Ezanlar okundukça Menderes anılacak
1950 yılının 16 Haziran'ı, yakın tarihimizin kırılma anlarından biridir.
Türkiye, 1932 yılından beri "Tanrı uludur, Tanrı uludur" şeklinde okunan
Türkçe ezanı o gün resmen bırakıp
Arapça ezana dönecektir.
Gerçi yapılan
yasa değişikliğinde
Türkçe ezan okumak
yasaklanmış değildir, sadece Arapça ezan okunması üzerindeki yasak ve ceza kaldırılmıştır, o kadar. Ancak Türkçe okumak serbest olduğu halde 16 Haziran günü ikindi ezanından bugüne kadar Türkiye'de bir tek yerde Türkçe ezan okuyan ne duyulmuş, ne de görülmüştür. Bu da gösteriyor ki, yasaklama boşunaydı. Halkın gönlünde 'ezan' denilince Arapça veya Adnan Menderes'in o çok ustalıklı deyişiyle, "din dili"nde okunan ezan yatıyordu.
Demokrat Parti'nin yaptığı değişiklik,
halkın gönlünde mahfuz tuttuğu o asıl ezanı minarelerin şerefelerine taşımak olmuştu. Zira o gün arefeydi, ertesi gün
mübarek Ramazan ayı başlayacaktı.
Bu yüzden yasanın bir an önce çıkması için milletvekilleri üzerinde ağır bir halk baskısı vardı. Hatta milletvekilleri
Meclis'in bahçesinde toplanan halk tarafından adeta kuşatılmışlardı. Toplanan halka, belki de Meclis tarihinde bir ilk defa, dışarıya hoparlör uzatılarak görüşmeler dinletilmiş, konuşmalardan canı sıkılan halk, bir an önce oylamaya geçilmesi yönünde tezahürata başlamıştı.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde de heyecan had safhadaydı. Yasa hakkında konuşmak isteyenler ister
Cumhuriyet Halk Partili, ister Demokrat Partili olsunlar, kendi partilileri tarafından
protesto(?) ediliyorlar, söz zamanı olmadığı hatırlatılarak bir an önce oylamaya geçilmesi için sıra kapaklarına vuruluyordu. Sanırım böyle ilginç bir susturma ve 'protesto' yöntemi de ilk ve son kez görülüyordu.
Nihayet madde ittifakla kabul edildi, ardından Cumhurbaşkanı
Celal Bayar'a gönderildi. Babam Rafet Armağan'ın hatırladığı kadarıyla Celal Bayar o sırada
İstanbul'da bir
vapur yolculuğundadır. Yasa oylanır oylanmaz Bayar'a telsizle gönderilir. Bayar da telsizle onayladığını bildirir ve yasa yürürlüğe girer.
Şimdi iş yasanın duyurulmasına gelmiştir. Aynı gün müftülüklere bildirilen Arapça ezan yasağının kalktığına dair bilginin ardından 'ilk ezan' beklentisi toplumda giderek yükselmeye başlar. Vakit öğleyi geçmiştir. İkindi ezanı hahişkâr bir şekilde beklenmektedir. Hazırlıklar yapılır. Yine babamın anlattığına göre, o saatlerde Urfa'da esnaf kendine göre
kutlama hazırlıkları bile yapmıştır. Bayrak, süs gibi şeyler asılmıştır çarşıya. Belki de ilk kez
vakit girse de bir an önce ezana kavuşsak diye sancılanmaktadır insanlar. Ezan için sancılanmaktadırlar ki, bu çok önemli bir duygudur.
Nihayet vakit girmiş, ezan beklenir olmuştur. Urfa'da o zamanlar müezzinler âmâlardan seçilirmiş. Hasan Padişah
Camii'nin müezzinini -ezan şimdiki gibi aşağıdan hoparlörle okunmamaktadır henüz- minareye çıkartırlar. İlk "Allahu Ekber" sesine
kulak kabartılmıştır. Pür dikkat... Beklenmektedir...
