Atatürk ve başörtüsü
Eğer Zübeyde Hanım canlanıp gelse, oğlunun mezarını ziyaret edemeyecekti.
Başı örtülü diye almayacaklardı onu
Anıtkabir’e.
Başörtülü kadınları sokmuyorlar çünkü oraya.
Dün de Anıtkabir’e gelen engelli çocukların annelerini almamışlar içeri.
Düşünün, Atatürk bu
ülkede bir “tabu” haline getirilmek isteniyor.
Atatürk’ü bir kalkan olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Anadolu’da kadınların neredeyse yüzde doksanının başı örtülü.
Siz “ulusal bir tabu” oluşturmak istiyor ama ülkenin kadınlarının yüzde doksanını onun mezarına sokmuyorsunuz.
İnsan, mezarını bile ziyaret edemediği birini nasıl “kendi önderi” olarak görebilir?
Atatürk’ü “tabu” yapmak isteyenler, bir tabu yaratacağız derken o tabuyu kendi elleriyle kırıyorlar.
Ama zaten büyük çıkmazları da bu noktada yatıyor.
Atatürk’ü “
laiklik” üzerinden tabulaştırmaya uğraşıyorlar.
Bunun için de “laiklik yanlısı insan
tipi” yaratıyorlar.
Muhafazakârlar, o “tipe” uymuyor.
Ne olacak şimdi?
Bunların “laiklik yanlısı” diye gördükleri insan sayısı azalıverecek.
Peki, “laikliğin tabusu” olan Atatürk’le, “laiklik karşıtı” sayılan muhafazakâr kitleler nasıl bir araya getirilecek?
Atatürk, onlara nasıl “tabu” olarak kabul ettirilecek?
Kimse mezarını ziyaret edemediği birini kendi kafasında, kendi isteğiyle bir “tabu” haline getiremez.
O zaman da onlara o tabuyu “zorla” kabul ettirmeye çalışacaksın.
Korkutacaksın, tehdit edeceksin, aşağılayacaksın.
Tabii sen de o kitlelerden kopacaksın.
Siyasetin içinde kalabilmek için insanları zorlayan ordunun ve ordunun bu tutumunu destekleyen
siyasi partilerin kendilerini kitlelere kabul ettirememelerinin temelinde bu tuhaf durum yatıyor.
Yok, “böyle yapmayalım, insanları kendimizden uzaklaştırıyoruz” deyip muhafazakârları da kabul eden gerçek bir “laiklik”
sistemi oluşturmaya çalışsalar...
Bu sefer de ordunun “laiklik elden gidiyor” diyerek iktidarda kalma şansı tümden yok olacak.
Yani neresinden baksanız bu iş yürümüyor.
Ordu ve ordu yanlısı siyasi partiler kendilerine “gerçek” bir taban bulamıyor bu ülkede.
Artık bu iş öylesine açığa çıktı ki daha dört ay önce “başörtüsü” yüzünden
darbe çığırtkanlığı yapan
CHP akın akın çarşaflı üye kaydediyor.
Karısının başı örtülü diye cumhurbaşkanının köşküne gitmeyenlerin partisi şimdi başı örtülü kadınlarla dolu.
“Türbanlı kızlar üniversiteye giderse anayasal sistem çöker” diyerek
Anayasa Mahkemesi’ne koşan CHP’nin genel merkezine şimdi
türbanlı kadınlar rahatça giriyor.
Deniz
Baykal, “
kıyafet ayrımcılığına” karşı kükrüyor.
Dört ay önce de tam tersini söyleyerek kükrüyordu.
Şimdi yaptığı hayatın gerçeğine uygun elbette.
Böyle de yapması gerekiyor.
Ama devamını da getirmek zorunda.
AKP ve MHP ile birlikte “türban” için parlamentoda çözüm aramalı.
“Bizim partiye girmeleri yararlıdır, üniversiteye girmeleri zararlıdır” gibi bir gariplik Baykal’a bile fazla gelir.
Seçimler yaklaşırken CHP, bu ülkenin muhafazakâr insanlarını keşfetti.
Yakında “bu insanlar niye Anıtkabir’e alınmıyor” sorusunu da soracak kaçınılmaz olarak.
Çünkü, “Atatürk hepinizin tabusudur ama sadece başı açık olanlar onun mezarını ziyaret edebilir” zorbalığıyla
siyaset yapılamaz.
Sadece darbe yapılabilir.
Artık o da mümkün gözükmüyor.
Yapay siyaset olmaz.
Siyaset gerçeklere dayanır.
CHP, “gerçekleri” kabul ederken, AKP “yapay” bir siyasetin parçası olmayı sürdüremez.
AKP de yok olmak istemiyorsa,
Avrupa Birliği üyeliği için çalıştığı zamanlara geri dönecektir.
Yakında partiler
Kürt gerçeği ile ilgili çözümler de getirirler gündeme.
Muhafazakârları dışlayamadıkları gibi Kürtleri de dışlayamayacaklarını kavrarlar.
İnsanların “anadillerini” öğrenmemesi üzerine de siyaset bina edilmez çünkü.
Ordu ve yargı, hızla yalnızlaşıyor.
CHP’nin “çarşaflı kadınları” üye yazmaya başlamasıyla birlikte ordunun siyaset sahnesindeki taraftarı kalmadı.
Bu yapaylığı çok fazla sürdüremez.
Bunca yıl sürdürdükleri yeter zaten.
Bir
vakit daha saçmalıkları izleriz, sonra ülke normalleşir.
“
Namaz kılıyor” diye ordudan adam atılmaz,
generaller başörtülü kadınların elini sıkmamak için
komik duruma düşüp köşe kapmaca oynamaz, kışla kapılarından asker anaları geri döndürülmez, Anıtkabir ziyaretçilerinin yolu kesilmez.
O zaman Atatürk’ün bir “tabu” olmasına da gerek kalmaz.
Ordu olması gereken yere, kışlasına
döner.
Ben ümitliyim.
Siyasetçilere güvendiğimden değil...
Hayata ve onun gerçeklerine güvendiğimden.
AHMET ALTAN - TARAF