Ağırlaştırılmış
hapis cezaları ile ilgili ayrıntılar haber sütunlarında okunuyor.
Başka noktalara dikkat çekmek istiyorum. İstanbul'da süren
Ergenekon soruşturması kapsamında dosyanın genişletilmeyişini anlayamadım.
Genişletme talebi 'Esasa ilişkin herhangi bağlantı olmadığı' gerekçesi ile reddedildi. Tersine bir süreç işler ve Ergenekon'dan
Danıştay saldırısına doğru hat çekilir mi zamanla göreceğiz. İkinci ilginç nokta,
katil Alparslan Arslan'ın şeriatçılığı (!) ve bunun gördüğü ilgi. Mahkeme ifadelerinde
Cumhuriyet saldırılarını barda planladıklarını
itiraf ettikleri için 'Bar çetesi' nitelemesiyle de anılan katillerin 'şeriat' karşısındaki konumları malum. Asıl ilginç olan, bu komedinin ciddiye alınışı ve hâlâ bildik arayışların sürmesi. Kemal Sunal'ın filmlerinden alınan bir cümle üzerine siyasi yorum yapılsa daha anlamlı olurdu. En azından yorumlar da komedinin bir parçası olarak düşünülür, gülüp geçilirdi. Arslan,
mahkeme salonunda 'Cumhurbaşkanı ve başbakandan şeriatı ilan etmesini,
Genelkurmay'ın da direnmemesini istemiş'. 'Katilin son sözü şeriat', 'şeriat istedi' ve 'saldırı nedeni
türban' gibi arabaşlıkları kullanan gazeteler var. İki yılda ortaya saçılan bütün pisliklere ve Ergenekon'dan taşanlara rağmen bunlar oluyorsa,
senaryo istendiği gibi uygulanabilseydi ne olurdu, düşünmek bile ürperti veriyor.
Arslan'ın sözlerine ilk dikkati mahkeme çıkışında
Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Yarsav) Başkanı Ömer
Eminağaoğlu çekti. Eminağaoğlu, yargıyı siyasi konularda taraf haline getirebilecek çıkışlar yapıyor.
Başörtüsü hakkında aldığı tavır eleştirilere konu oluyor. Başörtüsüne hayır mitinglerine katılıp, 'aramızda savcılar var' anonsu yapılmasına vesile olan, yazılı-sözlü bildirilerle temsil ettiğini iddia ettiği kitle adına 'ihsas-ı reyde' bulunan Eminağaoğlu tepki topluyor. Türkiye'nin en acı kamplaşmaları yaşadığı 12
Eylül öncesinde bile, yargı tek parça kalabilmişti.
Polis teşkilatının, öğretmenlerin sert bölünme ve çatışmaların tarafı olduğu günlerde yargı, tartışmaların üstünde kalmayı başarmıştı. Yarsav, yargıda siyasallaşma ve ayrışmanın fitilini ateşleyebilir. Ayrıca başörtülü insanlar herhangi bir konuda mahkemede hak ararken karşılarındaki hâkim veya savcının kendisini 'öcü' gibi gördüğünü düşünmeyecek mi? Onun dağıttığı adalete nasıl güvenebilecek?
367 tartışmalarından yargı camiası ağır yaralı çıktı.
CHP lideri Deniz Baykal'ın tavrı, 27
Nisan Genelkurmay bildirisi ve skor bildiren yazarlar,
Anayasa Mahkemesi'nin kararını şaibe altında bıraktı. Mahkeme, kararının hukuki izahını yapmakta zorlandı. Yüksek Mahkeme,
referandum konusunda verdiği onayla kilitlenen sistemi açarak aynı zamanda
imaj düzeltti, kredisini yükseltti. Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakıldığı anayasa değişikliğinde de aynı senaryo sahneleniyor. CHP'nin başı çektiği gruplar sanki
Anayasa Mahkemesi arka bahçeleriymiş gibi hava basıyor. Anayasa değişikliklerinde hem Anayasa'ya hem mahkemenin yerleşik içtihatlarına aykırı kararı çıkartabilecekleri intibaı oluşturuyorlar.
Son bir hatırlatma; YÖK Kanunu'nun ek 17 maddesinde anayasa değişikliği paralelinde
düzenleme yapmaya gerek olmadığı düşüncesindeyim. Ek 17, Anayasa'nın şu an değişen yapısıyla birebir uyumlu. Kanun, Anayasa'nın değişen maddelerine aykırılık içeriyorsa değişir. İkinci olarak illa da değişecekse
kanun yapma mantığına uygun olarak
yasaklar sıralanmalı. Hiçbir çağdaş kanunda
özgürlük sıralanmaz, varsa yasaklar sayılır, dışında kalanlar serbest olur. Demokratik hukuk devletinin en temel ilkesi, kanunla yasaklanmışlar dışında her şeyin serbest olmasıdır. Hukuk mantığı yanında
uygulama kolaylığı açısından da yasağı saymak makuldür. Zira demokrasilerde yasak az, özgürlük fazladır. Az olanı sıralamak uygulama açısından daha kolaydır.
BÜLENT KORUCU- ZAMAN