Bir, üç, beş, derken dakikalar geçer ama
ezan sesi gelmez bir türlü.
Müezzini görürler şerefede ya, nedense okumamaktadır. Seslenirler kendisine;
cevap alamazlar. Bunun üzerine 'Git bak bakalım' diye bir genci gönderirler şerefeye. Genç birazdan soluk soluğa iner aşağıya. Hep birlikte merakla sorarlar: "Neden okumuyor müezzin?" Genç cevap verir: "Ağlıyor da ondan!" Âmâ müezzin ağlamaktan okuyamamaktadır.
Türkiye'nin muhtelif bölgelerinde böyle pek çok duygulu sahne yaşanmıştır o 16 Haziran günü. Bursa'da bir camide o gün ikindi ezanının tam 7 defa okunduğunu öğrendim. Halk bir türlü doyamamıştır ezan-ı Muhammedî'ye. Umumi arzu üzerine müezzinler defalarca okumuş, okumuşlardır.
Bu müthiş sahneyi en güzel anlatanlardan birisi, rahmetli
Yaşar Tunagür hocadır. Tunagür hoca, o gün
Sultanahmet Camii imamı bestekâr Sadettin Kaynak'ın 16 şerefeye (kendisi 14 olarak hatırlıyor) 16 güzel sesli müezzin bulup çıkarttığını ve kendisinin aşağıda beklediğini, işaret verilmesi üzerine müezzinlerin sırayla (birinin bırakıp öbürünün okumaya başlaması şeklinde) ezanı tam yarım saatte okuduklarını, camiye toplanmış olan cemaatin dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlediğini, diğer camilerden yükselen ezan sesleriyle o saat, İstanbul'un ufuklarının dalga dalga ezan-ı Muhammedi ile çalkalandığını gayet etkileyici bir üslupla şöyle anlatmaktadır:
"[
Sultanahmet Camii'ndeki müezzinler] 'Allahu Ekber, Allahu Ekber' diye haykırınca
Beyazıt,
Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalandı. Aynı makamda biri bırakıyor, öbürü başlıyor. Herkes heyecandan tir tir titriyor, pür dikkat gözü şerefelerde ezanı dinliyorlardı. Beyazıt, Sultanahmet ve Yenicami üçgeninden yükselen 'Allahu Ekber' sedasıyla ve bu arada etraftaki
küçük cami ve mescitlerden yükselen ezan sesleri ile millet hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kimse camiye girmek istemiyordu. Yarım saat süren ezanı iliklerine kadar gözyaşları içinde duymak, yudumlamak istiyorlardı. Ezanlar bitene kadar millet avluda oturdu kaldı, adeta bir şaşkınlık içindeydiler."
1954'te Erzurumlu bir şoförle konuşan
Hürriyet Gazetesi
Ankara Şefi
Emin Karakuş, şu anlamlı cevabı aldığını yazmaktadır:
"Değil mi ki bu parti bize 'Allahu Ekber' dedirtmiş, minarelerimizde bunu bize duyurmuştur, bu bize yeter. Bunun dışında DP ne yaparsa yapsın, hiçbir değeri yoktur. Bizi dinimize kavuşturan bu parti olmuştur. Şimdi kimseden çekinmeden 'çok
şükür Müslüman'ım' diyebiliyorum."
Not: Ezanın Arapçaya çevrildiği gün yaşanılan ve hissedilenleri bir kitapta toplamak üzere bir süredir
gönüllü gruplarla ortak bir çalışma yürütmekteyiz. Buradan bir
çağrı yaparak, yakınlarından o tarihî günü hatırlayanlar varsa kayda alıp (sesli veya yazılı) göndermelerini, böylece tarihimizin bu dönüm noktasının hep hatırlanmasına yardımcı olmalarını istirham ediyorum.
MUSTAFA ARMAĞAN - ZAMAN