Aksiyon'dan çok tartışılacak bir haber

Taksim'de hain patlamanın perde arkası aralanmaya başladı.

Aksiyon'dan çok tartışılacak bir haber

Taksim'deki olay KCK'daki derin ayrışmayı ayyuka çıkardı. Patlamada gizli servislerin Kandil'de yer kapma savaşının izlerine rastlandığı belirtiliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ‘olayın arkasında başkaları var' sözü ise rastgele söylenmiş değil... ‘31 Ekim'de beklenen oldu. Terör Örgütü KCK'nın (Kürdistan Topluluklar Birliği-PKK) içindeki ‘derin' kanat şehirlerde farklı eylemler yapmak için ciddi kararlar almıştı. Bu istihbarat bilgisi MİT, jandarma ve polis tarafından biliniyordu. Bir anlık gaflet üç birimi de etkisiz hâle getirdi. Ve bombacı Taksim Meydan'ındaki polis bekleme noktasında bombayı patlattı. Vaka, örgüt içindeki kavganın bir tezahürü. Çünkü ateşkesin uzatılacağı bir günde böyle bir patlama mantık ölçüsünde izah edilemez. Bu tenakuzu ancak durumu anlayabilenler aşikâr edebilir. Bombacı yalnız değildi. Yani tetiği çekenden çok çektirenlerden söz ediyorum. Devamı gelecek mi? Her an her yerde patlamalar ve saldıralar olabilir.' Bu tespitler, terör odaklarını, özellikle PKK'yı yakından takip eden üst düzey resmî bir görevliye ait. Uzmanın anlattıkları yabana atılacak türden değil. ‘Barışın' konuşulduğu bir dönemde KCK neden böyle bir eylemi gerçekleştirsin? Olayın perde arkasına bakıldığında ‘barışın' sadece sözde kalacağı önümüzdeki günlerde daha net anlaşılacak. Çünkü pragmatik bir yapıda olan KCK (PKK) artık hem yerel ‘derin yapılar' hem de yabancı servislerle ortaklığını iyice kavileştirmiş durumda. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Bombacının Hakurk'a gitmiş olmasına bakmayın!” şeklindeki çıkışının altında da bu gerçekler yatıyor. Erdoğan'ın bu sözü ile neyi kastettiğine cevap aramadan önce olayın kamuoyuna yansıyan şekliyle adli boyutuna bakmakta fayda var. 31 Ekim sabahı Taksim Meydanı'nda nöbet bekleyen Çevik Kuvvet ekiplerine saldırı düzenleyen intihar eylemcisi Vedat Acar İstanbul'da ailesiyle birlikte yaşıyordu. Acar, 2004'te Behçet hastalığına yakalandı. Ailesinin maddi durumu elvermediği için tedavi olamadı. Zaten terör örgütü ile ilişkisi olan Acar, hastalığı ilerleyince, ailesine “Ben dağa gidiyorum. Orada tedavi olacağım.” diyerek Kandil'e gitti. PKK'nın en meşhur kamplarından Hakurk'ta uzun süre siyasal ve ideolojik eğitim aldı. Derviş-Şino kod adını kullanan Acar'a hasta olduğu için silah verilmedi. Daha çok pasif görevlerde kullanıldı. Hastalığı ilerleyince örgüt Acar'ı ailesinin yanına göndermeyi kararlaştırdı. Ancak bu ‘örgütteki süren doldu' şeklinde normal bir gönderme değildi. Daha çok zamanı geldiğinde kullanılma şartı vardı. Beş yıl kampta kalan Acar, Ekim 2009'da kaçak yollarla Türkiye'ye giriş yaparak İstanbul'da yaşayan ailesinin yanına geldi. İlk iş olarak nüfus müdürlüğüne giderek ağabeyi S. Acar'ın kimlik bilgilerini kullanarak kendi fotoğrafıyla yeni bir kimlik çıkarttı. Yeni kimliğiyle bir de pasaport aldı. Daha sonra hastalığı ilerleyince Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne götürüldü. Hastaneye yeni kimliğiyle kayıt yaptıran Acar, burada beş ay boyunca tedavi gördü. Ancak tedaviden