Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, 28
Şubat sürecinde yaşanan gerginliklerle ilgili ''Bu gerginlik, realitede, gerçekte hissedilen, duyulan, görülen bir gerginlik değildi. Çok yapaydı bunlar. Şimdi ona benzer gerginliklerin bugün de dün de 3 ay evvel de 5 sene evvel de
Türkiye'de yaşatılmak veya ortaya çıkarılmak istendiğini hepimiz biliyoruz'' dedi.
Arınç, KanalTürk televizyonunda yayınlanan ''
Merkez Siyaset'' programında, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını
yanıtladı. Arınç, bir soru üzerine
vefat eden eski Başbakanlardan Necmettin
Erbakan'la tanışmasını anlattı.
1966'da Ankara'ya geldiğini ve Hukuk Fakültesine kaydolduğunu, 1967'den itibaren de Necmettin Erbakan'ın ismini duyduğunu söyledi. Necmettin Erbakan'ın
gençlerle olan bazı konferanslarına katıldığını belirten Arınç, Erbakan'ın
Odalar Birliği görevinden ise haksız bir şekilde alındığını bildirdi. Arınç, kendisinin de bu dönemde Odalar Birliği'nde bir kaç gün
nöbet tuttuklarını kaydetti. Odalar Birliği mücadelesi'nin Erbakan'ı daha da ön plana getirdiğini söyledi.
Erbakan'ın 1969'da Konya'dan bağımsız milletvekili adaylığını koyduğunu anımsatan Arınç, ''1969'da adaylığını koyunca yine Ankara'daki öğrenciler arasında 'gidelim Erbakan Hocamıza
seçim yardımı yapalım,
propagandasında bulunalım' diye örgütlendik. Benim grubumunda 5 üniversite öğrencisi vardı. Biz 300 kişiydik, hepimiz Konya'nın kasabalarında, köylerinde Erbakan Hocamızı tanıtan, onun mutlaka Parlamentoya girmesi yönünde çalışma yaptık. Benim ilk stajım Sayın Erbakan'ın 1969'daki seçiminde yaptığım çalışmadır...'' diye konuştu.
Arınç, Erbakan'ın vefatı ile 28 Şubat tarihinin aşağı yukarı, aynı tarihlere rastladığının hatırlattı. ''Erbakan ve 28 Şubat denilince akla hep, Erbakan 28 Şubat'a direnebilir miydi, sizce direnmeli miydi, direnebilir miydi, eğer 'direnemezdi' diyorsanız, bunun sebepleri nedir?'' şeklindeki bir soruyu yanıtlayan Arınç, şunları söyledi:
''28 Şubat'ın üzerinden neredeyse 14-15 sene geçti. Ben de milletvekili seçimlerinde 1995'de Parlamentoya girmiştim ama Hocamızla birlikte geçmiş siyasi partilerin hepsinde bulundum. Milli Nizam'da
gençlik kolları başkanıydım. Milli Selamet Partisi'nde il başkanıydım. 80'den sonra 86'ya kadar yasaklıydım. 87'den itibaren bütün seçimlere
milletvekili adayı olarak katıldım. 1995'de milletvekili seçildim, Genel İdare Kurulu'nda bulundum. Fazilet Partisi'nin kapanmasıyla da
AK Parti'ye geçiş oldu. Bizim bütün siyasi hayatımız boyunca Erbakan için iki cümle çok önemli bir şekilde düşünülür ve kullanılırdı. Birisi 'Mücahit Erbakan', Yani Erbakan'ın mücahit sıfatı, hem çok söylenir hem de çok yakışırdı. O da zaten hayatının gayesi olarak bu işi yaptığını söylerdi. Cihadın, bugün ne şekilde olması gerektiğini izah ederdi. Siyaseti benimsemişti,
demokrasiyi istiyordu.
İyi, güzel ve doğru için mücadele etmeyi, ülkenin kalkınması, milletin çok daha gelişmiş
refah düzeyine ulaşması için sanayiye önem verilmesi, ağır sanayi kalkınmasının mutlaka Türkiye'de başarılması gerektiğini, Türkiye'nin geçmişte büyük bir devlet olduğunu, yeniden büyük bir devlet olabileceğini söylerdi. Detaylarına girmiyorum. Bir diğeri de 'Erbakan Başbakan' diye; biz ta 80'li yıllarda 70'li yıllarda, çok propaganda yapıyorduk, slogan söylüyorduk. Erbakan'ın bir gün Başbakan olacağını, ülkeyi yöneteceğini ve o güne kadar gelmiş geçmiş bütün hükümetlerden, başbakanlardan daha başarılı olacağını ifade ediyorduk. Nitekim kısa süren başbakanlığında da bunu ispatladı. Daha evvel, 70-90 arasında
Başbakan Yardımcısı olarak, bildiğim kadarıyla 3-4 koalisyonda bulundu.''
