Ankara temsilcilerini nasıl bilirsiniz?

Türkiye'nin en güçlü kişilerine bir telefon uzaklığındalar. Türkiye Ankara'ya, Ankara da onlara bakıyor, 'acaba ne oluyor' diye...

Ankara temsilcilerini nasıl bilirsiniz?

Soru basit, Ankara'nın güç ilişkileri habere yolculuğu nasıl şekillendiriyor? ŞAMİL TAYYAR: Ankara’da her bilgiye atlarsanız sırtınız yerden kalkmaz! MURAT YETKİN: En büyük habercilik dersini Büyükanıt’tan aldım MUSTAFA ÜNAL: Bildiklerimizin azını yazar, çoğunu susarız! ARDAN ZENTÜRK: Bütün gazeteciler askerin gözünde asteğmendir YASEMİN ÇONGAR: İyi ki Ankara gazetecisi değilim ENİS BERBEROĞLU: Ankara temsilcileri patronun mümessilleridir! HAKAN ÇELİK: Bazen gazeteci olduğumuzu unutuyoruz! NURİ ELİBOL: Ankara’da habere ideoloji karışıyor! MUSTAFA KARAALİOĞLU: Tercih şansım olsa Ankara temsilciliğine dönerim *** ŞAMİL TAYYAR -Bir gazeteciyi Ankara ne ölçüde etkileyebilir? Parlamento, Çankaya, Başbakanlık, Genelkurmay burada; dolayısıyla Ankara’daki kasvetli hava gazetecilik reflekslerini de ister istemez etkiliyor. Gazeteci için siyasiler de haber kaynağı; ama ağırlık bürokraside. Eğer ince ayarı tutturamazsanız zaman içerisinde ideolojik olarak onlara yakınlaşıyorsunuz, onlar gibi konuşmaya başlıyorsunuz. “Sizi şu kurumu Mizlemek üzere gönderiyoruz, oranın muhabiri olmaya değil” dememize rağmen zamanla birçok arkadaşın, izlediği kurumun ‘muhabiri’ hâline geldiğini görüyoruz. Bugün muhalefet partileri aleyhine yazı yazan bir tane muhabir görür müsün? Yok. Çünkü iki defa yazdığı zaman üçüncü günü partiye almazlar. -Embedded-iliştirilmiş gibi mi? Evet, biraz öyle gözüküyor. Fakat bir yerde gazete yönetimlerinin Ankaralı gazetecilerden talepleri de buraya doğru sevk ediyor. Genel yayın yönetmeni arayıp, “bakanlar kurulunun, MGK’nın perde arkasını ‘satır satır’ istiyorum” diyor. Bu perde arkası habercilik çok özel bir habercilik ve bunun için haber kaynağınızla ilişkilerinizin çok özel olması gerekiyor. Siz bir bakanı arayacaksınız, ‘Abi ne oldu içerde, bir anlat’ diyeceksiniz. Yani aslında dedikodu istiyorsunuz. Bu özel hukuk salt gazetecilik bağlamında çok zor sağlanabilecek bir şey. Çok hassas bir ayar gerektiriyor. Ama bunu başarırsanız hem iyi bir gazeteci olursunuz, hem o kurumlarla ilişkilendirilmezsiniz. -Yani özel bilgi özel ilişkiyi gerektiriyor. Tabii ki. Genelkurmay’ın andıç değerlendirmelerinden biri, bu gazetede TSK’yla ilgili ne kadar pozitif ve negatif haber çıkmış. Sonra da akreditasyon uyguluyorlar. Ya da akreditasyon problemi olmayan gazetelerde negatif haber yazdığı düşünülenlerin bir süre sonra kurumla bağlantısı kesiliyor, bir astsubaya bile ulaşamıyorlar. Bunu Milliyet de Hürriyet de yaşadı. Birkaç savunma muhabiri arkadaşımız işten atıldı, birkaçının da görev yeri değiştirildi. Bir de, gazete içindeki konumunuz kurumlarla ilişkinizle doğru orantılı hâle gelirse bir süre sonra birçok muhabir arkadaşımız da -kerhen de olsa- bu ilişkiyi zorunluymuş gibi görüyor. Düşünün izlediğiniz siyasi parti iktidar partisi, siz de başbakanlık muhabirisiniz. Bir gün izlediğiniz parti muhalefete düşüyor, siz de muhalefete düşmüş oluyorsunuz, statünüz düşüyor yani. Ayrıca İstanbul’dan bakarak gazeteci arkadaşları suçlamayı çok doğru bulmuyorum. Çünkü İstanbul’da bir gazeteci için ulaşılabilecek en ileri haber kaynağı İstanbul valisi iken Ankara’da vali yerel sayfaları yapanlar için önemli haber kaynağıdır. ANKARA GAZETECİLERİ DEVLETÇİDİR -Asıl haber kaynağı bürokrasi midir? Ankara’da bürokrasiyle kurulan bağlar daha uzun süreli ve kalıcıdır. Dolayısıyla gazetecilerin haber kaynağı daha çok bürokrasidendir. Siyasiler daha kolay ilişki kurulabilen isimlerdir. Bir siyasi ile kuracağınız ilişki sizi 6 ay taşır; ama bir bürokratla kuracağınız ilişki yeri gelir 20 yıl taşır. -Bu ilişki gazetecide neye yol açıyor? Ankara’dan çok fazla liberal gazeteci