yine olumlu bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine ailesine “Ben Avrupa'ya gidiyorum. Orada tedavi olacağım.” dedi. Ailesi karşı çıktı; ancak Avrupa'ya gideceğini söyleyip evden ayrılan Acar, Mart 2010'da Diyarbakır'a gitti. Burada, PKK'nın Amed ‘Özel Kuvvetler' sorumlusu ile görüştü. Diyarbakır'da kısa süre kaldıktan sonra Van'a geçti. Oradan Hakkâri Yüksekova'ya, 21 Mart 2010'da da İran'a... Buradaki örgüt kampında altı ay kaldıktan sonra aynı güzergâhı kullanarak Türkiye'ye giriş yaptı. Bu arada, Acar'ın, ağabeyinin kimliğiyle Van'da bir otelde kaldığı tespit edildi. Canlı bomba Acar buradan Diyarbakır'a geçti. Bir süre Diyarbakır'da kalan Acar, 7 Ekim 2010'da Amed sorumlusu ile görüştü. Avusturya yapımı SCH fünyeleri ve altı kilo A-4 plastik patlayıcı ile 9 Ekim'de İstanbul'a geldi. İlk olarak ağabeyinin kimliğiyle Şirinevler'deki evi kiraladı. Evinin yakınlarındaki bir anten dükkânına uğrayarak evine uydu anteni taktırdı. Roj TV ve Mezopotamya kanallarını da ayarlamalarını istedi. Antenci Acar'ın isteğini yerine getirdi. Acar, İstanbul'da hiç kimseyle görüşmedi. Telefon kullanmadığı için teknik takibe de takılmadı. Son gelişinden ailesinin bile haberi olmadı. Ailesi Avrupa'da tedavi gördüğünü sanıyordu. İddiaya göre, intihar eylemcisi Vedat Acar'ın okuma yazması yoktu ve eylem talimatını ROJ TV'den alacaktı. Talimatın şifresi bir şarkıda gizliydi: Diyarbekir (Amed) malamaye - Diyarbakır evimiz. Fakat burada bazı soru işaretleri karşımıza çıkıyor. Acar'a verilen şifre sadece eylemin başlaması talimatını içeriyordu. Eylemin yerine dair herhangi bir bilgi yoktu. Bu durumda Taksim'i kim işaret etmişti? Ayrıca Acar, buz kovalarının içine patlayıcıyı nasıl yerleştirdi? Bu konu ciddi uzmanlık gerektiriyor ve hassas olunması lazım. Behçet hastası birinin böyle bir düzeneği hazırlarken hassas olabilmesi mümkün değil. Netice itibarıyla Acar'ın patlayıcıyı hazırlarken ve yer konusunda başkalarından yardım aldığı ihtimali gündeme geliyor. 31 Ekim'de ‘ateşkes' süresini uzattığını açıklayan KCK, Taksim'deki patlamayı üstlenmedi. Ancak daha sonra TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) isimli örgüte bağlı bir birim sorumluluğu üzerine aldığını duyurdu. Bu durum PKK'nın içinin kaynadığını gösteriyor. ‘Derin PKK'lılar' ile ‘barış isteyen' grup arasında ciddi bir çatışma var. Diğer bir husus ‘Genç PKK'lılar' olarak tabir edilen ve derin kanatla birlikte hareket eden gençlerin ‘ateşkes', ‘barış' gibi çözüme gidecek çabaları istemiyor olması. Hatta onlara göre, Öcalan ve ateşkes isteyen KCK'nın kukla lideri Murat Karayılan çok önemli değil. Örgüt kamp hususunda kendi içinde ‘Hakurk' ve ‘Kandil' diye ikiye ayrılmış durumda. Hakurk Kampı'nı savununlar ‘şahin', Kandil'i savunanlar ise ‘güvercin' olarak tanımlanıyor. Hakurk grubunu Cemil Bayık, Ali Haydar Kaytan, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Fehman Hüseyin, Kadri Çelik gibi kişiler destekliyor. ‘Ankaralılar' olarak da bilenen bu grup Ergenekon yapılanması ile irtibatlı olduğu gibi, yabancı servislerle de birlikte hareket ediyor. Bu çözülmenin iyice ayyuka çıktığı tarih Mayıs 2010. KCK yetkilileri bu dönemde ABD'liler ve Kuzey