-''REFAH PARTİSİ HÜKÜMET KURMAYI BEKLERKEN...''-
''Erbakan Başbakan'' sloganının kafiyeli olduğunu ve bunu inanarak söylediklerini belirten Arınç, ''95'te birinci parti çıktık, yüzde 22'ye yakın bir oyla. Şimdi AK Parti'nin aldığı oya bakarak söylüyorum, ne kadar önemsemiştik bunu. Kaldı ki o tarihlerdeki bütün partilerde Demirel'in 65 ve 68'teki seçimlerdeki
oy oranı hariç, mesela DSP bile yüzde 21,5'la birinci parti olmuştu, parçalı
siyaset vardı'' dedi.
Refah Partisi ile
ANAP'ın hükümet kurması beklenirken ve neredeyse bakanların ilan edileceği dönemde, önce ANAP ile DYP'ye hükümet kurdurulduğunu,daha sonra 3-4 aylık hükümet giderek yerine,
Tansu Çiller'le
Doğru Yol Partisi'nin hükümeti kurulduğunu kaydeden Arınç, şöyle devam etti:
''Sorunuzun cevabı şu olabilir aslında çok geniş anlatmamız gerekir. Bir defa Sayın Erbakan da mutlaka Başbakan olmalıydı. Bununla hem çeşitli yaftalar takılan siyasetçi değil, aslında ülkeyi iyi yöneten bu kabiliyete sahip, icraatçı, inkılapçı, ne
derseniz deyin. Erabakan Hocanın Başbakanlığının geçmişten ve gelecekten bu yana çok farklı olduğunu hepimiz söyleyebiliriz. O da bunu bir fırsat olarak mutlaka Türkiye lehine kullanmak istiyordu.
Bir, ikincisi 'buna kesinlikle
Başbakanlık verilmez', 'bu parti tek başına
iktidar olsa bile uzaklaştırılır, partisi kapatılır, şu yapılır, bu yapılır' şeklindeki algılara da ciddi bir karşılık vermek istiyordu. Belki yanlış da kabul edilebilir ama meşruiyetini Başbakan ve hükümet olarak tescillemek istiyordu. Aslına bakarsanız, meşru bir siyasi partiydi,
legal bir siyasal kuruluştu ve onun seçimle gelmiş bir Başbakanıydı. Ama Türkiye'de belli çevreler siz ne yaparsanız yapın, belli yaftalamalarla suçlamayı alışkanlık edindikleri için 'ne yaparsa yapsın, bu adama Başbakanlık verilmez' düşüncesini ciddi bir şekilde yaymışlardı.''
-''BİRİLERİ DÜĞMEYE BASTI Kİ...''-
Necmettin Erbakan'ın Başbakan olmak istediğinin altını çizen Arınç, şöyle devam etti:
''Buna ANAP ile mutabık olamadı, Doğru Yol Partisi ile kurdu. O döneme ait cesaretli miydi, değil miydi sorusuna verilecek yanıt, belki yanındaki ortakla bağlantılı olarak izah edilebilir. Mesela
Susurluk olayında, ben kendi düşüncelerimi de o zaman rahatlıkla açıklamış bir insan olarak söylüyorum. Bu Susurluk olayının içinde bırakın kendisini, annesi, babası, dedesi, amcası bile olan bir tek Refah Partili yoktu ama hükümet ortağı olan Doğru Yol Partisi'nin içinde bu olayla doğrudan ya da dolaylı pek çok kişi vardı. Şimdi ya cesaretle 'bu araştırılmalıdır, sonuna kadar gidilmelidir, bu çirkin bağlantıların, ilişkileri ortaya dökülmelidir' diyerek
Hükümetin yıkılması pahasına bu işin üzerine gidecektiniz ki daha 6 ay olmamıştı, nerede 6 ay 3 ay bile olmamıştı. Hükümet haziranda kuruldu, Susurluk kamyonu kasım ayında tosladı.