çıkmıyor. Sivil ve askerî bürokrasideki tavır zaman içinde sadece kıyafetlerimize değil, düşüncelerimize de yansıyor. O yüzden Ankara’daki gazeteciler biraz daha devletçidir. ÇOK SAYIDA BELGE VE İHBAR GELİYOR -Şehir etkiler yani. Bir de, Ankara küçük bir mekân, insanlar birbirlerini daha kolay etkiyebilecek noktadalar. Şuradan bir restorana gittiğiniz zaman 20 tane siyasetçi ve genel müdür çok rahatlıkla görürsünüz. Sürekli dedikodu yaparlar, birbirlerine hikâyeler anlatırlar, senaryo geliştirirler, hükûmet yıkarlar, hükûmet kurarlar. Darbe yaparlar, demokrasiyi güçlendirirler. -Bilgiye ulaşmak mı zor, yazmak mı ? Tabii yazılmayan çok şey var. Bazen tulumbadan su çekmek için tulumbaya su koyarsınız. Bu konulara (Ergenekon) değinerek aslında tulumbaya su koyduk, şimdi onu çekiyoruz. Çok fazla emek harcamadan bana o kadar bilgi ve belge geliyor ki. Diyor ki, bu adam bu işlerle ilgileniyor ve yazıyor. Sizde o cesareti gördüğü zaman bazı bilgilerin gün ışığına çıkmasını isteyen insanlar hemen harekete geçebiliyorlar. Medyanın parsellendiğini, her konunun üzerine gidilmediğini onlar da biliyor. Bundan dolayı bana hangi askerî birlikte hangi yemeklerin çıktığına, bu yemeklerden kimlerin zehirlendiğine ya da başka bir hadiseden dolayı kimin cebine kaç kuruş girdiğine dair çok özel ihbar mektupları bile geliyor. -İlle de akredite olmak gerekmiyor yani.. Gazetecilikten kopmazsanız bir şekilde top oynamaya devam ediyorsunuz. Ben izlediğim her siyasi partinin lideriyle bu sebeple kavgalı olmuşumdur. Liderler tepkiliydi ama bunun genel başkan yardımcıları var, parti meclisi üyeleri var. Birisi genel başkanlardan demeç alarak haber yazardı, ben de falanca şahısla yaptığı görüşmenin perde arkasını yazarak haber yapardım. KİM DEZANFORMASYON YAPIYOR BİLİYORSUNUZ -Son dönem yazdıklarınız eski ilişkilerinizi nasıl etkiledi? Genelkurmay’a akrediteydik, kurum olarak da, şahıs olarak da. Birkaç sefer çağırdılar, gittik görüştük vs. Ama şimdi bir astsubaya bile ulaşamıyorum. Sizi minderin kenarına itebilirler ama hiç önemli değil; bir kanal kapanır, bir başkası açılır. O yüzden biraz da gazeteciliği mobilize yapıyorum. -Bildiğinizin bilinmesini istemediğiniz bilgiler oldu mu hiç? Ankara’da ciddi bir bilgi kirlenmesi yaşanıyor. Bunu mesleki bilginizle, tecrübenizle, belli kaynaklardan kontrol ederek aşabilirsiniz. Ama sazan gibi size ulaşan ilk bilginin üzerine atlayıp yazmaya kalkarsanız sırtınız minderden kalkmaz. Zaman içinde kimlerin bu tür dezenformasyon yaptığını anlıyorsunuz zaten. Mesela “Bunu sakın kimseye söyleme, sadece sende kalsın” denilerek anlatılan bilgi “aslında sen bunu yaz” demektir. Şayet bir başkasıyla paylaşılması gerekmiyorsa niye paylaşıyorsun? Bazen şöyle olur, adam dosyayı masanın üzerine bırakır. Al der, elden vermez, yarın bir gün “Vallahi billahi vermedim” demek için. Ben bunu bir sefer yaşadım. -Zor olan hangi bilginin doğru olduğu mu? Oltaya gelmemek lazım, o da zor bir şey. Bazen şöyle olur, bakanlar kurulunun perde arkasını istiyorlar, muhabir sıkışıyor, fırça yiyecek. “Herkesi iyi kötü tanıyoruz. Millî Eğitim Bakanı dese dese bunu demiştir.” diye oturduğu yerden senaryo yazıyor. -Günlük hayatta herkes bir siyasi analiz yapıyor. Ankara’dakilerin farkı ne oluyor? Sokaktaki insanın söylediğiyle bizimki pek çok yerde örtüşebilir. Sokaktaki adam “Erdoğan cumhurbaşkanı olmaz” derken basit bir mantıkla, ‘yeni seçildi’ der. Aynı şeyi söylesek bile bizim hareket noktalarımız farklıdır. Mesela biz uçakta Başbakanla sohbet ediyoruz. Sorulara verdiği cevaplardan, mimiklerinden, yaptığınız araştırmalardan sizde bir kanaat oluşuyor. Diyorsun ki, bu iş olacak. Ama, aynı bilgilere ve gözlemlere sahip başka gazeteci başka düşünüyor. Sizde bilgi kırıntıları çok daha fazla ama her zaman doğru sonuca götürmeyebilir. Burada tecrübe devreye giriyor. -Nasıl? Mesela Kuzey Irak’a kara harekâtı sırasında “Türk askeri dönecek mi dönmeyecek mi?” konuşuluyor. Mahir Kaynak “tampon bölge kuruluyor.” dedi. Bana da bir televizyondan bağlandıklarında ‘böyle şey olmaz’ dedim. Olmaz derken bir bilgi almış değildim. Biliyorum ki orada tampon bölge kurulması için öncelikle 30 bin asker lazım, ayrıca bölge çok ciddi, siyasi konsept Amerika ile uzlaşmayı gerektirir. Böyle bir şey olmadığına göre… Diyorum ki kendi kendime Türk askeri yakın bir zamanda muhtemeldir ki döner. 