Irak Kürt yönetimi ile bir araya gelerek silah bırakma ya da silahsız bir pozisyona geçme konusunda anlaştı. Ancak Karayılan'ın desteklediği bu anlaşmaya KCK'daki derin kanat itiraz etti. Bu, daha önceki eylemlerde de (Nazmiye, Geçitli, Güngören saldırıları) ortaya çıkmıştı zaten. Fakat Taksim saldırısı, filmin tamamen koptuğunu ve KCK'nın artık ‘barış' isteyenlerin kontrolünden büsbütün çıktığını gösterdi. Tablo, ‘Genç PKK'lılar'ın yönetimi tamamen ele geçirdiğinin bir tezahürü olarak değerlendiriliyor. İşlerine geleni yapan, eylem kararlarını kendileri veren bir kadro var artık. Militan alımı ve eğitimi bunların elinde. Aralarında asker kökenlilerin de olduğu bu kişiler KCK'yı farklı bir boyuta taşımış durumda. Türkiye'nin istediği 153 yönetici arasında bulunan bu kişilerin neredeyse tamamı gençlerden oluşuyor. ‘Genç PKK' elbette, yaş ile ilgili bir kavram değil. Daha çok ‘rütbelerinin' düşük olması ile ilgili. Yani, tim komutanı, kamp sorumluları seviyesinde. Başka bir deyişle eylemsel gücü yüksek olan kişilerden oluşuyor. Yöneticiliklerini ‘derin' denilen Cemil Bayık, Mustafa Karasu gibi kişiler yapıyor. Mayıs 2010'da çözüm arayan Karayılan ekibine karşın bu anlaşmayı bertaraf eden derin KCK giderek güç toplamaya başladı. Süreç öylesine hızlı gelişti ki, örgütün kadim kadroları bile bu yapıya boyun eğmek zorunda kaldı. KCK'yı da yöneten yapı, Öcalan'ın söylemlerini kendilerine kerhen ölçü alıp istedikleri şekilde yapılanmaya gidiyor. Çünkü hiçbir örgüt yöneticisi veya militanı Öcalan'ı aleni şekilde karşısına almaz. Ancak Öcalan'ın geliştirdiği sistemleri kendilerine göre yorumlayıp örgütü yeniden yapılandırma yoluna gidiyorlar. KCK YENİDEN YAPILANDI KCK operasyonları sonucunda deşifre olan örgütün bu yapısı, alan daraltarak daha çok hücre modeline dönüştü. Fikir babası Öcalan olsa da KCK'nın gençleri bu sitemi kendi amaçları doğrultusunda şekillendirdi. Buna göre KCK, Demokratik Toplum Kongresi, Demokratik Siyaset Akademisi, Kent Meclisleri ve Kooperatifler olmak üzere dört ana başlık altında yeniden yapılandı. Burada en temel yapı Kent Meclisleri. KCK'ya bağlı Kent Meclisleri bir başkan, iki başkan yardımcısı ve bulunduğu ilin nüfusuna göre kent yürütme üyeleri tarafından yönetiliyor. İçlerinde bağımsızlar; ancak büyük olay ve eylemlerde merkezle birlikte hareket etmek zorundalar. Muş, Hakkâri gibi illerde 30 kişi bulunurken, rakam Diyarbakır'da 80-90'a varabiliyor. Yapılanma tamamen ‘Demokratik Özerklik' çerçevesinde dizayn edilmiş. Kentten sonra ilçe, ardından mahalle ve köy yapılanmaları şeklinde örgütleniyor. Hizbullah modelini andıran hücre yapılanmaları ile mahallelerde oluşturulan evlerde militanlar eğitiliyor, buradan ya dağa gidiyor veya şehirlerde milis kuvvetleri adı altında toplanıyorlar. En dikkat çeken yapılarından biri Öz Savunma Alanı başlığı altında ayrılan birim. Çünkü şehirlerde eylem yapacak yapı bu. HPG'nin (Halk Savunma Güçleri) bağlı bulunduğu bu sistemde Özel Kuvvetler-TAK,-Amid Birliği, Devrimci Karargâh ve diğer sol örgütlerin KCK'nın silahlı kanadı olarak faaliyet yürütmesi planlanmış. Yapılanmada Dil ve Halk Eğitim Komitesi olduğu gibi her mahallenin de sorumlusu bulunuyor. PKK, tıpkı