Defalarca söyledik; amacımız kimseyi incitmek değil; mesleğin bir an önce toparlanmasına katkı sağlamaktır.
Buna rağmen konuyu mecrasından saptırmak isteyenler de çıktı. Maksat �bir nebze de olsa- hâsıl olduysa bunların bir önemi yok. Önemli olan, medyanın aynaya bakmasını sağlamaktı.
Çok açık bir şekilde görülüyor ki; bu ülkede uzun zamandır sürdürülmeye çalışılan
gazete ve gazetecilik modeli çökmektedir. İçten içe kendini yiyip bitiren bir yapının toparlanması için yazılmış iyi niyetli bir gayreti başka mecralara sürüklemek büyük bir vebal olsa gerek. İfade etmeye çalıştığım gerçek çok net: Yalan yanlış bilgilerle, insan onuruna dokunacak yazılarla, çağın gerisinde kalan yaklaşımlarla gazetecilik yapma dönemi sona ermiştir. Toplum şuuru, insan haklarını hiçe sayan mağrur gazete(ci) modeline başkaldıracak. Demokrasiyi içine sindiremeyen ve yaptığı hırçınlıklarla insanlara saygısızca yaklaşan gazete(ci)leri görmek istemeyecek. Üstelik bu tabii ve köklü
tasfiye sadece medyada değil;
toplum hayatını etkileyen her alanda görülecek. Her
sektör değişiyor; medya da değişecek. Eski alışkanlıklarını sürdürerek yoluna devam etmesi mümkün mü? Tabii ki hayır! Bunu dürüstçe ifade etmek, birilerini niçin çileden çıkarıyor? Bu vahim tabloyu da kamu vicdanına
havale etmek gerekiyor...
İki haftadır yazdığımız listeye üçüncüsünü ekleme zamanı geldi. A'raf'ta kalacak gazete(ci)ler. Yani iki arada bir derede kalarak nereye gideceğine bir türlü karar veremeyenler. Vicdanlarından yükselen feryadı çeşitli sebeplerle bastıranlar; soran, sorgulayan, eleştiren
halk kitleleri karşısında bir oraya bir buraya savrularak zor günler geçirecek. Çünkü özgür birey ve özgür toplum kendine yeni alanlar açtıkça basından da
sivil ve demokratik bir duruş talep edecek. Tutarlı olmak daha da önem kazanacak... Müsaadenizle a'raf'ın sesine
kulak verelim:
'BU ÜLKEDE GAZETECİLİK KÖTÜ YAPILIYOR; ANCAK...' DİYENLER
Aslında bir dokunsan bin âh işitirsin. O da herkes gibi meslektaşlarından şikâyetçidir. O da gazetecilik mesleğinin dünya standartlarında yapılmadığından, özel hayatın kutsiyetinin korunmadığından, bilgi yetersizliğinden, vizyon eksikliğinden, ufuk yoksunluğundan vs. şikâyet eder. Hatta kimi zaman aksamaların sadece yetersizlikten değil; ihtirastan, art niyetten kaynaklandığını da
itiraf eder. Ancak kamuoyu huzuruna çıktığında sanki hiç böyle bir kanaate sahip değilmiş gibi davranır. Onları dinlediğinizde sanırsınız ki bu ülkedeki gazetecilik muhteşem bir zekâ (!) ve deha (!) sayesinde yapılmaktadır. O kadar ki, biri çıkıp 'Lütfen aynaya bakalım; toplumun iç dinamizmine yetişemiyoruz, medya, çağın gerisinde kalıyor...' gibi bir şeyler söylemeye kalkışsa sanki o da öyle düşünmüyormuş gibi yapar. Hatta '
kral çıplak' dendiği an oluşturulan aforizma timlerine
destek verir. Peki, işler iyi mi gidiyor? Ne gezer! Ancak elde edilen bir kısım üst
sınıf kazanımlar sürsün diye kendini paralayanlar kâh o uç noktaya savruluyor kâh bu uç noktaya. Oysa yüzergezer düşünceler yerine ayağı yere basan eleştiriler yapmanın tam zamanıdır. Fırsatlar kaçıyor. Ya medya kendine çekidüzen verecek veya halk 'Yeter artık!' diyecek...
'DEMOKRASİ İYİDİR İYİ OLMASINA; ANCAK...' DİYENLER
Nereden bulaşmış, nasıl iliklerine kadar sirayet etmiş bilinmez; bazı aydınlarda cuntacılık iflah olmaz bir hastalık haline gelmiş. Sandığa güven yok. Çünkü halka itimat etmiyorlar. Onun cahil olduğunu, demokratik hakkını iyi kullanamadığını farz ediyorlar. Demokrasiden daha iyi bir önerileri yok; ancak
demokrasiden de memnun değiller. Madem halkın rızasıyla bir şeyler yapmak mümkün değil; o zaman başka güce sığınmayı deniyor ve demokrasiyi,
vesayet altında götürülmesi gereken bir
sistem olarak görüyorlar. Hal böyle olunca medya, bilgi gibi mukaddes bir emaneti
taşıma görevinden uzaklaşıyor ve derin sularda karanlık ilişkiler ağına yakalanıyor.
Evet; demokrasi iyidir. Üstelik demokrasinin çoğulcu ve katılımcı bir hüviyetle yürütülmesi şarttır. Bu gerçeği itiraf ettikten sonra sığınılan hiçbir mazeret inandırıcı olamaz. Bir medya kuruluşunun ya da bir medya mensubunun demokrasi dışında bir pozisyon alması asla düşünülemez. Sırf bir partiden nefret ettiği için demokrasinin rafa kalkmasını temenni etmek ve bu yolu açacak gazetecilik anlayışına '
evet' demek, karmakarışık bir yola girmek anlamına gelir ki bu çıkmaz sokakta itibarı korumak mümkün gözükmüyor...
'SİVİL TOPLUM İYİDİR; ANCAK...' DİYENLER
Bireysel özgürlüklerin kaçınılmaz sonucu, insanların barışçı ve demokratik bir maksat etrafında toplanabilmesidir. Örgütlenme hakkı da diyebileceğimiz bu durum, hak taleplerini ve temsil yeteneklerini de yanında getiriyor ki; bu da çoğulcu ve paylaşımcı demokrasinin gereğidir. Modern dünyanın çağdaş yönelişleri de bu güzergâhı işaretliyor. Genel yaklaşım bu olduğu için hemen herkes kendini 'Sivil toplum iyidir, faydalıdır' demek zorunda hissediyor. Ancak, devleti her şeyin sahibi; kendini de devletin sahibi gibi görenlerin büyük bir tereddüt yaşadığı da ortada. Bu nedenle de her türlü sivil çabayı 'devlete şirk koşma' olarak görenler var. Meseleye bu kadar iptidai bir pencereden bakınca ya sivil toplumu sistem eliyle inşa etme,
kontrol etme ve kullanma alternatifi çıkıyor karşılarına; ya da kendinden hareketli sivil gayretleri illegal bir yapıymış gibi
baskı altında tutma... Oysa her alanda yoğun gayret göstermesi beklenen sivil teşebbüs,
modern toplumların vazgeçilmez parçası haline gelmiştir. Bunların bir kısmını onaylayıp baş tacı etmek; diğer kısmına bir suç işliyormuşçasına yaklaşmak kabul edilebilir bir yaklaşım olmaktan çıkmıştır. Bu tutumda ısrar eden medya, inandırıcılığını da yitirmektedir. Bu dualiteyi ortadan kaldırmak ancak
sosyal sorumluluk taşıdığının bilincindeki bir medya zihniyetiyle mümkündür...
'HER ŞEY DEĞİŞMEK ZORUNDADIR; ANCAK...' DİYENLER
Değişim rüzgârı eskiden birkaç asır fasılalarla eserdi. Şimdi dur
durak bilmiyor. Tabii bir seyir içinde gerçekleşen ve insan ruhuna aykırı olmayan değişim, siyasette, ticarette, sanatta, edebiyatta vs. yeni sayfalar açıyor; açacak da.
Medya bunu başkalarından -haklı olarak- talep ediyor. Siyasetçiden yeni bir söylem, yeni bir
hizmet mantığı talep ediyor mesela. Ne var ki tartışmanın odağında kendisi olunca yeni söylemlere göre yeni pozisyonlar alamıyor. Mesela yıllar boyu
Kürt sorunu üzerine yüzlerce yazı yazan, yüzlerce konuşma yapan ve
açılım isteyenlerin bir kısmı, üst üste adımlar atılınca bir anda suspus olmayı
tercih ediyor. Çünkü temel meselelerin çözümü medyayı güncel (maalesef çoğu zaman kısır) tartışmalardan çıkarıp daha reel sorunlara yöneltecek. O yönelişler, sonuçta aynaya bakma lüzumunun doğmasına da neden olacak. Oysa ta baştan şunu kabul etmek gerekiyor ki: Türk medyası, kendini yenilemek, çağa ayak uydurmak, daha insanî olanı yakalamak vs. zorunda. Keşke toplum bize bunu dayatmadan biz medya mensupları bu konuda adımlar atabilsek; iki arada bir derede sıkışıp kalmasak...
SÖZÜN ÖZÜ:
"Ancak, fakat, lakin, amma velakin..." gibi bağlaçlarla medyanın içinde bulunduğu sıkıntıyı örtbas etmeye gerek yok. Herkesten daha şeffaf, daha demokrat, daha özgürlükçü hamleler bekleyen ve bunu sık sık dile getiren medyanın, söz konusu kendisi olduğunda statükoya sarılması da düşünülemez. Bugün mazeretlerin arkasına sığınma günü değil; değişimi yakalama günüdür. Bilgiye, saygıya, sevgiye, sorumluluğa dayalı bir medya kültürü oluşturmak çok mu zor
Allah aşkına?
EKREM DUMANLI-ZAMAN