5 gün sonra döndü. Bu özel bir bilgi değil. Asker adına konuştuğu varsayılan bir uzman “Türk askeri nisan ayından önce asla dönmez” dedi. Kamuoyunda görüş belirtenlerin bir kısmı kendini pazarlıyor, bir kısmı da dezenformasyon yapıyor. Aslında doğruyu biliyor ama yanlış şeyler söyleyerek kamuoyunu yönlendiriyor. Adam “abi yakında bir darbe olacakmış” diyor. Yapma etme derken bunu yayanın Genelkurmay’a sebze meyve götüren kabzımal olduğu anlaşılıyor. Gidip gelirken oradaki onbaşılarla sohbet ediyor. “Ben geçen paşalarla beraberdim, kesin darbe olacak.” diyor. MURAT YETKİN -Siz Ankara gazeteciliği dendiğinde ne anlıyorsunuz? Ankara gazeteciliği deyimi bazı meslektaşlarımız tarafından bir tür aşağılama, bir tür küçümseme olarak kullanılıyor. Bu bence bir tür yetersizlik ifadesidir. Ankara gazeteciliği, İstanbul gazeteciliği, Moskova gazeteciliği diye bir şey yoktur. Bir tane gazetecilik vardır, 5N 1K. Ankara’da çoğu zaman ince buz üzerinde yürüyorsunuz. ELİMDEN GEÇEN SAHTE BELGENİN HADDİ HESABI YOK Her şeyi kılı kırk yararak, doğrulayarak gitmeniz lazım. Çünkü çok rahat yanıltılabilirsiniz. Çünkü sizi yanıltmaya çalışan siyasi partiler vardır, kurumlar vardır... Tabii sizi açığa düşürmek değildir maksat. Birilerinin, çıkar gruplarının hasılat elde etmesidir. Her duyduğunuzu haber, her aklınıza geleni fikir saymamanızda büyük yarar var. -Yani her an yanıltılıyor olabilirsiniz? Bu kadar senedir Ankara’da gazetecilik yapıyorum, elimden geçen sahte belge sayısını tahmin edemezsiniz. Uğur Mumcu’yu MOSSAD öldürdü diye bir şey çıkıyor. Habere konu olan belgeler yıllar önce Meclis tutanaklarına verildi ve sahte belge olduğu ortaya çıktı. Isıtıp yine sunuyorlar. Bir kere o belgenin MİT belgesi olduğunu söyleyen bir şahsın hayatında hiç MİT belgesi gördüğünü sanmıyorum. Mesela Genelkurmay belgeleri diye size bir şeyleri yutturmaya çalışırlar. Üzerinde çok gizli damgası vardır, eğer hiç Genelkurmay belgesi görmemiş iseniz büyük haberi yakaladım diye üzerine atlarsınız. -Peki bilgiler belgeler, güç dengeleri değişinceye kadar bekler mi, bekletilir mi? Buradaki temel sorun güç dengeleri değildir. Haberin tamamlanmasıdır. Ben her haberin ayrı bir olgunlaşma süresi olduğuna inanırım. Size çok somut bir örnek vereyim. ABD ile yaşadığımız Irak krizinin perde arkasını anlatan Tezkere diye bir kitap yazdım. Araştırma yaparken bir dost sohbetinde önemli işler üstlenmiş bir devlet görevlisinden 1997’de Clinton’ın Demirel’e mektup yazmış olduğunu öğrendim. Mektup, zamanın ABD Savunma Bakanı Bill Cohen tarafından Demirel’e Ankara’da iletilmiş. Mektupta diyor ki Clinton; “Biz Irak’a müdahale etmek zorunda kalabiliriz. Bunu da karadan yapmak zorunda kalabiliriz. Bunun için Türkiye’ye başvurmak zorunda kalabiliriz.” Ne ortada Bush var, ne başka bir şey var. Ben diplomasi ve savunma muhabiri olarak yetişmiş bir gazeteciyim. O geziyi didik didik etmişiz. Böyle bir şeyden haberimiz yok. Duymamışız bile. -Peki nasıl olmuş? O günlerde yine Çekiç Güç operasyonu var, uçaklar İncirlik’ten havalanıyor. Cohen’in buraya gelişi ile ilgili tamamen İncirlik Üssü’ne odaklanmışız, adamlara hep bunu sormuşuz. -Bu hata mı? Belki de sorsanız cevabını verecekler, ne biliyorsunuz canım. Kendi ev ödevimi yaptıktan sonra gidip sahibine sorduğum zaman aldım emin olun. Hiçbir devlet görevlisi, hangi partiden olursa olsun hiçbir siyasetçi doğru soruyu, doğru zamanda, doğru şekilde sorduğunuz zaman size yalan söylemez. Belki sizin istediğiniz resmin tamamını vermez. Ama nokta atışı yaptığınızda cevabını alırsınız. Ya ne oluyor şu işleri bana bir anlat dediğinizde o üç saat size bir şeyler anlatır ve siz hiçbir şey elde edemezsiniz. Ben hayatımdaki en büyük gazetecilik derslerinden birini Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan aldım. 