Tayyip Erdoğan, Ortadoğu'nun 'kimsesizlerinin kimi' artık
Ortadoğu'nun yetimleri, Nasır'dan bu yana özlemini çektikleri liderlerini buldu:
Recep Tayyip Erdoğan!
Türkiye'nin
Başbakanı, 29 Ocak 2009 gecesinden itibaren sadece Türkiye halkına seslenen, gücünü sadece Türkiye'deki yandaşlarından alan bir
siyaset adamı değil artık. İsmi, Türkiye sınırlarının çok ötelerinde, Ortadoğu'nun sokaklarında, Gazze'nin mülteci kamplarındaki bir
İsrail bombardımanıyla yarın yerlerinde yeller esebilecek evlerin
küçük odalarında, Kudüs'ün Filistinli her köşesinde,
İslam dünyasının sathında dalgalanan bir
bayrak haline geldi. Beş dakika içinde.
Tayyip Erdoğan'ın ister sevelim ister sevmeyelim, ister beğenelim ister beğenmeyelim, ister kızalım, ister eleştirelim; bu böyle. Birey iradelerinden bağımsız bir gerçeklik.
Bugüne dek, hiçbir lider, İsrail'in, üstelik tarihi bir şahsiyeti olan Cumhurbaşkanı'na tüm dünyanın gözleri önünde "Sizin insanları nasıl öldürdüğünüzü biz çok iyi biliriz" diye haykırarak, BM Genel Sekreteri ve
Arap Birliği Genel Sekreteri'nin önünde kâğıtlarını toplayarak uzun boyu, gösterişli görüntüsü ile hem de
Davos gibi dünya egemenlerinin forumunda podyumu
öfke-vakar karışımı bir halde terk ettiğine
tanık olmamıştı. Tanık olması düşünülemezdi.
İsrail Cumhurbaşkanı'na bu sözlerle
posta koymak ha!
Roket atmadan,
intihar saldırısına girişmeden, Arap olmadan ve hem de 72 milyonluk büyük bir ulusun,
Osmanlı imparatorluk mirasının en önemli parçası üzerinde oturan, Batı sistemi içinde yer alan, NATO üyesi, AB katılımcı üyesi büyük bir
ülkenin lideri tarafından İsrail'e konulan bir posta bu. Görülmemiş şey.
* * *
Evet, Nasır'ın 1970'ten beri yetim bıraktığı on milyonlarca Arap, altlarına sığınacakları ismi Tayyip Erdoğan'ın şahsında önceki geceden itibaren buldular. Nasır, 1952'den bu dünyadan ayrıldığı 1970 yılına kadar tüm Ortadoğu'da ve hatta Üçüncü Dünya'nın tümünde esen bir rüzgârdı. 1967'de İsrail'e karşı alınan büyük hezimetten sonra gerçi süngüsü çok düşmüştü ama Nasır, yine Nasır'dı ve Mısır'ın sınırları çok aşan ve bir bireyin üzerine çok çıkan etkisi yine sürüyordu.
Ölümünden sonra, Ortadoğu Yasir
Arafat'ın şahsında bir "efsanevi lider" gördü. Ama Arafat Filistinlilerin "ulusal simgesi" olan bir kahramandı.
Suriye'de
Hafız Esad, siyaset ustalığında yanına yaklaşılamayan bir liderdi, ama sonuçta Suriye Devlet Başkanı idi. Ayetullah Humeyni, büyük bir devrimle sahneye çıktı, ama muazzam etkisi Şii haritasının ötesine geçmedi. Nasır fotoğrafı farklıydı.
Tayyip Erdoğan, İsviçre'nin Alp Dağları'nda "dünya egemenlerinin ve zenginlerinin uğrağı" Davos'ta beş dramatik dakika içinde Ortadoğu'nun ve oradan sıçrayarak tüm İslam dünyasının "kahramanı" oluverdi.
Sabaha karşı saat 3'te kendisini saatlerdir
İstanbul'da havaalanının önünde bekleyen on binlerce kişiye hitap ederken söylediği "sessizlerin sesi, kimsesizlerin kimi" olduğu, kendiliğinden
evet kendiliğinden Türkiye halkının çok ötesine, bu özelliğiyle kendisini taşıyıverdi. Gecenin o saatinde Gazze'de Türk bayraklarıyla gösteri yapanları, El-Cezire televizyonunun muhteşem İstanbul karşılamasını on milyonlarca kişiye canlı yayımlamasını nasıl açıklayabiliriz, nasıl açıklamalıyız ki?
