Pazar günkü gazeteleri okurken gözlerime inanamadığım bir haber okudum. ABD’li yetkili Matthew Bryza,
Yunanistan’da cumartesi günleri yayımlanan ekonomi gazetesi Ependitis’e verdiği demeçte, “Erdoğan tartışmalı bir ismi
aday gösterirse gerilim oluşur, uzlaşıcı aday gösterirse gerilime neden olmaz” demiş ve Ependitis, söz konusu demeci birinci sayfasından “
Cumhurbaşkanlığı için Gül’e hayır diyoruz”, iç sayfadan da “Erdoğan Gül’ü aday göstermemeli” başlığı ile duyurmuş.
Amerikalının münasebetsizliği bu kadarıyla kalsa neyse,
Türkiye’de kimin
cumhurbaşkanı olması gerektiğine ilişkin isim de telaffuz etmiş. Ependitis adlı Yunan gazetesinin sorusuna Matthew Bryza’nın cevabı şöyle:
“Türkiye’ye siyasi gerilimin cumhurbaşkanı seçimi nedeniyle geri dönmesi Türk siyasetine ve Baş
bakan Erdoğan’ın tartışmalı bir şahsı aday gösterme kararına bağlı. Erdoğan’ın ne yapacağını bilmiyorum ancak kendisi cumhurbaşkanlığına tartışmalı bir ismi aday göstermeyeceğini ima etti. Eğer uzlaşıcı bir şahsı önerirse gerginliğe neden olmayacak. Tabii, eğer tartışmalı bir isim önerirse o zaman geçen nisan ve mayıstaki gibi gerginlik görmemiz olası. Dediğim gibi, Erdoğan uzlaşıcı bir aday göstereceğini ima etti ve söylentilere göre bu, eski
Dışişleri Bakanı
Hikmet Çetin olabilir, birçok kişi de
Savunma Bakanı Vecdi
Gönül’ün olabileceğini söylüyor. Bu konu kelimenin tam anlamıyla
Başbakan Erdoğan’ın elinde.”
Matt Bryza’nın söylediği her şey yanlış ve münasebetsiz. Sorun, böyle görüşlere sahip olmasında değil. Benim de kişisel kanım, üstelik yeni de değil, Hikmet Çetin’in cumhurbaşkanlığı için içinde bulunduğumuz dönemde mükemmel bir
tercih olacağı idi. Zaten, eski hukukumuza dayanarak, son iki yıldır kendisini her gördüğüm vesilede, “Sayın cumhurbaşkanı” diye takılıyordum. Gelgelelim, Türkiye’nin gerçekleri ve siyasi-demokratik zorunlulukları, kişisel duygularımız ne olursa olsun, bunları bir “fantezi” olmaktan ileri götürmüyor.
Matt Bryza’ya gelince, bu duygulara sahip olmaya değil, bunları “görüş” olarak bildirmeye hakkı yok. Evet, hakkı yok. Çünkü, Matt Bryza, ABD Dışişleri’nin bir yetkilisi ve bu yaptığı, Türkiye’nin iç işlerine, kabul edilemez bir “kaba müdahale”dir ve bir “diplomatik skandal”dır.
Bryza, bizim basının kendisini takdim ettiği gibi ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı filan değildir. Oradaki sıfatı, bizdeki “müsteşar yardımcısı”na tekabül ediyor ama Türkiye ile ilgili, Türkiye’den sorumlu.
Böyle bir kimlikteki biri, nasıl olur da Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili “uzlaşma”dan, “gerilim”den söz eder ve bir de Hikmet Çetin ve Vecdi Gönül diye isim telaffuz ederek, tercih belirtir. Bu sözleri, bulunduğu konum bakımından ABD Dışişleri’ni bağlar ve Türkiye’nin iç işlerine müdahale anlamı taşır.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün derhal talimat verip, ABD’nin
Ankara Büyükelçisi
Ross Wilson’u Dışişleri’ne çağırttırması ve ABD’ye bir “
protesto notası” verilmesi gerekiyor.
Ulusal onura özel duyarlılığı olanların ve “ABDullah” diye mitinglerde
pankart taşıyanların tepki vermesi de. Görelim, “ulusal onur” konusunda gerçekten ne kadar duyarlılar?
İş, bununla da kalmamak zorunda. Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilse de seçilmese de 60. hükümetin ABD’nin önüne “Matt Bryza’yı başka bir göreve kaydırması” ve “Türkiye ile ilişkilerden ayağını kesmesi” şartını sürmesi gerekli. Aksi halde, zaten sıkıntılı olan Türk-
Amerikan ilişkilerinin daha da sıkıntı içine gireceği Amerikan tarafına bildirilmeli.
Bu, Matt Bryza’nın ilk “sabıkası” da değil. 27
Nisan “
askeri müdahalesi” üzerine
Washington tepkisini kaleme alan oydu. Orada, Washington’un “titrek” ve “ilkesiz” tutumu,
demokrasi ile askeri müdahale arasında “tarafsız” görüntüsü tepki çekmiş, Bakan
Condoleezza Rice, bin dereden su getirerek Abdullah Gül’ü telefonla arayarak, durumu düzeltmeye çalışmıştı.
Bir yazımızda, seçimlerden iki hafta önce, eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile bir kahvaltı toplantısında söylediği “Türkiye’de askerin özel yetkileri var ve bu anayasaldır” sözlerine müdahale ettiğimizi, bu söylediğinin Matt Bryza’nın kaleme aldığı açıklamadan alındığını, doğru olmadığını ve Türk anayasasında da yasalarında da böyle bir hüküm bulunmadığını söylediğimizi, Bryza tarafından yanıltıldığını anladığını ve çok şaşırdığını bildirmiştik.
Matt Bryza’nın bu seferki “sabıkası” daha da ağır. Sıfatını unutarak Türkiye’deki tartışmaya “taraf” olarak dahil olmakla kalmıyor; Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’ndan “tartışmalı şahıs” diyerek,
terbiye sınırlarını çiğneyerek söz ediyor. O “tartışmalı şahıs”, acaba Bryza’nın kendi bakanı Rice için de “tartışmalı şahıs” mıdır? Değilse, Bryza, kendi bakanı ile ters düşmemekte midir?
Ayrıca, Türkiye’de cumhurbaşkanlığına aday olmak, ne başbakanın ne de bir siyasi parti genel başkanının iradesine tabi. Türkiye’nin hukuk yapısı konusunda anlaşılan hiçbir bilgisi yok Bryza’nın ve bu kişiye Amerikan Dışişleri’nde Türkiye dosyası emanet edilmiş. Böyle saçmalık olmaz.
Bryza’nın evlenmek üzere olduğu Türk nişanlısı, yakın geçmişte, Türkiye ile ilgili “felaket senaryoları”nın tartışıldığı Hudson Institute’daki toplantının organizatörüydü. Türkiye’deki “
iktidar mücadelesi”ne “taraf” olmuş, “rol” almıştı. Dolayısıyla, Bryza’nın durumu, “Washington kriterleri”ne göre “conflict of interest”e giriyor ve bakanlıkta “Türkiye dosyası”nın onun elinden alınmasını gerektiriyor.
*** *** ***
Haziran ayında, 22 Temmuz seçiminden tam bir ay önce Washington’da Türkiye’yi iyi bilen ve yakından izleyen, aynı zamanda Amerikan başkentindeki “iç yapı”da “kim kimdir?” bilgisine sahip kaynaklarımız, bana, Başkan
Bush, Dışişleri Bakanı Rice, Ulusal
Güvenlik Başdanışmanı Stephen Hadley ve Dışişleri
Müsteşarı Nicholas Burns’den oluşan “hattın”, Türkiye’de “meşruiyet” yanlısı olduğunu ve bu bağlamda
AK Parti hükümetiyle bir “sorun”u bulunmadığını, buna karşılık Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza’nın, Bakan Yardımcısı Dan Fried’ı etkileyerek Başkan Yardımcısı Cheney’in bürosu ve onunla irtibatlı çalışan Hudson Institute ve American Enterprises Institute gibi düşünce kuruluşlarında, AK Parti hükümetine “karşıt” bir ekibin görüşlerini yansıttığını anlatmıştı.
O günlerde “bir Türkiye” olmadığı gibi, “bir Washington” da olmadığını, birçok başka konuda olduğu gibi Türkiye konusunda da “birden fazla Washington” bulunduğunu belirtmişti.
22 Temmuz, yüzde 47 ve hatta daha da üstünde sayılabilecek
oy oranları ve her anlamda “temsil yeteneği”ne sahip bir
TBMM’yi ortaya çıkartarak, “bir Türkiye”yi ortaya çıkarttı.
Washington’da bazıları bunu “sindirmek”te zorlanıyorlarsa, onlara “sindirim kolaylığı” sağlamak Ankara’daki yeni ve güçlü iktidara düşüyor.
Güçlerinin ve iktidar meşruiyetlerinin farkında olmaları kaydıyla...
CENGİZ ÇANDAR/Referans