1992 yılıydı, zannediyorum tümgeneraldi, Genelkurmay genel sekreteriydi, ben de o zaman Turkish Daily News gazetesinde diplomasi ve savunma editörlüğü yapıyordum. O dönemde bu Kürt meselesi var, Barzani sınır ötesinde barikatlar kuracak biz de ona yardım edeceğiz, tabanca tüfek vereceğiz vs. İstediğim randevu geldi, sayın Büyükanıt’ın makamında oturuyoruz, ben sorularımı soruyorum, o da ‘Bu konular gizli, yanıtı var ama söyleyemem’ dedi. Ben de hayal kırıklığına uğradım; çünkü randevuyu alırken bu konularda konuşmak istediğimi de bildirmiştim. Ben müsaade istedim, önce ‘çayını iç’ dedi. Çayımı içerken başka bir subay geldi odaya, selam verdi, ona bir dosya sunup çıktı. Büyükanıt dosyaya şöyle bir baktı, yan tarafa koydu. Ben tekrar müsaade istedim, dur bir çay daha iç, sohbet ederiz falan dedi. ‘Sorunun cevabını almadan mı gideceksin?’ dedi. “Daha 5 dakika önce bana söyleyemeyeceğinizi belirttiniz” dedim. “Şimdi söyleyebilirim” dedi. “Ne oldu” dedim. “Bir hava raporu geldi, orada bir operasyon ihtimali ortadan kalktı. Sana istediğin bilgileri verebilirim” dedi. Ve verdi. Sonra bana habercilik dersimi verdi. “Söylenmeyecek hiçbir bilgi yoktur, söylenmeyecek zaman vardır.” Demek ki bir haberci ne ısrarcılığını, ne de sabrı bir kenara bırakacak. Bizler şahsi kırılganlıklarla bu işi yapmıyoruz. Dün sormuştum, bugün sormayayım ayıp olur demeye başladığınız zaman Ankara’da gazetecilik yapamazsınız. -Belki Ankara’da gazetecilik yapmanın yazılı olmayan kurallarından bahsetmeliyiz. Birinci kural, sözünüze sadık olacaksınız, haber kaynağınızla kurduğunuz ilişkide namuslu olacaksınız. Ben baştan “yazılmak üzere mi konuşuyorsunuz?” diye sorarım. Bir kısmı yazılmak, bir kısmı yazılmamak derse, yazılacakları konuşalım siz bana nelerin yazılmayacağını söylersiniz ben buna uyarım derim. “Sana şunu söyleyeceğim ama yazma” diyen bütün haber kaynaklarıma “söylemeyin” dedim ben. Ben ne diyeceğini bilmiyorum ki. Belki onu ben biliyorum, belki o bilgi belge elimde. Haber kaynağımı açıklamadığım için MİT tarafından hakkımda devlet istihbarat hizmetlerine muhalefetten DGM ve ağır cezada dava açılmış bir gazeteciyim. Haber kaynağım da MİT’in içindendi. -Bir de özel ilişki resmî ilişki ayırımı var galiba Ankara’da… Bazen olur, yıllar içinde arkadaş olduğunuz bir adam seçilir milletvekilli olur ya da siz tıfıl bir gazeteciyken yaşıtınız bir diplomatla tanışmışsınızdır ama şimdi müsteşar yardımcısı olmuştur. Ben onunla tavla atarken, gayet sevdiğim kardeşimdir, başkasının yanındayken benden bey ya da hanım dışında bir ifade çıkmaz. Yani haber kaynağınızla sürekli dirsek temasını koruyacaksınız. Hasbelkader şahsi ilişkiniz olduğunda da o ilişkiyle iş ilişkinizi ayıracaksınız. Hem şahsi ilişkiniz bozulur hem de işe şaibe düşer. -Yazılması gerekiyor, yazamıyorsunuz.. Size çok somut örnek vereyim. 29 Ekim 2001 tarihinde 4 tane 4 yıldızlı general geldi. Bunu ertesi sabah gittik İsmet Berkan’la konuştuk; Hüsamettin Özkan “Bunu yazma” dedi, “Siz mi verdiniz bunu bana, siz yasaklayamazsınız, siz vermediniz” dedim. Daha sonra merhum Ecevit’in yanına girdik, Ecevit de ‘Keşke bunu yazmasanız’ dedi. Ben de “Efendim ben teyit için geliyorum, haberi ben sizden almadım.” dedim. Ve biz onu manşetten verdik. Ecevit benle bir süre hiç konuşmadı. Gazeteciliğe Ecevit’in yanında askerî dönemde başladım. Darbenin hemen arkasında, yani merhumun kapısına çabuk girebilecek yakınlıktayım. Ama