KCK'nın ilk yapılanmasında olduğu gibi ideolojik alan içinde yer alıyor. Gençlik Hareketi bünyesinde ise şehirlerde molotofkokteyli atan, yer yer gösteri ve eylemlerde bulan Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi (YÖGEH) bulunuyor. Terörist Vedat Acar'ın eylemiyle TAK ismi yeniden gündeme geldi. Aslında örgüt içinde TAK başlı başına bir birim değil. Özel Kuvvetler (Hezen Taybet) birimi içinde yer alan bir yapı. Öcalan'ın yakalanmasından sonra kurulan Özel Kuvvetler eski bir asker tarafından eğitiliyor. Şahin kod adlı Ferhat Abdi Şahin komutanlık ediyor. Aralarında kadın ve erkeklerin bulunduğu Özel Kuvvetler, TAK ile birlikte Amid Birliği denilen yeni yapıyı da içinde barındırıyor. Bu daha çok milis kuvvetleri andırıyor. Türkçe manası Tunç olan ancak Diyarbakır'ın ilk adı olan Amed'den bozma Amid rastgele konulmuş bir isim değil. Tıpkı Türk derin yapısını anlatan ‘Çelik çekirdek'e atıf yapılıyor. Yalnız buradaki madde çelik değil tunç. Devrimci Karargâh da bu yapılar içinde eğitim görüyor. Aynı şekilde bazı sol örgütler, artık özel kuvvetler kamplarında eğitim gördükleri KCK'yı üst, yani şemsiye örgüt olarak kabul ediyor. KCK yapısı itibariyle Ergenekon örgütüyle ilintili. Zaten 50 subayın (değişik sebeplerle ordudan ayrılmış) PKK'ya katılması bir Ergenekon operasyonuydu. Çünkü PKK'nın elindeki bomba ve silahlar normal bir örgütün kolayca sağlayacağı türden değil. Örneğin Güngören patlamasında TNT-RDX karşımı patlayıcı kullanan örgüt, Ankara'daki Anafartalar saldırısını da RDX ile yapmıştı. TNT kalıpları ve bolca A-4, C-4 ele geçiren örgütün bu kadar stratejik patlayıcılara ulaşması mümkün değil. Çünkü TNT ve RDX daha çok istihbarat birimleri ve orduların elinde bulunabilecek patlayıcı sınıfına giriyor. GİZLİ SERVİSLERİN KANDİL SAVAŞI KCK'nın karmaşık yapısına karşın gizli servislerle öteden beri gelen ilişkisi gün geçtikçe daha ehemmiyetli hâle geliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın “Bu işin arkasında yabancı ülkeler var.” şeklindeki açıklaması Türkiye açısında bıçağın kemiğe dayandığını gösteriyor. Çünkü ısrarla PKK'yı silahsızlandırmak isteyen hükümet, arka arkaya meydana gelen saldırılara karşı hamle yapmakta güçlük çekiyor. Aslında hükümet, örgütün yalnız bırakılması durumunda terörün kolayca bitirileceğini biliyor. Ancak sürekli destek alan örgütün Taksim veya başka yerlerde eylem yapma imkânı giderek artıyor. Peki, sözü edilen gizli servisler ve ülkeler hangisi? Aslında bu sorunun cevabına Kandil üzerinden ulaşmak mümkün. Kandil'in mevcut yapısının devamını kim istiyorsa o ülkenin terörün arkasında parmağı var demektir. Burada ABD yönetiminin tavrı net. Bir an önce KCK'nın silah bırakmasını istiyor. Ancak iddiaya göre, ABD'deki Yahudi lobisi örgütün Kandil'i boşaltmasını istemiyor. Aynı şekilde Almanya istihbaratı BND de KCK ile sıkı temasta. Onlar için de Amerika'nın etkin olduğu bir Ortadoğu düzeni uygun değil. Çünkü ABD'nin Irak'a girmesini istemeyen Fransa ve Almanya AB ülkeleri arasında ön plana çıkmıştı. Özellikle Almanya bölgede etkin bir güç olmak istiyor ve Türkiye'nin Ortadoğu'nun hamiliğine soyunmasına razı değil. Diğer yandan İran da KCK'nın Kandil'in bir kısmını boşaltmasını istiyor. Zaten İran, Irak'ı kontrol altında tutmak için püskürttüğü KCK'lıların yerine Irak içindeki Şii direnişçileri yerleştiriyor. Hatta İran istihbaratı tarafından elemanları yetiştirilen Komal-i İslam (İslam Cemiyeti) örgütü de Kandil eteklerine kadar sokulmuş durumda. Bu örgütün başında Ali Papir bulunuyor. İran'da sevilen ve 1993'te Talabani'ye karşı mücadele vermiş bir isim. ABD'nin Irak'a girmesiyle tutuklanıp bir süre cezaevinde kaldı. 