Şimdi böyle bir olayda Doğru Yol Partisi'nin Sedat Bucak ve diğerleriyle bağlantılarıyla bir olayın içerisinde yer alması, hükümeti yıpratabilirdi, nitekim yıprattı da. O zaman konuşulan sözler veya davranışlarla bu olayın sıradan bir olay olduğu, kendi içerisinde araştırabileceği, bunu bir Hükümet sorunu yapmaya gerek olmadığı düşüncesi hakim oldu. Hükümet yeni kurulmuştu, devam etmesi lazımdı ki geçmiş iddiaları gerçekleştirilebilsin. Haziran ayında kurulan Hükümet 97'nin
ocak ayındaki bütün verilerde başarılı olarak görüldü... Bu veriler ortaya çıktı birileri düğmeye bastı ki bu Hükümet uzun ömürlü olmasın.''
-''BUGÜN PEK ÇOK GERÇEK ORTADA''-
''Siz 28 Şubata yürüyen süreçte, hükümetin 7-8 aylık döneminde Erbakan'ı sorumlu görüyor musunuz?'' şeklindeki bir soru üzerine de Arınç, ''Bu gerginlik, realitede gerçekte hissedilen duyulan, görülen bir gerginlik değildi. Çok yapaydı bunlar. Şimdi ona benzer gerginliklerin bugün de dün de, 3 ay evvel de 5 sene evvel de Türkiye'de yaşatılmak veya ortaya çıkarılmak istendiğini hepimiz biliyoruz. Bugün ortaya çıkan bazı planlarda ve belgelerde bu yapay gürültülerin hangi kanallardan ortaya sürüldüğünün, gazetelerdeki başlıkların kimin talimatıyla atıldığını hep beraber okuyoruz. Bugün pek çok gerçek ortada. 1 Ocak 1997'nin son 6 aylık verileri Türkiye'nin belki de son 50 yılda ulaşamadığı verilerdi ama bugün Kalkancılar'ın, onların bunların kimler tarafından ortaya sürülüverdiğini, Aczimendilerin kimler tarafından değnekleriyle ortaya salıverildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunlar o hükümetin başarısız olması ve işbaşından gitmesi için hazırlanmış planlar ve tuzaklardı. Eminim şimdi onları ortaya koyanlar, belki bir yerlerde kendilerini saklamaya çalışıyorlar'' karşılığını verdi.
-''SİYASİ HAYATI SEKTEYE UĞRATABİLECEĞİNİ ÖNGÖRMÜŞ OLMALI''-
Bülent Arınç, ''Erbakan 28 Şubat kararlarını imzalayabilir miydi? Kimleri yanına alabilirdi, böyle bir imkan var mıydı?'' şeklindeki soru üzerine şunları söyledi:
''Birincisi Susurluğu belki spesifik bir örnek olarak söyledim ama burada da düşünün ki Cumhurbaşkanı ve MGK'nın askeri kanadı, belli bir
hazırlık içerisinde o da 'Türkiye'de bir şeyler oluyor, Hükümet marifetiyle oluyor, Sincan'daki olaylar ve diğerleri, artık bu Hükümetin gitmesi lazım'. Darbe yapmayalım ama
darbesiz bir şekilde gitmesi lazım, bunun aktörleri belli artık, hemen hemen. Yani 'bin yıl yaşayacak' diyeninden tutun, 'ben bu işi neredeyse nizamiyeden döndürdüm, bu bile büyük başarı' diyene kadar.
Sayın Erbakan zannediyorum şunları düşündü; biz bunları Genel İdare Kurulu'nda görüştük. Kendisiyle zaman zaman bütün arkadaşlarımız fikir alışverişinde bulundu. Çok iyi niyetliydi, şuna inanıyordu; -zannediyorum, bunu bize ifade etmedi ama ben öyle hissediyorum- Sayın Erbakan 27
Mayıs darbesini yaşamış bir insandı. Çok üzüldüğü o üç kişinin vefatı üzerinde de hislerini yaşıyordu. 12
Mart muhtırası ile büyük bir darbe almıştı çünkü partisi kapatılmıştı.
12 Mart muhtırasından bir ay sonra
İşçi Partisi, 1,5 ay sonra da Milli Nizam Partisi kapatıldı. Arkadan çok kötü bir sürece girildi, siyasi
cinayetler, toplumsal olaylar ortaya çıktı. 80'e kadar üç Hükümette Başbakan Yardımcılığı yaptı.