başka türlü zor olur. Sonuç itibariyle arkadaşlarınıza da meslektaşlarınıza da dürüst olacaksınız. Yani meslektaşınızdan haber çalmayacaksınız, yeri geldiğinde haber paylaşmayı bileceksiniz. -Paylaşma Ankara’da daha yaygın.. Evet, ama onun da kendi kuralları vardır. Burada bizim önceki kuşaktan duyduğumuz şu anda artık çok geçerliliği kalmayan ama hâlâ birkaç kişi tarafından önemsenen yazılı olmayan bir kural daha vardır. Bence bütün kuralların anasıdır. Koridor notu deriz. Bu aslında bir diplomasi deyimidir. Bürokrasideki sicil notları gibi. Herkesin odasının baktığı bir koridor vardır, Ankara’da o koridor önemlidir. O koridor notunu veren bir merci yoktur. O oluşur. Onun yazılı olan kuralları yoktur. Onu da sizin ahlâkınız, duruşunuz, genel hâl ve gidiş belirler. O koridor notu emin olun çok önemlidir. En başarılı görünen gazetecinin bakarsınız aslında koridor notu çok düşüktür. O nerden anlaşılır, ihtiyaç duyduğunda fazla bir yardımlaşma alamaz. -Konuşursam yer yerinden oynar... Bunu diyen meslektaşlarımız vardır, bunu demeniz olgunluktan ne kadar uzak olduğunuzu gösterir. Bildiğinden emin olduğun bir şey varsa yaz, emin değilsen… -Doğruluğundan emin olduğu hâlde yazmama durumu var mıdır? Söz vermişse yazmayabilir. Bence buradaki istisna, insan hayatının söz konusu olmasıdır. ÖNCE SAYI SAYMAYI BİLECEKSİNİZ -Tamamlanmamış bilgiler yığınından mı söz ediyoruz? Meclis’in kulisine girdiğiniz zaman her milletvekili öbeğinde ayrı bir senaryo konuşulur. Eğer ehem ile mühimi ayırt edemiyorsanız kulağınıza çok hoş gelir. “İşte hükümeti değiştirecek senaryo, işte hükümeti yaşatacak senaryo” dersiniz. Burada önemli olan sayı saymayı bileceksiniz. Bir adam size bir yolsuzluk var, 30 milyar dolar, dediği zaman; önce 30 milyar dolar ne demek bir onu düşün. Mesela Bakü Ceyhan 2,5 milyar dolara inşa edildi. -Ankara’da siyasi kavga sert ve ister istemez meselenin bir tarafıymış gibi algılanıyorsunuz? Kaçınılmaz. Yani Ankara ne İsa’ya ne Musa’ya yaranacağınız bir yerdir. Siz ne yaparsanız yapın başka bir taraf sizi başka bir tarafa koyacaktır. Sizi koymak istedikleri taraf da sizi kabullenmeyecektir işin ilginç yanı. Çünkü Ankara’da “biraz bana yakın” gibi bir söz siyasetçilerin lügatlerinde yoktur. Ya yüzde yüz ondan yana olacaksınız ya da sıfır demeksiniz. Her zaman “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmaya çalışmak iyidir. MUSTAFA ÜNAL -Ankara’da kurulan dostluklar baki kalır mı? İlişkilerin ahbaplığa dönüştüğü doğru ama mutlaka bunun bir sınırı olması gerekiyor. Dostluk gazeteciliğe taşınırsa siz haber kaynağınızın medyadaki temsilcisine dönüşebilirsiniz. Ankara gazeteciliğinde haber kaynaklarıyla mesafeyi korumak çok önemli. Bir bakıma mesafeyi ayarlama işi Ankara’da gazetecilik. Milletvekilleri siyaseti bıraktıktan sonra Ankara’dan ayrılmıyor. Dostlukların uzun zamana yayılması mümkün. -Tanımlanmasa bile Ankara gazeteciliği kavramını kullanıyoruz. Ankara gündemi diye bir şey varsa, Ankara gazetecisi de olacaktır. Bizim siyasetimiz Bizans’tan miras. Bizans’tan Osmanlı’ya tevarüs etmiş, oradan da Ankara’ya taşınmıştır. Ankara bir yönetim merkezi. Ve kendine has gündemi var. Bu Türkiye’nin gündeminden kopuk da olabilir. Zaman zaman da Ankara’nın durduğu yerle Anadolu’nun durduğu yer farklılaşabilir. Ankara’yı farklı bir realite olarak kabul etmek gerekiyor. Ankara gazeteciliğinde, Ankara’da olup biteni olduğu gibi yansıtmak, başkentteki gelişmeleri İstanbul’a taşımak, olayların arka planına ilişkin haberler, yorumlar yazmak var. Bu da siyaset demek. Siyaset de iktidar oyunları... Bizans’ta saray entrikaları vardı burada Ankara oyunları var. DEMOKRATİK, LAİK, NAZİK CUMHURİYET -Ankara’da siyaset dediğimizde de düzenli işleyen bir kurumdan söz etmiyoruz. Türk siyasetinin 40-50 yıllık geçmişine bakıldığında Ankara odaklı gelişmeler istikrarsızlık ifade ediyor. Menderes’in 5-6 yılı, Demirel’in 4 yılı, Özal’ın bir o kadar ve Erdoğan’ın 3-5 yılı var. AK Parti döneminin daha iktidarının ikinci yılında darbe planlarının yapıldığı ortaya çıktı. Siz bunun havasını hissediyorsunuz ve yazıyorsunuz. Bunları yazdığınız zaman da ‘nereden çıkartıyorsunuz bunları’ diyebiliyorlar. Sürekli diken üstünde oturmak, sürekli her an her şey olabilir çizgisinde yürümek Ankara’nın çok önemli özelliklerinden biri. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve nazik bir cumhuriyet bana göre. Ankara’nın hassas günleri, birlik ve beraberliği her zamandan daha fazla ihtiyaç duyduğumuz anları hiç eksik olmaz. -Gazeteci iktidar oyunlarının neresinde? Ahmet Hamdi Tanpınar’a atıfla söylemek gerekirse “ne tam içinde ne de tam dışında.” Biz ne tribündeyiz, ne de sahadayız. İstanbul’da tribünden izleyebilirsiniz gelişmeleri, biz sahaya yakın bir yerdeyiz. Yedek kulübesinde de değil. Maçı tribünden izlemiyoruz. Bu olayları yönlendiriyoruz anlamında değil. Aktör değilsin ama yaptığın haberle bazen yazmadığın haberle gelişmelere de yön veriyorsun. -Tanımlanmamış bir rolü var o zaman Ankara gazetecisinin? Tabii var. Gazetecilerin zaman zaman hükümetlerin kaderinde etkili oldukları görülür. Falanca partiden alınan bir demeç öteki partiye taşınarak partilerin arası açılmış, hükümetler bozulmuştur. Yeni koalisyonlar doğmuş. Gazeteciliğin ötesinde misyonlar üstlenen meslektaşlarımız da oldu. Bu tehlikeli bir şey. Kimseyi zan altında bırakmak doğru değil ama böyle yani. Mesela DYP-SHP hükûmetinin kurulmasında rol oynayan gazeteciler var. Ayrıca yaptığımız haberlerle bazen Ankara oyunlarının bir parçası hâline gelebiliriz. Mesela, küskünler hareketi vardı. Epey de yol almıştı. “312’yi değiştireceğiz, onun karşılığında parti kapatmayı zorlaştıracağız” gibi sözlerle Erbakan ikna edilmişti. Fazilet Partisi, el altından destek verdi o harekete. Sedat Ergin Hürriyet’e Kıvrıkoğlu Paşa’yı haber yaptı. “Erken seçimler yapılacak, 312 değişmeyecek.” dedi paşa. O gün her şey bitti. Hareketin arkasında çok önemli güçlerin olduğunu söyleyenler yelkenleri indirdiler. Gazeteciler Ankara gelişmelerinde etkin insanlar. Bunu kabul etmek lazım. -Siyaset değil ama gazeteciler daha istikrarlı Ankara’da, değil mi? İlginçtir ama bu da siyasi istikrarla ilgili bir şeydir. Gazetenin merkezleri, patronlar Ankara’daki gazetecileri sadece iyi haber yapsınlar diye değil, Ankara ilişkilerini yönetsinler diye istihdam eder. Burada asıl olan da iktidarla ilişkilerdir. Kimse muhalefetle ilişkileri iyi diye bir gazeteciyi yönetici yapmaz. İktidarlar değişince yöneticilerin değiştiği olur. Bazı iktidarlar muhabirlere kadar müdahale eder, muhabirlerin değişmesini isterler ve başarırılar. -Biraz önce Ankara ile Anadolu’nun gündemi farklıdır dediniz. Gazeteci nereye yakın? Devlet-millet meselesi. Düşüncesine göre değişir. Gazetecinin Ankara reel politiğine yakın durduğunu söylemek mümkün. CHP Ankara partisidir mesela. Ankara ayarını Anadolu’ya göre mi yapacak, yoksa Anadolu Ankara’ya göre mi hizaya gelecek, Türkiye’deki mücadele bu zaten. Anadolu gerçeğinden yola çıkarak Ankara’yı da inkar etmeden ortada bir yerde durmaya çalışıyoruz. -Ankara gazeteciliğinde değişime bakmak gerekirse… Bir kere teknolojik yenilikler gazeteciliğin şeklini de değiştirdi. Genel medya çeşitlendikçe ve renklendikçe bu Ankara’yı etkiliyor. Patron burada çok belirleyicidir. Zaten gazeteciler Ankara gerçekleriyle patron arasında yer alırlar. Geçmişte bu kadar açık toplum değildik. Gazeteler daha çok partilerin yayın organları gibiydi. En azından böyle bir algı vardı. Şimdi bu ilişkilerin sorgulandığı bir dönemdeyiz. -Solcu bir gazeteci için iktidarda sol tandanslı bir partinin olması mı daha avantajlı, yoksa muhafazakâr olması mı? Sol kökenli gazeteciler iktidarda sol kökenli partinin olmasını isterler, hem de çok isterler. Sağ parti olunca da kepenkleri indirmezler tabii. İlişkilerini açık tutmak isterler. Çünkü bu gazetecilikleriyle yakından ilgilidir. Çünkü gündem iktidar odaklı bir gündemdir Türkiye’de. Haber yapmak isterseniz mutlaka bu gündemin çevresinde dolaşmak istersiniz. -Ankara gazetecisinde bilgi kalır mı, kalırsa bunlar çok önemli şeyler midir? Çok bilgi kalır mı Ankara’da? Çok kalır ya! Biz Ankara gazetecileri gördüklerimizin, bildiklerimizin çok azını kullanır, çoğunu susarız. Çok şeyin de azını yazarız. -Niye böyle? Eğer Ankara’da güven oluşturacaksanız, yazmayın dendiğinde buna uymak zorundasınız. Yazmadıklarımızı bir yere not ederiz. Onun için Ankara gazetecilerinin yazdıkları çok önemlidir, ama aktörler sahneden çekildikten sonra yazdıkları veya yazacakları çok daha önemlidir. Tabii yazarlarsa… -Bilgi bir şekilde ortaya çıkmaz mı? Mesela ben, Osman Paksüt’ün Kel Ali’nin torunu olduğunu 3-4 önce duyduğumda, bunu sadece ben biliyorum sanıyordum. Onu yazımda “Anayasa Mahkemesi İstiklal Mahkemeleri’nin ruhuyla karar vermemeli” diye geçirmiştim. Sonra sıradan bir bilgi olduğunu öğrendim. Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google’dan girdim, yıllar önce yazılıp çizilmiş. -Haber kaynağının belirleyiciliği nedir? Gazetecinin objektifliği de, demokratlığı da durduğu yere göre değişir. Yani sıklıkla kimden haber alıyorsa, besleniyorsa ona göre tavır alır. Askerle ilişkileri çok iyiyse sivil bir refleks vermekte zorlanabilir, sol siyasetçiler ilişkileri iyiyse de benzer sonuçları olur. YASEMİN ÇONGAR -Amerika dönüşü ya İstanbul’da üst düzey yönetici ya da Ankara temsilciliği olur. Siz niye böyle bir yolu tercih etmediniz. Bunun birkaç sebebi var. Milliyet’te çalışırken yıllar önce eski bir yayın yönetmeni bana Ankara temsilciliği önerdi. Ben düşünme aşamasındayken o yayın yönetmeni görevi bıraktı. Sonradan iyi ki olmamış dedim. -Neden? Ankara gazeteciliği çok önemli. Her ülkenin siyasi başkentinde olmak bir gazeteci için önemlidir. Benim gazetecilik kariyerimde, Ankara’da geçmiş 8-10 yıl var ve bunlar önemli yıllardı. Ankara aynı zaman boğucu ve kasvetli bir şehir. Haber kaynakları ile ilişkiyi sağlam tutma kaygısı, Ankara temsilcilerini ve siyasi muhabirleri manipülasyona açık hâle getiriyor. Bunun istisnaları olmakla birlikte mesleki açıdan böylesine riskli bir yerdir Ankara. -Bunu da gizlemiyorlar zaten… Bazıları hiç gizlemiyor, hiç yüksünmüyor ama ben ahlâklı ve demokrat gazetecilerden söz ediyorum. Böyle bir gazeteci için Ankara zordur. Ankara’da temiz gazetecilik yapmak zor. Ankara’da haber kaynaklarının yönlendirmesi ve sizin haberlerinizi şekillendirmesi alışkanlığı var. Ankara temsilcileri belli şeyleri yaparlar, belli şeyleri yapmazlar ve devlete yakın gazetecilik gibi bir alışkanlık vardır. Bunu kırmak üzerine bir gazetecilik yapsanız ve bu alışkanlıkları benimsemiş bir medya kurumunda çalışıyorsanız o zaman başarılı bir Ankara temsilcisi olabilir misiniz, o tartışılır. - ‘Ben merkez medyanın iyi bir Ankara temsilcisi olamam’ diyorsunuz. Bunun zor olabileceğini düşünüyorum. Çok yakın arkadaşlarım merkez medyada Ankara temsilciliği yaptı ve onların da bu kaygıları taşıdıklarını biliyorum. (Zafer Özcan) ENİS BERBEROĞLU -Eğer Ankara gazeteciliğinin altını doldurmak istesek, ne söylersiniz? Ankara gazeteciliği derken, aslında başkent gazeteciliği var. Berlin’de ya da Washington’da farklı olduğunu düşünmüyorum. Başkentin yapısında devletin ağırlığından bağımsız olarak yürüyen bir kulis mekanizması var. Sivil ve askerî bürokrasi, siyasetçiler, siyasetçilerin etrafından beslenenler, medya. Bunlar sürekli takip, tarassut ve bir anlamda da kendi fikirlerini yayma işi içindeler. Bunların bütünü bir ırmak oluyor. Çoğunlukla Ankara gazetecisi Ankara’da haberin nereden geldiğini kestiremez. Otururken yan masada birisi bir şey konuşur, duyarsın, doğru