2006'da İran'ın ve örgütünün baskısı sonucu cezaevinden çıkarıldı. Ali Papir şu anda Erbil'de yaşıyor. Barzani ise bu gücü karşısına almak istemediğinden Papir ve yapılanmasına dokunmamayı yeğliyor. Aynı şekilde Ensar El-İslam örgütü Halepçe'ye hâkim durumda. Bu da Kandil'in diğer ucunun İran'ın kontrolünde olmasını sağlıyor. Zira bu örgüt de İran'ı destekliyor. İran'ın KCK ile mücadelesinin altında yatan sebeplerden biri de kendine ait bu örgütleri Kandil'e yerleştirmek. Bu durum hem BND'nin hem de MOSSAD'ın işine yaramıyor. Çünkü onlar Irak'ı da hâkimiyeti altına alacak ve gerektiğinde İsrail'le gerilla savaşı verecek bir örgütü Kandil'de istemiyor. BND daha çok Türkiye'nin KCK'yı bitirip sorunsuz kalması ve Ortadoğu'da etkin olmasına karşı. Almanya Türkiye'yi istemezken İran ile de alttan alta sıkı bir ilişki içinde. Çünkü İran'ı kontrol edebileceğini düşünüyor. AB içinde Tahran'a en yakın Berlin gözüküyor. Zaten Almanya ile İran arasındaki ticari ilişkiler ve Almanya'nın İran'ın içlerine kadar sızabilmiş olması ülkeyi rahatça kontrol edebileceğini ortaya koyuyor. BND'nin KCK'ya yardım ettiği daha önce gündeme getirilmişti. Bu sebeple dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner ile BND Başkanı Ernst Uhrlau bir araya gelmiş, PKK'nın ekonomik kaynaklarının kesilmesi istenmişti. KCK konusunda silahların devre dışı kalması ve barışın gelmesi demek Kandil'in boşaltılması anlamına geliyor. Bu, İran üzerinden etkin olmak isteyen Almanya ve Ortadoğu'da yalnız kalmak istemeyen İsrail'in işine gelmiyor. İddiaya göre, BND-MOSSAD (Karayılan daha önce İsrail'e seslenerek ‘Türkiye ortak düşmanımız' demişti) bu konuda işbirliği içinde ve Kandil'i kontrollü ayakta tutmaya çalışıyor. Tabii, Ergenekon yapılanmasının her iki ülkeden destek alıp PKK ile işbirliği yaptığını da düşünürsek yap-bozun parçaları yerine oturmuş olur. Taksim'de bombacının gözlemcisi olduğu söylenen ikinci şahsın hangi ülkenin vatandaşı olduğu da bu konuda önemli ipuçları verebilir. Yetkililerin ısrarla “İkinci şahıs yok!” demelerine karşın Başbakan Erdoğan'ın “Bazı şeyler devlet sırrıdır.” demesi ikinci şahsa yönelik kuşkuları artırdı. ABD ve Avrupa'da zaman zaman üst düzey görüşmeler yapan, birçok defa ‘barış' mahiyetli Kandil'e giden Sait Ali Bayrak, patlamaların arkasında yabancı servilerin olabileceğini savunanlardan: “Türkiye'nin yükselmesini istemiyorlar. Ortadoğu'da etkin bir rol alması kimsenin işine gelmiyor. Onların tabiriyle eski Osmanlı hâkimiyeti bazı ülkeleri korkutuyor. Dolayısıyla barış ancak kendi iç dinamiklerimizle mümkün olur. Yoksa dışarıdan müdahale çok olur.”
<< Önceki Haber Aksiyon'dan çok tartışılacak bir haber Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER