Ali Ünal, son yazısıyla ilgili Başbakan’ın iddialarının, kendi yazdığının tam tersi ve tam bir çarpıtma olduğunu belirtip, en basit haliyle özet geçti. Yazar Ünal ayrıca, "Başbakan, 17 Aralık’tan bu yana sürekli yaptığı gibi, doğrudan kendisine dokunan cinayet çapındaki hataları, kanunsuzluk suçlamalarını yine başkalarının üzerine yıkarak, sorumluluğundan kurtulmaya mı çabalıyor? Son cümlesi de, tamamı iftira ve çarpıtma olan suçlamalarına netice olsun: “Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.” " ifadeleriyle dikkat çekici bir tespit yaptı.
"Başbakan, birkaç internet sitesinde okuduğuma göre, hakkımda şöyle konuşmuş: “Bir başka ahlâksız çıkmış, bunun bir musibet olduğunu, o madencilerin ve bu milletin bunu hak ettiğini söyleyecek kadar şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alıyor.
Niye? Çünkü Pensilvanya’daki örgüt liderini bir elebaşı gibi değil, haşa bir mehdi, mesih gibi görüyor. ‘Ocaklarına ateş düşsün’ dedi ya, zavallı, şükrediyor. Liderinin o bedduasının tuttuğunu, o bedduanın da Soma’da masum madencileri bulduğuna inanıyor. Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.” Elektronik posta adresime de benzer suçlamalar gelmişti; demek ki, Başbakan’ın sözlerinden kaynaklanıyormuş.
Hakkımda yazılanları takip edip, onlara cevap vererek, lüzumsuz ve fayda getireceğine inanmadığım tartışmalara girmek, hakikatleri tartıştırmak, âdetim değildir. Hakkımda yazılanları da başkalarından öğrenirim. Başbakan’ın yukarıdaki sözlerinden de aynı şekilde haberdar oldum. Ne var ki, Başbakan tamamen haksızca yüklendiği, Başbakan olduğu, suçlamaları bütünüyle çarpıtma olduğu ve en önemlisi, Hizmet hareketiyle münasebetim adına kamuoyunda bir algı bulunduğu ve dolayısıyla Başbakan’ın sözleri Hizmet hareketini ve muhterem Hocaefendi’yi de hedef aldığı için cevap yazmak mecburiyetindeyim.
Önce şunu söyleyeceğim: Üslûb-u beyan, aynıyla insandır."
İkinci olarak, Başbakan, fakire ahlâksız diyor. Ahlâksız kime denir? Dinimizde ahlâksız, hırsıza, soyguncuya, yolsuzluk yapana, rüşvet alana, karşı cinsle dinî kaideler dışında münasebeti olana, yalan söyleyene, sözünde durmayana, söyledikleri ile yaptıkları birbirine uymayana, iftira atana, aldatana, emanete ihanet edene, dürüst olmayana vb. denir. El-hamdü lillâh, doğumumdan bu yana fakirle münasebeti olan, fakiri tanıyan ve kaç değişik müessesede 37 yıldır birlikte çalıştığımız hiçbir kimse şimdiye kadar bunlardan biriyle fakiri suçlamadı, suçlayamadı; bırakın suçlamayı, hep tam tersiyle andılar. Evet, bütün bu ahlâksızlıkların biri, birkaçı veya tamamı kimde, kimlerde var ise ahlâksızlık, o ölçüde ona veya onlara aittir.
Evet, Soma’da 301 vatandaşımızın maden ocağında ölmesi, bütün ülkeyi ilgilendiren bir musibettir; musibet değilse nedir?