80 darbesiyle bu sefer Uzunada da gözetim altına alındı. 84'e kadar da Mamak'ta
sıkıyönetim askeri mahkemesinde yargılandı. Ben orada da avukatlık yaptım, yani bu haleti ruhiyeleri taşıyan bir insan Silahlı Kuvvetlerin
komuta kademesinin tekrar bir darbe yapabileceğini, darbe yapmasa bile bir şekilde müdahalede bulunarak siyasi hayatı sekteye uğratabileceğini öngörmüş olmalı. Dolayısıyla Türkiye'yi böyle bir maceralı sürece sokmaktansa işi biraz daha zamana yayarak, zaman içerisinde demokratik kanalları çok daha güçlü hale getirmeyi amaçlamış olabilir...''
Arınç, ''
Büyükanıt muhtırasında
cevap verilebilir miydi o zaman?'' şeklindeki soru üzerine de ''Herhalde verilemezdi, bugün vardığım nokta o. Siyaset o kadar güçlü değildi'' dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''27
Nisan bildirisini sahiplenmenin'' Silahlı Kuvvetlere bir faydasının olmayacağını belirterek, ''Böyle bir yazıyı belli bir yerde muhafaza etmek bence doğru değil. Bunun demokrasiye ve cumhurbaşkanlığı seçimine doğrudan bir müdahale olduğu konusunda kimse ihtilaf etmediğine göre, hala bunun resmi bir sitede yer almasının ve sahiplenilmesinin herhalde doğru olmadığına hepimiz inanmalıyız'' dedi.
''
27 Nisan'ın ardından hükümetin tavrı Türkiye'de demokrasi açısından bir kırılma noktası olarak görülüyor. Hükümet, 'Biz bir açıklama yapacağız' dedi ve sabah daha sert, sıkı bir açıklama yapıldı. 27 Nisan'daki açıklama, Erbakan'ın yaşadığı acı tecrübelerden çıkan bir sonucun uzantısı mı? Ayrıca 28 Şubat sürecinin bin yıl süreceği ifade edilmişti. Bu süreç size göre bitti mi, yoksa etkileri var mı'' sorusu üzerine Arınç, şöyle dedi:
''Ben buna cevabımı verdim. Sanıyorum onuncu yıldı. 'Bin yıl sürecek dediler 10 yıl bile sürmedi' dedim. Bütün aktörleriyle, bütün yapılanlarla artık 28 Şubat sürecinin iddialı söylemi Türkiye'de tükenmiştir. Bunu söyleyenler de piyasada yok. Alkışlayanlar da herhalde bunu artık telaffuz edemiyorlar. Demokrasi Türkiye'de biraz daha güçlendi, daha ileri bir noktaya geldi. Artık bu tür sözleri söylemek cesaret, akıllılık sayılmıyor. O günden bu güne yaşadığımız olaylara bakarsak ne 28 Şubat'ı ortaya çıkaran ve onun arkasına saklanan güçlerin bir meşruiyeti kaldı ne de o zaman bu sözün büyüklüğüne bakarak 'Aman
Allah'ım bittik, tükendik' diyenler piyasada yok, siyasi aktörleriyle de şu ya da bu şekilde bürokraside, yüksek yargıda yer alanlarıyla. Türkiye'de yeni bir sayfa açıldı. Türkiye'deki
demokratikleşme serüveninin öyle bir günde birkaç saat içinde olacağını ve gelişeceğini düşünmüyorum. Her olaya baktığımızda bunun uzun bir süreç içerisinde ancak belli noktaya geldiğini görebiliyoruz. Bu bazı ülkelerde belki birkaç günlük bir iştir ama Türkiye'de bu süreç çok zorlu biçimde, dönüşüm içerisinde cereyan ediyor. 27 Nisan'daki gece yarısı bildirisine hükümetin verdiği cevap hem çok güzel bir cevap hem çok olumlu bir cevap hem de
sivil asker ilişkilerinde bence bir dönüm noktası oldu. Artık ondan sonrası geriye dönüş değil.''
''28 Şubat'ta yaşananların bir tecrübe olarak 27 Nisan'daki duruşa yansıması olmuş mudur? 27 Nisan çok tartışılıyor.
Genelkurmay'ın sitesinde bu bildirinin hala durduğu ve
jest anlamında çıkarılması gerektiği ifade ediliyor. Siz hükümetin çok önemli bir ismi olarak askerden böyle bir jesti bekler misiniz'' sorusu üzerine Arınç, bunun bir jest değil, gereklilik olduğunu belirterek, şunları söyledi:
''Böyle bir yazıyı belli bir yerde muhafaza etmek bence doğru değil. Bugün Sayın Erbakan'ın vefatı dolayısıyla
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir taziye mesajı yayınlaması fevkalade doğru, güzel, yürekleri yumuşatan, böyle zamanlarda olması gereken bir insani davranış. Sayın Koşaner'in bunu bizzat üstlenerek, silahlı kuvvetler adına, geçmişte görev yapmış bir başbakanımızın ülkeye yararlı
hizmetler yaptığını ifade etmesi, fevkalade olumlu.
