Yazısında 3 nesil islamcılardan bahseden Ali Bulaç, "Devlet, Üçüncü Neslimizi inhisarına aldı; kibirli, sonradan görme, gösterişe düşkün, adaletsiz, kendinden başka herkese karşı duyarsız, ahlaki değerlere aldırışsız yaptı. Devlet adına inhisarcı davrananlar devletin onları inhisarına geçirdiğini fark edemediler." ifadelerini kullandı. Bulaç, AKP için “dindar-muhafazakâr' görüntüleri dolayısıyla zararları büyük oldu: Yüzyıllık mirası heba ettiler, İslamcı tahayyülü kuruttular. Zararları iktidarı ve vahşi kapitalizmini acımasızca kullanmalarıdır" şeklinde yazdı.
İşte Ali Bulaç'ın "İnhisarcı ve istilacı" başlıklı yazısı:
2000’li yıllara geldiğimizde 1850-1924 arası Birinci Nesil İslamcıların “devleti kurtarma” ile 1950-2000 yılları arası İkinci Nesil İslamcıların “devlet kurma” projelerinin sona erip Üçüncü Nesil olarak İslamcıların “devleti dönüştürme” aşamasına geçmeleri beklenirdi.
Öyle olmadı. 28 Şubat darbesinin bunaltıcı baskıları, İslamcı tefekkür sahasındaki aydınların ve yazarların İslam’ın kaynakları ve tarihi tecrübesiyle olan zayıf temasları ile “iktidar için iktidar” hedefinden başka niyet ve maksadı olmayan dindar siyasetçilerin inisiyatifi ele geçirmesi sonucunda Üçüncü Nesil en arkaik siyaset ve devlet düşüncesiyle iktidar mücadelesine katıldı, iç ve dış konjonktürün yardımıyla da iktidar oldu.
İktidar olan eski İslamcılara minnet borcumuz “Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve İslamcı ya da din referanslı siyaset yapmadıkları”nı açıkça deklare etmelerindendir. Yine de “dindar-muhafazakâr” görüntüleri dolayısıyla zararları büyük oldu: Yüzyıllık mirası heba ettiler, İslamcı tahayyülü kuruttular. Zararları iktidarı ve vahşi kapitalizmini acımasızca kullanmalarıdır.
Modern iktidar, içeride “inhisarcı”, dışarıda “istilacı”dır. İnhisarcılığı, bir toplumsal kesim (Batı’da sınıf) adına aygıtın tamamını temellük edip onu denetleme pratiklerinde, muhaliflere karşı da tasfiyeci tutumunda ortaya çıkar. Batı uzun mücadelelerden sonra muhalefeti, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü yasaların teminatı altına almayı sağladı. Doğu’da ise kuralı kabile, aşiret, zümre, mezhep veya belli bir asabiyetin motive ettiği partiler koyar ve uygular; burada herkesi bağlayan hukuk yoktur, muktedirlerin hukuku geçerlidir.
Temellükün en etkili aracı tekelleşmedir, bu yüzden iktidarı kullanan diğerlerini kendine tabi kılmak ister. Eğer tekelleşme salt bürokratik alanlardan ibaret kalsaydı yine de tahammül edilebilirdi ama iktidar Leviathan doğası itibarıyla sivil ve medeni alanları da inhisarına almak ister. Batı demokrasilerinde eksik aksak olsa bile, sivil alanın resmi topluma karşı kendi özerkliğini görece korumayı başarması canavarın kollarının uzanamadığı korunaklı alanlar elde etmesiyle mümkün olmuştur. Başlangıçta özü itibarıyla sivil alan sekülerdi ama şimdi dini veya seküler olmanın ötesinde iktidarın bürokratik, düzenleyici müdahalelerinin dışında özerk alan arayışına ve mücadelesine dönüşmüştür. Bizde ise Leviathan İttihatçı ideoloji ve siyasetle beslendiğinden, iktidar içeride inhisarcı, dışarıda istilacı karaktere kolayca bürünebiliyor.
İçinden geçmekte olduğumuz kritik süreçte inhisarcı ve istilacı politikaların vahim, yıkıcı ve can atıcı sonuçlarıyla karşılaşıyoruz. İlahi Hukuk’u ruhen içselleştirmemiş her iktidar kendisine karşı muhalefeti “komplo” sayar. Bu kadim zamanlardan beri böyledir. Mülk ve saltanatı inhisarınıza geçirdiğiniz andan itibaren size boyun eğmeyen herkes düşmanınızdır, size darbe planlamaktadır.
Genellikle haksız ve hukuksuz iktidarı tehdit eden toplumsal bazı güçler olur. Toplumun sivil alanları ve aktörleri tehdit olarak algılandığında, iktidarın sivil alanları kontrol altına almaya başlaması eşyanın tabiatına uygun tutum olur. İktidar muhalefeti bastırırken aslında toplumu zaptetmeye yönelir. Ve bunu “devleti koruma” adı altında yapar.
Oysa devlet basit bir mekanizmadır. Gayrı şahsi bir aygıt olan devletin hiçbir kutsal-yüce anlamı yoktur; kendinden menkul yüce amaçları olmaz. Gündelik işleri adaletle, ehliyetle ve suhuletle yürütür. O kadar!
Devlet, Üçüncü Neslimizi inhisarına aldı; kibirli, sonradan görme, gösterişe düşkün, adaletsiz, kendinden başka herkese karşı duyarsız, ahlaki değerlere aldırışsız yaptı. Devlet adına inhisarcı davrananlar devletin onları inhisarına geçirdiğini fark edemediler.
Dışarıdaki istilacı tutum ise Suriye örneğinde ve genel olarak bölge politikalarında Yeni Osmanlıcılık olarak tezahür etti. Yeni Osmanlıcılık veya Türkçe tercümesiyle Yeni İttihatçılık, eski İslamcılarımızın “Yeni Türkiye”nin iştahla bölgeye yönelen postmodern emperyal bilinçaltılarını gün yüzüne çıkardı. Meğer ki bizim hedefimiz ümmeti yeniden ayağa kaldırmak değil, Türkiye’nin patronajlığında bölgede hakimiyet kurmakmış!