Başbakan, “O madenciler ve bu millet bunu hak etti” diye yazdığım iddiasında: Başbakan, ya yazımı okumamış ve eline verilen metni konuşuyor, veya okuduğunu anlamıyor, ya da işine geldiği şekilde çarpıtıyor: Böyle bir musibetin zahirî, bilinen sebeplerinin yanısıra, Kader açısından sebepleri vardır. Bilinen sebeplerine temas ettim: Sorumluların hataları, ihmalleri, yapılması gerekeni yapmamak, alınması gereken tedbiri almamak. Kader açısından sebepler: Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa-Hz. Hızır kıssası bize bunu anlatır. Bu sebepleri de şöyle sıralamışım: (1) Umumu ilgilendiren ceza ve musibetlerden millet çoğunluğu sorumludur (Bediüzzaman, 26. Lem’a, “Rüyada Bir Hitabe”). AKP’ye rey verenler çoğunluk değil; dolayısıyla bazı yandaşların iftira attığı gibi, bu musibet sadece “AKP’ye rey verenlerden dolayı geldi” dediğim, apaçık bir iftira. (2) Temsil makamındakilerin hataları (Kur’ân, 2:55; 7:155) (3) Sorumluların kanun nâmına kanunsuz hıyanetleri (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası). Temsil makamındakilerin hataları konusunda da AKP iktidarının yaptıklarına misaller vermişim. Niye bu tenkitlerime bir cevap yok da, yazdıklarım tamamen çarpıtılıyor? AKP iktidarının bu türden ve bana göre temsil makamındakilerin hataları mahiyetindeki icraatlarına rağmen onlara “Çalıyor ama çalışıyor” anlayışıyla rey verenlerin, musibete Kader açısından sebep verenler içinde olduğuna temas ettim. Çünkü böyle bir tercihin nefsi ruha, cebi, cüzdanı vicdana, mideyi kalbe, parayı ahlâka tercih manâsına geldiğini, Kur’ân’da helâkleri anlatılan kavimlerin fakirlik sebebiyle değil, bu türden tavırlar ve tercihler, misaller olarak da aldatma, ölçüde-tartıda hile yapma, zulüm, zalimlere körü körüne itaat, bol geçimlikle şımarma, fısk, ikazlara kulak asmama sebepleriyle helâk edildiklerini zikrettim. “Zalimlere meyletmeyin, destek olmayın, yoksa size ateş dokunur.” da, yine Kur’ân’ın âyeti (11:113). Bu yazdıklarım doğru değilse, o zaman -haşa- Kur’ân doğru söylemiyor demektir. Eh, böyle bir iddia da, Kur’ân’la alay eden ve hakkındaki rüşvet suçlamaları sebebiyle istifa etmek zorunda bırakılan veya kalan bir bakanın partisinin başkanına da yakışır mı diyeyim?
Soma faciasında vefat edenlere gelince: Bu musibetin Soma faciası kurbanlarını değil, bütün bir milleti, toplumu ilgilendirdiğini açıkça ifade etmiş ve kurbanlar hakkında Başbakan’ın iddialarının tam tersini yazmışım: “Böylesi musibetler geldiği zaman suçlu-masum ayrımı yapmaz (Kur’ân, 8:25). İmtihan, bunu gerektirir. Şu kadar ki, böyle musibetlerde vefat eden mazlum ve masumlar şehid, telef olan malları da sadaka hükmündedir. Soma faciasının mazlum kurbanları da inşaallah şehiddir ve Cenab-ı Allah’ın onlara şehid muamelesi yapmasını, acılı ailelerine sabr-ı cemil vermesini dileriz.”
Kısaca, Başbakan’ın iddiaları, benim yazdıklarımın tam tersi ve tam bir çarpıtma. O zaman, “şerefini, insanlığını, haysiyetini ayaklar altına alan ve ahlâksız” kim oluyor? Başbakan, yazıma sebep olarak da kendisine yakıştırdığı şu sözleri söylüyor: “Çünkü Pensilvanya’daki örgüt liderini bir elebaşı gibi değil, haşa bir mehdi, mesih gibi görüyor. ‘Ocaklarına ateş düşsün’ dedi ya, zavallı, şükrediyor. Liderinin o bedduasının tuttuğunu, o bedduanın da Soma’da masum madencileri bulduğuna inanıyor.” Hocaefendi’nin söylediklerine beddua demek ayrı bir çarpıtma ve iftira. O sözler, dehşetli iftiralar karşısında çaresiz kalan bir insanın bütünüyle hakkı olan apaçık bir mübahele veya muhavelesi: “Hakkımızda söyledikleriniz, yaptığınız suçlamalar bizde var ise Allah bizi, yoksa sizi yerin dibine batırsın!” Âmin! Bu mübahele veya muhaveleye cesaret edemeyenler, âmin diyemeyenler, o sözlere beddua diyerek, ayrı bir iftirayı aylardır seslendiriyorlar. Bu mübahele veya muhavelenin halkla hiç alâkasının olmadığı, bunun doğrudan iktidarın başındakilere yönelik olduğu da apaçık. Böyleyken, onu Soma faciası kurbanlarıyla ilişkilendirmek, ayrı bir iftira. Masumlara müfteriler için de Kur’ân, “Dünyada ve Âhiret’te mel’undurlar” hükmünü veriyor (24:23) ve böylelerinin fâsık olup, herhangi bir konuda şahitliklerinin ebediyen kabûl edilmeyeceğini de beyan buyuruyor (24:4).
Başbakan, 17 Aralık’tan bu yana sürekli yaptığı gibi, doğrudan kendisine dokunan cinayet çapındaki hataları, kanunsuzluk suçlamalarını yine başkalarının üzerine yıkarak, sorumluluğundan kurtulmaya mı çabalıyor? Son cümlesi de, tamamı iftira ve çarpıtma olan suçlamalarına netice olsun: “Yazıklar olsun, bırakın milleti, bu toprakları, bu dine yaptığınız ahlâksızca saldırıdan dolayı yazıklar olsun.”