oy birliğiyle Mehmet Ali
Birand’ı izleriz aslında. Olmadı
Ali Kırca’ya bakarız. Uğur Dündar ise bu güne kadar hiç izlenmemiştir.
Reklam aralarında şöyle bir kanallar gezilirken kazara Star açılırsa, önce bir Ali Kırca aşığı olarak annem salonu terk eder; arkasından söylene söylene ben çıkarım. Sinirleniriz biz Uğur Dündar’a. Bir tek babam tepkisizdi eskiden. O da bundan birkaç ay önce canlı yayında yaşanan bir olaya şahit oldu. Uğur Dündar’ın masasındaki
telefon çaldı inanır mısınız! Konuğuyla
kriz, işsizlik, ‘ne olacak bu memleketin hali’ gibi ciddi meseleleri konuşurken birdenbire telefon! Keşke arayan
Hamdi bey olsaydı da Uğur Dündar’a, oradan kalkıp gitmesi için iyi bir teklifte bulunsaydı. Kabul etsin diyenler güruhundan avucum patlayıncaya kadar alkışlardım.
Fakat Uğur Dündar’ı Hamdi bey değil, kim olduğu meçhul bir kadın aradı. Uğur Dündar da sinirli sinirli “Hanımefendi haber sunuyoruz, yanlış numara!” diye suratına kapattı kadının. Babam da o gün bu gündür Uğur Dündar’ı izlemez. Merak edenler canlı yayında yaşanan bu faciayı youtube’tan da görebilirler. Link de vereyim hatta: http://www.youtube.com/watch?v=b5ie_BxasmU
Bazı televizyoncular bu görüntüyü izledikten sonra epey üzüldü (ben de üzüldüm); bazıları da zaten Uğur Dündar’ı artık ciddiye almadığı için umursamadı. Fakat hiç tepki vermeyen bir güruh da gördüm ben. Özellikle 55 yaşın üzerindeki televizyoncular (program ekipleri 55 yaşındaki kurt adamlar ve 19 yaşındaki zavallı stajyerlerden oluşur zaten; ortası yoktur) kafayı takmadılar pek, “Ya canlı yayında olur böyle şeyler güzelim!” diye geçiştirdiler yine. Zaten onlar hep böyle söyler. O kadar çok söylerler ki; “canlı yayında olur böyle vakalar” sözü, sayelerinde deyimleşmiştir artık. İşin kötüsü bir tane aklı başında insan evladı da çıkıp “Nasıl böyle şeyler olur, sen dalga mı geçiyorsun bizimle?” diye sormaz bunlara.
Aslında medya çalışanları arasındaki gizli kurt adamlara kimse bir şey sormaz. Onlar yapıyorsa en doğrusunu yapar anlayışı her yere sızmıştır. Zamanın değiştiğini, teknolojinin bütün bildiklerini yerle bir ettiğini görmezler.
Belli mi olur, belki bu kez
genç birini dinlerler: İlla interaktif bir program yapacaksan oraya telefon yerine bir notebook koyarsın amcalarım, dedelerim. Seyirciyle
iletişim diyorsan
email adresi verirsin, haber arasında da seçe seçe okursun mailleri. Telefon cevaplamak da neymiş?
GÜLÜM DAĞLI - AKŞAM