Millet bunu bekliyor, bunu arzu ediyor. Bugün de 1.
Ordu Komutanının başkanlığında zannediyorum 8-10 üst rütbeli subayın bizzat cenazeye kadar gelmeleri, silahlı kuvvetler adına
çelenk gönderilmesi yine olumlu davranışlar. Siz bunlara jest diyorsanız
evet, böyle jestlere ihtiyaç var. Ama gelinen noktada mesela 27 Nisan bildirisini eski genelkurmay başkanı da ben şahsen düşünmüyordum onun böyle bir şey yazabileceğini ama üstlendiğine göre ve bunun demokrasiye ve cumhurbaşkanlığı seçimine doğrudan bir müdahale olduğu konusunda kimse ihtilaf etmediğine göre hala bunun resmi bir sitede yer almasının ve sahiplenilmesinin herhalde doğru olmadığına hepimiz inanmalıyız. En azından ben inanmalıyım. Bu jestse jest olsun ama jestin ötesinde bir şey bu. Mesela
Orgeneral Mustafa Muğlalı kışlasının olayın cereyan ettiği yerde hala büyük bir levha halinde bulunmasını,
halkın tepki göstermesine rağmen hala bunun muhafaza edilmesinin de doğru olmadığını düşünüyorum. Şüphesiz silahlı kuvvetlerin komuta kademesi hem halkın taleplerine bakarak hem de gelinen noktada kendi konumunu daha da takviye etmesi açısından bunlara daha çok dikkat edecektir diye düşünüyorum.''
Necmettin Erbakan'ın vefatının ardından hem Genelkurmay Başkanlığınca yapılan açıklamanın hem de askerlerin cenazeye gelmesinin, askerin Türk milletinin hassasiyetlerine değer verdiğini gösterdiğini belirten Arınç, şöyle konuştu:
''28 Şubat'ta şu ya da bu sebeple yapılmayan bir davranışın, 10 sene sonra 2007'de verilmiş olmasında yaşanan olayların mutlaka katkısı vardır. Edindiğimiz tecrübelerin, birikimlerimizin mutlaka katkısı vardır. Çünkü bunu yapmak zorundaydık. Diklenmeden dik durmak, sivil iradeyi güçlendirmek, halkın bize verdiği yetkiye sahip çıkmak. O gün sahip olduğumuz kanaatimiz, hükmümüz, inancımız buydu. Bunu zaten cesaretle ortaya koyduğumuz için halk bunun karşılığını da bize yüzde 47 verdi. Biz ondan sonra büyük bir eşiği aşmış olduk. Bu 28 Şubat'ta neden yapılmadı? Ben Sayın Erbakan'ın cesaretsiz olduğunu söylemiyorum. 35 yılım yanında geçti. Onun bu yola çıkması, düşe kalka ama dosdoğru gitmesi bile muazzam bir cesarettir. Türkiye'de böyle bir siyasete talip olarak, yüzde 3'lerden yüzde 22'lere, başbakanlığa kadar. Ondan sonra 3 partisi kapatılan bir siyasi hareketin hala yoluna devam için kendi hayatını ortaya koyan bir insan mutlaka cesur bir insandır. Ama o zamanki konjonktür ve hükümetin durumu, bence en büyük etki budur. Erbakan Hoca, zaman içerisinde memleketin tertemiz evlatları olan silahlı kuvvetlerin başındaki insanlar da gerçekleri anlayacaklardır, ben onlarla biraz daha iyi ilişki kurabilirsem ve bu gerçekleri onlara daha çok anlatabilirsem aradaki buzlar eriyecektir, diye düşünüyordu. Buna fırsatı olmadı.''
Arınç, 27 Nisan bildirisini sahiplenmenin silahlı kuvvetlere de bir faydası olmadığını belirterek, ''Bunun o sitede durmasının hiçbir yararı yok. Bu bir cesaret konusu değil. 'Ben haklı bir şey yaptım. Sonuna kadar arkasındayım' demek şeklinde anlaşılırsa bunun da bir faydası yok'' dedi.
''Eski
Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun yeğeni
1. Ordu Komutanı
Hayri Kıvrıkoğlu da bugün komuta heyetiyle beraber cenazedeydi. TSK Erbakan'dan özür mü diledi, yoksa cenazeye katılarak bir manevi borç mu yerine getirildi'' sorusu üzerine Arınç, ''Hiçbir yoruma gerek yok. Akrabalık bağlarına da gerek yok. Orada yazılı olan cümleleri soyut bulabilirsiniz, yeterli görmeyebilirsiniz, onlar da hiç önemli değil. Türk Silahlı Kuvvetleri kendine yakışanı yapmıştır. Bu çok olumlu bir adımdır. Kalbini yarıp bakamayız ama bildiğimiz bir tek şey var. Eski başbakan, hükümette bulunmuş bir insan, bir siyasi parti genel başkanı için silahlı kuvvetler bugün olumlu bir
taziye mesajı yayımlıyor. Bu alkışlanacak bir davranıştır. Bundan dolayı silahlı kuvvetler güçlenir. Hiç kimse de onu eleştirmez. Sayın Kıvrıkoğlu'nun bizzat cenazeye gelmesi de hem insani tavırdır hem de bir başbakana karşı görevdir. Ben onları da kutluyorum. Bizim bunlara ihtiyacımız var. Bu görüntüler halkımızın değer verdiği kişilere karşı bir saygı duruşudur, davranışıdır. Ben hem Genelkurmayımızı hem de bizzat cenazeye gelenleri kutluyorum'' diye konuştu.
-''BU SOPA, DEMOKLESİN KILICI BİRİLERİNİN BAŞINDA OLDUKÇA...''-
''28 Şubat'taki eleştiriler size yönelik, Erbakan'ın daha cesur olup olamayacağı soruldu. Dönemin koşulları içinde tartışmak lazım tabii. 28 Şubat'ta siyaset dışı bir etkinin siyasete müdahalesine diğer siyasi partilerin
itiraz etmemesi en fazla eleştirilmesi gereken konu değil mi? 28 Şubat sürecinde bir halk desteği de yaratılmıştı. Sokaklarda insanlar vardı. Susurluk için başlayan eylemler bir anda hükümete karşı muhalefete dönüştü. Bu süreçte sizin dışınızda diğer siyasi yapıların da özeleştiri yapması gerekmiyor mu'' sorusu üzerine de Arınç, 28 Şubat'a gelinceye kadar kendilerinin örnek alabileceği bir cesaret numunesi bulunmadığını belirterek, şöyle dedi:
''Bizden önce böyle bir olay olmuş da buna şöyle bir tepki verilmiş diye baktığımızda geçmişte ister koalisyonlar ister tek parti iktidarlarında buna karşılık millet adına, demokrasi adına verilmiş bir örnek bulamadık. Kendimiz ne yapabilir, bunu düşündük. 27 Nisan'a geldiğimizde olaylardan ders çıkarmış ve artık örnek bir hareket yapma ihtiyacını duyan bir kadro vardı. '28 Şubat'ta sokaklarda şunlar, bunlar vardı ve adeta bir şeyler hazırlanıyordu' dediniz. Bu 12
Eylül öncesinde de böyleydi.
12 Eylül öncesinde de
Kahramanmaraş,
Çorum olayları... Neredeyse 3-5 bin kişinin ölmesiyle Türkiye'de herkes can
tehlikesine düşmüştü. 12 Eylül askeri darbesi olduğunda 'İyi ki geldiler de ülkede sükunet hasıl oldu' diye sevinenler oldu. Yani bir darbe meşruiyetini hazırlamak için birtakım olaylardan yola çıktı. Hatta 'Henüz olgunlaşmadı biraz daha zamana ihtiyacımız var' diyen
generaller bile olmuştur 12 Eylül'de. 28 Şubat'ta da
psikolojik olarak öyle bir hazırlık yapıldı ki, 'Böyle bir hükümetin olması Türkiye için tehlike haline geldi' diyen pek çok insan da oldu. Geçmişte başbakanlık yapanlardan rahmetli Menderes'in ne şekilde idam edildiğini, muhtıralardan sonra Nihat Erim'lerin başına neler geldiğini, ihtilallerden sonra hepsinin yargılandıklarını daha sonra da birçok haklarından mahrum kaldığını biliyorum. Bu
sopa, demoklesin kılıcı birilerinin başında oldukça Türkiye'nin gelişmesi, büyümesi, ciddi hükümetler ortaya çıkması fevkalade zordur. Dolayısıyla 28 Şubat'taki Cumhurbaşkanı'ndan başlayarak bir organizasyon varsa ve yanınızdaki ortağınız da sizin kadar cesur değilse yapılabilecek ne vardı diye düşünmemiz gerekir. Bence Sayın Erbakan hem çok iyi niyetliydi hem cesurdu ama Türkiye'nin geleceğini daha fazla düşünüyordu. Yani yeni bir macerayla bizzat sivil siyasete müdahale edilmesi halinde Türkiye'nin bir 50 yıl daha geriye düşebileceğini herhalde bizden daha iyi görüyor olmalıydı. Bugün bize acı gelen birtakım davranışlar o zaman belki de gereklilikti diye bir pay bırakmak lazım. Ama biz 27 Nisan'a geldiğimizde böyle değildik. Biz AB sürecine girmiş, müzakere yapan bir ülkeydik, uyum yasaları çıkmıştı ve çok önemli bir demokratikleşme sürecinde artık sivil iktidar gücünü daha fazla gösteriyordu. Şüphesiz cesur bir hükümet de olunca böyle bir bildiriye karşı gerçek bir cevabı verme konusunda hiç tereddütümüz olmadı ve arkası da çok güzel geldi. Bugün herkes kendi konumunu çok daha iyi görebiliyor.''
