Korkuyor...
Dehşete düşüyorum tabii.
Ama beni dehşete düşüren, “dehşetli şeyler” olmuyor.
Beni sükûnet ve
doğallık ürpertiyor.
Siz bir
ülke düşünün ki orada Ana
yasa Mahkemesi Başkanı, anayasa hakkında konuşmaktan çekinsin, “bu konuda konuşmaya cesaretim yeter mi, bilmiyorum” desin.
Bir ülkede anayasa hakkında
Anayasa Mahkemesi Başkanı da konuşamazsa, kim konuşur?
Herhalde hiç kimse.
Anlayacağınız hiçbirimiz, hayatımızı tanzim eden anayasa hakkında fikir söyleyemeyeceğiz.
Söylemek istersek de “cesaret” toplamamız gerekecek.
Üstelik bu durum da gerek
mahkeme başkanı tarafından, gerekse
toplum tarafından çok doğal karşılanacak.
Bana sorarsanız, bu, yaşadığımız ülkedeki durumun özetidir.
Kendi ülkemizde, bizi, hepimizi, kendi ülkemiz, kendi geleceğimiz, kendi anayasamız hakkında konuşmaktan “men eden”, bizi korkutan bir “güç” var.
Bu “gücün” yasal bir tarifi, yasal bir yeri yok.
Kara Göl’ün Canavarı gibi bir şey bu.
Aniden çıkıyor ve kızdığını yiyor.
Anlayabildiğim kadarıyla kafamızdaki “görüntü” tam da böyle bir şey.
“Güç gelir, bizi yer.”
Böyle düşündüğümüz, böyle korktuğumuz sürece o “güç” gelir ve bizi yer gerçekten. O korku yüzünden her türlü saçmalığa
boyun eğeriz.
Bilkent Üniversitesi, “anayasalardaki değiştirilemez ilkeler” başlıklı bir sempozyum düzenlemiş.
Türk ve
Alman konuklar bu konudaki görüşlerini açıklamışlar.
Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, çok “cesur” bir konuşma yapmış.
Can, “her anayasa değişikliğinin anayasaya, her yasa değişikliğinin de yasaya aykırı olduğunu, ancak parlamentolardaki bu aykırılıkla değişimin ve ilerlemenin sağlanacağını” anlatmış.
Bir Alman uzman da ona katılmış.
Biliyorsunuz, bizim anayasamızda “değiştirilemez, değiştirilmesi
teklif dahi edilemez” maddeler bulunuyor.
Böyle “değiştirilemez” maddeler Alman anayasasında da varmış.
İki anayasada da değiştirilemez maddeler bulunması, bu durumu “demokrasiye ve hukuka” uygun hale getirmiyor elbette.
Birincisi, bu maddelerin “değiştirilemeyeceğine” kim karar verdi?
Eğer bir ülkenin anayasasında “değiştirilemez” maddeler varsa, o ülkenin egemenlik hakkı kısıtlanmış olmaz mı?
Hangi güç bir parlamentoya “sen bunu değiştiremezsin” diyebilir?
Diyebilen her kimse, o, parlamentodan daha güçlü ve yetkilidir.
Parlamentodan üstün olan, milletten de üstündür.
Parlamentodan ve milletten daha üstün gücün bulunduğu tek rejim ise diktatörlüktür.
Ben bunu söylediğimde insanların “ne yani,
Türkiye diktatörlük mü” diye sormayacağını ama “peki
Almanya da mı diktatörlük” diye soracağını biliyorum.
Almanya’da demokrasiye aykırı “değiştirilemez” maddeler bulunmasına rağmen orası “diktatörlük” değil, çünkü bu maddeler hakkında “korkmadan” konuşabiliyorlar.
Biz konuşamıyoruz.
Ya korkuyoruz... Ya da konuşabilmek için “cesaret” göstermemiz gerekiyor.
Bizim rejimimizi bir “diktatörlüğe” benzeten de bu “korku” zaten.
Anayasadaki “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerin anayasada kalıp kalmamasından daha önemli olan, bu maddeler hakkında konuşamamamız.
Niye tartışamıyoruz biz bu maddelerin değiştirilip, değiştirilemeyeceğini?
Bir şey “teklif etmemize” gerek yok, konuşabiliriz.
Ama konuşanın büyük bir ihtimalle başı derde girer.
Çünkü o “değiştirilemez” maddeler arasında “
laiklik” maddesi yer alıyor.
Halbuki tam da o maddenin konuşulması gerekiyor.
Çünkü bizim anayasamızdaki “laiklik” maddesi, bu ülkenin gerçekten laik olmasının önündeki en büyük engel.
Artık bunu herkes biliyor, burası laik değil, burada din v
e devlet işleri birbirinden ayrılmıyor... Burada devlet, her şeyi denetimine aldığı gibi dini de denetimine alıyor.
Normalde “caminin imamı” olması gerekirken, burada “devletin imamı” var.
Cumaları camilerde “devletin görüşleri” okunuyor.
Bakanlar Kurulu’nda
hatim indirilmesiyle, camilerde devlet görüşlerinin okunması arasında, sizce laiklik açısından nasıl bir fark bulunuyor?
Hiç bir fark yok bence.
Burada kendi toplumundan korkan bir devlet ve kendi toplumundan korkan “devletçiler”, kendi korkularının üstesinden gelebilmek için toplumu korkutuyorlar.
Onlara göre bu toplumu kendi haline bırakırsan ya şeriatçılar gelir, ya bölücüler.
Cumhuriyet kurulalı seksen küsur yıl oldu, hâlâ bu toplum şeriat ve bölünme yanlısıysa, cumhuriyetin kurduğu
sistem hiçbir işe yaramıyor demektir.
Demek ki, bunca yıl bu devlet, bu halka “şeriattan ve bölünmeden daha iyi bir şey” sunamadı.
Bunca zaman yapamadığını bundan sonra yapabilecek mi?
Niye yapsın?
Anlaşılıyor ki daha binlerce yıl bu devlet bu toplumu ezecek, ona “şeriattan ve bölünmeden” daha iyi bir hayat tarzı sunamayacak ve bunun konuşulmasını yasaklayacak.
Bunu da hep birlikte “doğal” karşılayacağız.
Beni dehşete düşüren de bu doğallık zaten.
AHMET ALTAN-TARAF