çıkar. Ya da bir kanaat söylenir sana, bunu karşındakinin kanaati gafletine girersen haber atlarsın. Çünkü bilmelisin ki senin o anki kanaatin, fikrin o ırmaktan beslenen birinin ya da birilerinin fikri olabilir. Daha açık konuşayım, kapatma davası ile ilgili bir genel kanaat oluşur ve genellikle o kanaat tutar. Ama o kanaati birileri sanki sana yaz diye verdiğini düşünürsen yanılırsın. ANKARA’DA RÜZGÂRA KARŞI TÜKÜRÜLMEZ -Atmosfer siyaseti tayin eder... Evet. İstanbul’da ya da başka bir yerde çalışan arkadaşlarımız için farklı ve yeni bir şey söylemek önemlidir ama Ankara’da rüzgâra karşı tükürülmez. Üstün başın batar. Bunu bilerek gazetecilik yapacaksın. Çok ender, rüzgâra karşı duracaksan o da çok sıkı atlatma haberdir. Ve bu her gün olmaz. -Ya da arkanda bir güç olmalı… Hayır her gün olmaz, tersine dönmüştür hava. Herkesin genel beklentisinin aksine dönmüştür olaylar, millet farkında değildir, rüzgâr o tarafa esiyor sanıyordur hâlâ; amma velakin tersine döndüğünü ilk fark eden çok büyük bir atlatma haberi yapar. Zaten Ankara’da genel beklentinin aksine olandır atlatma haber. -Rüzgâra karşı tükürülmezi şöyle de yorumlamak mümkün mü? “Burada güç odakları var, birisine toslayabilirsin.” Şu iki şeyi ayırmak gerekiyor. Ankara gazeteciliği farklı, Ankara temsilciliği farklı. Ankara gazeteciliğinde kavga olur, Ankara temsilciliğinde uzlaşma olur. -İlginç… Peki neden? İzah edeyim. Ankara temsilcileri patronun mümessilleridir, hiyerarşi içinde tabii ki genel yayın müdürlerine hesap verirler ama temsil ettikleri genel yayın müdürü kadar şirkettir, dolayısıyla patrondur. Bence en başarılı Ankara temsilcileri mutlaka en iyi habercilerdir. En iyi haberci olmak için de yine mutlaka bir şart vardır o da herkesle aynı mesafeyi koruyabilmektir. Uzlaşma dediğim de bu zaten. Herkesin ulaşabileceği, sizin herkese ulaşabileceğiz bir yerde durmanız gerekir. Terazinin bir kefesi kaymaya başladığı zaman Ankara temsilcisinin hayatı zorlaşır bu kentte. Şunu da söyleyeyim; ben Ankara’da ikinci turumu yapıyorum. 1985-92 yılları arasında 7 sene çalıştım başkentte. Şimdi çalıştığım büronun da haber müdürüydüm o zaman. 2001 KRİZİ, ANKARA’YA BAĞIMLILIĞI AZALTTI -O zaman değişimi de konuşabiliriz. Eskiden medyanın iktidarla ilişkisinde iktisadi ayak çok güçlüydü. Bugün benim çalıştığım gazetenin patronu bir iş adamı. En yakın rakibini de satın alan bir iş adamı. 20 sene önce gazete patronuydu çoğu, mali açıdan bugünkünden daha fazla bağlıydı Ankara’ya. O zaman Ankara eşitler arasında birinci okurdu. Yani başbakanın hoşuna giden yayını yapan gazete patronu daha şanslı olurdu. Kamu ihaleleri, kamu reklamları, kamu bankalarından krediler... Bir kamu bankası kefil olur, yurtdışından para bulunurdu. Hepsi 2001’deki krizde ekonomi ile siyasetin ayrılmasıyla bitti. -Artık eskisi gibi değil yani. Eskiden, 70’li 80’li yıllarda daha bağımlıydı. Bugün Ahmet Çalık, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet istediği bankadan istediği kadar krediyi çekebilecek konumda. 80’li yılların öncesine döndüğümüz zaman bilançosu olmayan gazetelerden söz ediyoruz. Şirketleşme, halka açılma, yabancı sermaye tabii ki medyayı başka bir yere taşıdı, bu medyanın temsilcisi de otuz sene önceki medyadan çok daha farklı olacaktır. -Daha mı özgürdür? Bugün çok daha özgürdür. Yani hükûmetten ve güç odaklarından daha bağımsız. Böyle de olması gerekiyor. Belki bugünkü yerimizi beğenmeyip daha da ileri götürmek gerekiyor. Daha da bağımsız. -Siz işe temsilcilikle haberciliği ayırarak başlıyorsunuz? Ankara temsilciliği yöneticiliktir. Benim portföyümde haber unsurlardan biridir, ben yöneticiyim. Muhalefet lideri çağırır gazetenin yayın politikası konusunda tarizde bulunabilir, askeriyeden biri çağı
<< Önceki Haber Ankara temsilcilerini nasıl bilirsiniz? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER