Bölünmeyelim diye diye bölmeyi pek seviyorlar...
Basın da ikiye ayrıldı. Bir yanda "hükümet yanlısı" gazeteler, bir yanda, hükümete
muhalif, değil, hayır, hükümete körü körüne "düşman" gazeteler.
İkinciler, bizi de birinci kampa katmaya çalışıyorlar, hakaretten başlayıp iftiraya kadar her yolu denediler ama okuyucuya yutturamadılar.
Elbette bizimle olan sorunlarının altında ticaret yatıyor. Fakat "ticari rekabete siyasi kılıf" uydurmaya çalışmak, en azından ayıptır. En fazlasından ne olduğunu dillendirmek istemiyorum.
Yalnızca yanlış değil, aynı zamanda çok çirkin bir yolda gidiyorlar.
Hükümeti beğenmeyebilirsin (ben de çok bayılmıyorum) ama konuları çarpıtamazsın.
Örneğin cumhurbaşkanlığı koltuğunda Sami Selçuk'u görmek isterdim ama Abdullah Gül'e
küfür etmeye hakkım yoktur!
"Alavere dalavere, bir bahane uydur, vur abalıya" politikası, sakildir.
Yalan yazmaya hakkın olmadığı gibi, her öküzün altında bir
buzağı bulmaya çalışman da gülünçtür.
Oysa bunlar yalan da yazdılar, çarpıtma yoluna da gittiler.
Yazarları düşünce üretemiyorlar, slogan atıyorlar.
Bilinen yâveleri tekrarlamaktan ve bunları hükümeti devirme amacıyla kullanmaktan öte bir numaraları yok.
Düşünce üretene, hele azıcık "aykırı" durana karşı kullandıkları yöntem de
terör.
Gerçekleri yazmak, insanlara bir şeyler öğretmeye çalışmak, insanları düşünmeye, kendilerine dayatılanları yutmamaya yönlendirmek en ağır suç sayılıyor artık!
Uyguladıkları vahşi saldırı politikası karşısında tartışmanın da tadı kaçıyor, latifenin de... İnsanın içini derin bir bezginlik kaplıyor. Bunlarla dalga geçmenin de keyfi kalmıyor, eleştirmenin de, kızmanın da...
Bütün dertleri, onlarla eski politikacılar gibi "mıç mıç" olmayan ama kendi zenginini yaratmaya çalışan bu iktidardan kurtulmak (kurtulma yöntemi hiç önemli değil onlarca, demokrasiyi, en azından "demokrat gibi görünme" endişesini falan çoktan bıraktılar bir yana, parti de kapatılır
darbe de olur kan da dökülür, yeter ki kurtulsunlar), zayıf bir "ara rejim" ya da "güçsüz bir
koalisyon hükümeti" kurdurup kendi çıkarları yönünde etkilemek... Gerekirse
baskı uygulamak.
Bütün bunlar da iki tane boktan inşaat yapıp üç
kuruş daha para kazanmak için. Yazık.
Öyle ya,
İnönü kendi zenginini yaratır,
Menderes yaratır,
Demirel yaratır,
Özal yaratır,
Çiller yaratır, Yılmaz yaratır, Erdoğan yaratamaz!
Para, ancak sizin patronun cebine girerse makbul. Öbür patronlar ya hırsız ya namussuz.
Bu basın, ruh sağlığımızı bozuyor. Bizi mutsuz ediyor.
Onun için ipimi kırıp kırıp dışarılara kaçıyorum, nefes almak için, bu amaçla kendi cebimden
eşek yüküyle harcama yapıyorum, bilmeyen de paraları ezmekten hoşlandığımı sanıyor. Dikili ağacım varsın olmasın ama aklım fikrim sağlam kalsın.
Örneğin şu anda penceremden bakıyorum, siz Türkiye'de sıcaktan ve gerginlikten bunalmaktasınız, burada hava soğudu, barometre hızla düşüyor,
deniz kabardı, kapkara bulutlar tepemize üşüştüler, okyanustan doğru
fırtına patlamak üzere...
Türkiye'deki siyasal fırtınadan çok daha sağlıklı!
ENGİN ARDIÇ/SABAH