''Erbakan'ın cenazesinin her faniye nasip olmayacak kadar güzel olduğunu, cenazede büyük bir kalabalık bulunduğunu'' ifade eden Arınç, ''Anadolu'nun her tarafından gelmiş insanlar vardı. Büyük bir özlem ve sevgiyle ona olan bağlılıklarını gösterdiler. Bu, samimi, içten, sahici bir duyguydu. Hocamız bir ömrünü bu işe vakfetti. Bu idealin peşinde 50 senesini vermiş, bu konuda hiçbir fedakarlıktan çekinmemiş, ilmik ilmik Anadolu'yu dokumuş bir insandır'' diye konuştu.
-''BİZE HEP DOĞRUYU SÖYLEDİ, HEP GÜZELİ SÖYLEDİ''-
Arınç, ''Şu an hükümette bulunan birçok kişinin
merhum Necmettin Erbakan'ın siyasi çizgisinden gelmesi
ilahi bir kurgu mu yoksa tarihsel bir özür mü'' sorusu üzerine de şunları söyledi:
''Siyasetin tanımını yaparken de, millete hizmet ederken de, hangi amaç olduğunu söylerken de bizzat kendi hayatında büyük bir fedakarlıkla bu işi ta mahalle teşkilatından evlere kadar, kadınlar içinde, erkekler, gençler içinde örgütlemesine bakarsak ve genç yaştaki heyecanları o günden bu yana da onun arkasında onun söyledikleriyle hayata dair anlattıklarıyla bire bir temasta bulunan bir insan olarak, çok
şükür bunlara şahitlik ettik. AK Parti'yi kurduktan sonra birimiz Cumhurbaşkanı oldu, birimiz Başbakan oldu, birimiz
Meclis Başkanı oldu. Onun yanında, onun hükümetlerinde bulunan arkadaşlarımız oldu. Grup başkanıydı, başkanvekiliydi, yani bize hep doğruyu söyledi, hep güzeli söyledi. Hep hizmeti söyledi. Mesela Allah rızası diye bir kavramını hayata geçiren insandır Sayın Erbakan. Ülkeye hizmet ederken Allah rızasını düşüneceksiniz, onun için daha çok çalışacaksınız, bu ülkenin kaynakları zengindir, onları bulup çıkaracaksınız. Yeniden büyük Türkiye olacaksınız. Bütün bunlarla Sultan Fatih örneklerinde olduğu gibi, biraz tarih, biraz kültür, biraz büyük medeniyetimiz, bizi onun içerisinde yoğurdu. Şiirlerimiz, öykülerimiz, anlattıklarımız, hitap ettiklerimiz sanki Erbakan'a benzedi. Mesela benim Anadolu'da unvanım o zaman ki unvanım 'Küçük Erbakan'dır...''
