Ünal'ın Kimse Yok Mu'nun yardım toplamasının yasaklanmasından IŞİD'e kadar birbirinden önemli olayları konu alan yazısı büyük önem taşıyor. IŞİD meselesinin ortaya sürülmesinin altına yatan 3 ana maksadı gözler önüne seren Ali Ünal'ın işte mutlaka okunması gereken 'IŞİD, PKK, Erdoğan ve AKP' isimli o yazısı;
Baktım, F. Koru, R. Çakır gibi gazeteciler, “Bu, çözüm sürecine zarar verir ve süreç acaba bitiyor mu dedirtir.” diye ciddî ciddî yorum yapıyorlar. “Ne kadar unutkanız? Sözün sahibini hesaba katmadan nasıl böyle yorum yapılabilir?” diye gülümsedim. Erdoğan, söylediğinin tersini yapmak ve yapacağının tersini söylemekle, halkın hoşuna gideni konuşup, hoşuna gitmeyeceği yapmakla meşhur bir politikacı. “Çözüm süreci” başlamadan hemen önce günlerce idamı geri getirmekten, Hakkâri kırsalında teröristlerle kucaklaşan BDP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaktan söz eden aynı Erdoğan’dı. Erdoğan PKK’nın ne ölçüde aleyhinde konuşuyorsa, “Çözüm süreci”nde PKK’ya o ölçüde taviz verilecek merhaleye gelinmiş demektir. Nitekim Erdoğan’ın son gürlemesinin hemen ardından Davutoğlu başkanlığında Öcalan’ın dikte ettiği şartlardan biri olarak Çözüm Süreci Kurulu’yla Kurumlararası İzleme ve Koordinasyon Komisyonları kuruluverdi. Aslında ortada pazarlıklarla yürüyen bir süreç yok. Oslo’da alınan kararlar tiyatro perdeleri halinde merhale merhale sahneleniyor. Ama müzakere varmış gibi demeçler veriliyor; AKP iktidarı halkın hoşuna gidecek retoriklerde bulunuyor; Öcalan ve PKK/BDP, kendi tarafının moralini daha da yükseltmek için tehditler savuruyor.
Erdoğan’ın politikası, AKP’nin bütün politikalarına da sinmiş durumda. Dindar nesil yetiştirmekten bahsederler, gerçekten dindar insanlar yetiştiren Cemaat’e savaş açarlar. “Sandık, millî irade” derler, aleyhlerine neticelenirse HSYK seçimlerini tanımayacaklarını ilan ederler. “Kimsesizlerin kimsesi olmak”tan söz ederler, dünyanın 100’e yakın ülkesinde kimsesizlerin gerçekten kimsesi olan Kimse Yok mu’nun yardım toplamasını yasaklarlar. Dünya gücü olmaktan bahsederler, kendi sınırlarının ötesindeki bir terör örgütüne karşı dahi ABD’ye sığınırlar. Esed ile ölümüne kavgalıdırlar, fakat Orta Doğu politikamızı Esed’den “Esed abi”, Malikî’den “Nuri abi” diye bahsedenler çizer, yürütür ve bunları korurlar.
Erdoğan, “IŞİD’i görüyorsunuz da PKK’yı niye görmüyorsunuz?” diye gürlediğinde NATO, “Haydi müttefikler olarak PKK üzerine de gidelim!” deyiverseydi Erdoğan buna evet diyebilir miydi? Bırakın buna evet diyebilmeyi, IŞİD’in sahneye sürülmesinde üç maksat var: (1) Bizzat Erdoğan’ın itiraf ettiği üzere, AKP iktidarı Türkiye’sinin içinde vazifeli bulunduğu BOP veya GOP planına göre Irak’ın 3’e, Suriye’nin 4’e bölünme sürecinde ABD veya NATO’yu kurtarıcı olarak sahneye çekmek. Aynısını Balkanlar’da yaşamıştık. Bosna-Hersek’in Hırvatlar ve Sırplar tarafından ezilmesine uzun süre seyirci kalındı, hattâ destek olundu. Nihayet dünya kamuoyunun çağrısı üzerine ABD kurtarıcı olarak gelip, Balkanlar’ın daha da bölünmesi tamamlandı ve ABD Balkanlar’a yerleşti. (2) “Büyük Kürdistan”ın kurulması sürecinde PKK’ya daha fazla alan açmak ve daha fazla hareket imkân ve kabiliyeti sağlamak. (3) “Sünnî İslâm”ın nasıl terörizm de üretebildiğini bir defa daha göstermek.
Sovyetler Afganistan’dan çekildiğinde ki Afgan cihadında organizatörler içinde CIA, Suudî Arabistan ve Pakistan gizli servislerinin olduğu meçhul değil. Afganistan’da Ruslara karşı 10 yıl savaşmış “mücahidler”, içlerinde dünyanın dört bir yanından gelmiş Müslümanlar vardı. Bunların pek çoğu savaşla geçinir hale, savaş da günlük hayatları haline gelmişti. İşte, bunlardan, “cihad tutkusu” içindeki ve küresel adaletsizliğe ve sömürüye isyan eden bazı saf Müslümanlardan, paralı haydutlardan, Batılı objektif analizcilerin “CIA’nın terörist ordusu” diye bahsettikleri el-Kaide doğdu ve aynı kökten IŞİD, en-Nusra, Şebbiha gibi örgütler bitiverdi. Bunlar, Haricîliğin bir bakıma günümüz versiyonlarıdır. Çok iyi etüt edilmesi gereken Haricîliği Hz. Ali (r.a.), kuduz hastalığına benzetmişti.