Arınç, ''Erbakan ile yolunuzun ayrılmasını kaçınılmaz hale getiren nedenler neler'' sorusu üzerine ise Fazilet Partisi kapandıktan sonra siyasette partilerin farklılaşmasının ortaya çıktığını ifade etti. Arınç, şöyle devam etti:
''Milli Nizam Partisi'ni
Anayasa Mahkemesi kapattı. 12 Eylül'de bütün partiler kapandığı için Milli Selamet Partisi kapandı. Ondan sonra Refah Partisi hükümet ortağı iken, birinci parti iken kapatıldı. Fazilet Partisi tamamen günahsız kapatıldı. Fazilet Partisi'nin hiçbir suçu yoktu... Şimdi anlaşılıyordu ki; bu parti gittikçe yükseliyor. Bunun siyaseti Türkiye için uygun değil, bunun önüne mutlaka geçeceksiniz. İddianameleri hatırlayın. Ben her
kapatma davasının
iddianamesinde ikinci
sanık veya birinci sanık oldum. Ben 25 sene avukatlık yaptım. Annesini öldüren bir sanık için iddianame hazırlansa bu namussuz, bu şerefsiz adam diye ona
hakaret edilmez. 'Bu
katil, bu sanık veya bu
şüpheli, annesini şu şekilde katletmiştir.' Türk
Ceza Kanunu gereği diye yazar... Ama bizim hakkımızda
kapatma davası açan adam; 'bunlar habis urlardır', hakaret ediyor bize. Biz bundan dolayı
Yargıtay'a şikayette bulunduk. Bize 'hakaret ediyor' dedik. Yargıtay birinci dairesi midir nedir, 'hayır bu iddianame doğrudur' dedi. Bu kez
tazminat davası açtık.
Tazminat davasını da reddettiler, çünkü ceza davası açılmadı diye. Ceza davası açın diyoruz açmıyorlar. Tazminat davası açıyoruz, tazminat davası açılmadı diyorlar. Bugünlerden geliyoruz. Hala bu şahsa sorarsanız bizim katlimiz vacip. Ama çok şükür ki geldiğimiz nokta böyle başsavcılarımızın Türkiye'de parti kapatması veya iddianame yazması artık mümkün olmayacak.''
Arınç, Fazilet Partisi'nde 2000'de iki adaylı bir kongre yaptıklarını ve
Recai Kutan'ın genel başkan seçilmesiyle ilgili süreci de anlattı.
Kutan'ın seçilmesinin ardından
tebrik ettiklerini belirten Arınç, şöyle konuştu:
''Partimiz için daha çok çalışacağımızı ifade ettik. Bunu bizi dinleyen herkes şahittir. Ne zaman ki parti kapatıldı. Ondan arkadaşlarımızla siyaset tarzımızın ne olması gerektiğini tekrar müzakere ettik. Ve artık Türkiye'de siyaset yapmanın, iktidar olmanın, halkın sorunlarını çözmenin, Türkiye'nin meselelerini ele alıp, bunları başarmanın yolunun farklı bir siyasetten geçeceğine inandık. Bu siyaset anlayışı kolektif akıldır. Siyaseti ne için yapacağımıza karar vermektir. Bunları biz o iki adaylı kongre esnasında gazetelerde de, televizyonlarda da anlatmıştık. Hatta ismimiz o zaman yenilikçiye çıkmıştı. Onlar gelenekçi oldu, biz yenilikçi olduk. Bu bizim kendi koyduğumuz bir isim değildi. Ama onun da üzerinden 10 sene geçti. 10 sene sonra bugün Sayın Hocamızın genel başkanı olduğu çizgide devam ediyor. AK Parti olarak biz de kendi yolumuzda devam ediyoruz. Yani arkadaşlarımız ayrılırken, bireysel kararlarını verdiler. Yani 'biz Saadet'te değil, AK Parti'de olacağız' dediler. Pek çok arkadaşımız Saadet'te kaldı...''
''Necmettin Erbakan'sız Saadet Partisi'nin durumunun ne olacağının ve
Numan Kurtulmuş'un partisiyle bir
birleşme olup olmayacağının'' sorulması üzerine de Arınç, ''Bu tür şeyleri konuşmak şu an için uygun olmayabilir. Saadet Partisi'nin varlığı yadsınamaz, hangi isimde olursa olsun, Sayın Erbakan'ın idealleri üzerine kurulmuş bir siyasi partinin mutlaka taraftarı olacaktır, bu partiler yaşatılacaktır... Diğer partilerle olan ilişkilerini çok fazla bilmiyorum'' yanıtını verdi.
Arınç, gazetecilere açılan davalarla ilgili bir soru üzerine de ''Çok haklılar, gazeteciler üzerine dava açılıyor. Bizim bununla ilgili bir
kanun değişikliğimiz hazır. Meclis'in gündemine sanıyorum mart ayı içerisinde gelecektir. Özellikle
Türk Ceza Kanunu'nun 3 veya 4 maddesinde değişiklik öngörüyoruz. Yani detaylarına girmeyeyim'' ifadelerini kullandı.