Davos'ta Tayyip Erdoğan ile Şimon Peres'i, Türkiye ile İsrail'i bugüne dek Ortadoğu'nun savaş ve barış tarihinde görülmemiş biçimde karşı karşıya getiren dramanın,
bölge siyasetinde ve uluslararası siyasetin dengelerinde yol açacağı "politik ve sosyolojik tektonik değişiklikler"in boyutlarını olayın sıcaklığı içinde tümüyle kavrayacak durumda değiliz. Gelişme hâlâ fazlasıyla sıcak ve taze. Ama değişiklik mutlaka olacak. Barack Obama'nın
Amerika başkanlığına seçilmesi ve Beyaz Saray'a oturmasıyla kendiliğinden ivme kazanan dünya (ve dolayısıyla başta Ortadoğu) çapındaki değişim süreci, Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e bugüne dek bir Batı sistemi ülkesi liderinden işitmediği, büyük ölçüde duygusallık taşıyan ama "sahici" öfkesiyle yeni bir ivme daha kazandı.
Tayyip Erdoğan, farkında olmadan ve amaçlamadan öyle bir işin altına kendisini ve Türkiye'yi sokmuş oldu ki, bundan sonra yaşanacak ve izlenecek gelişmelere "konvansiyonel" bakış açısıyla açıklama getirmek havada kalacak.
Bundan sonra ne mi olacak? Bilmiyoruz. Ancak, "konvansiyonel" bakış açısı ve yöntemlerin Ortadoğu'yu ele alışta geçerliliğini yitireceğini seziyoruz.
* * *
Birkaç gündür Brüksel'deyim.
Avrupa Parlamentosu'nda Avrupa Birleşik Solu ile
Kuzey Yeşilleri ve Solu'nun gözetiminde düzenlenen, Harold Pinter'ın anısına ithaf edilen "AB, Türkiye ve
Kürtler" başlıklı konferansa katıldım. Konferansın sloganı "Türkiye'de Değişim Vakti!" Geçen hafta sonu bulunduğum
Beyrut'un tozu ayağımda duruyor. Türkiye algılaması ve Tayyip Erdoğan isminin Ortadoğu'daki çağrışımını Beyrut'ta gözlemiştim ve bunu yazılarıma da yansıttım.
Brüksel'de bir
otel odasında televizyonda tümüyle bir rastlantı eseri olarak TRT'de Ban ki-Moon'u konuşurken görünce, paneli izlemeye başladım. Ban ki-Moon'un dinlerken, Amr Musa'yı, Şimon Peres'i, moderatör David Ignatius ile Başbakan Tayyip Erdoğan'a gözüm takıldığı anda birkaç dakika sonra "tarihi an"ın geleceğini bilmeden ekrana kilitlendim. BM Genel Sekreteri hariç, sahnedekilerin hepsini değişik düzeylerde de olsa tanımıştım, tanıyordum.
"Türkiye'de Değişim Vakti!"nin çalan ziline, Avrupa Parlamentosu'nun Avrupalı eski komünistlerin salonundaki konferansta değil, yine Brüksel'de bir otel odasında TRT ekranında tanık oldum.
Gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. Tayyip Erdoğan, diplomasi v
e devletler arası ilişkilerini en temel kurallarını -haklı gerekçelere dayansa bile- ayaklarının altına alıp çiğnemişti.
Kendi kendime, "Normalde, tarihe bakıldığında bu, herhangi iki ülke arasında bir savaş ilanı gibi algılanmaya uygun bir görüntü" diye söyleniyordum. Zihnime hızla Beyrut izlenimlerim geldi. Cabaliye
Mülteci Kampı'ndan, en yukarıdaki Erez Kapısı'ndan en güneydeki Rafah'a bildiğim Gazze'de anonim insan görüntüleri ulaştı. Bu kez, yine kendi kendime "Tayyip Erdoğan, Arap dünyasında bu andan itibaren kahraman oldu" diye söylendim. Artık sadece Türkiye başbakanlığı değil, çok geniş bir coğrafyada kendisi hakkındaki algılama Tayyip Erdoğan'ı zorunlu olarak yönetecek diye düşündüm.
Ortaya çıkan durumun muhtemel ve ilk bakışta Türkiye aleyhinde olacak olumsuz "diplomatik boyutları"nı beni arayan BBC'ye ifade ettim. BBC ile sohbet ederken, "Siz Tayyip Erdoğan'ı iyi tanıyorsunuz. Şaşırdınız mı" sorusuna muhatap oldum. Evet, hem de çok şaşırmıştım. Ama ardından hemen sonra "Tam Tayyip Bey işte bu. Kendisini gerçekten iyi tanıyorsanız şaşıracak bir şey de olmaz" duygusunu edindiğimi aktardım. Şaşkınlığın üzerinden çok geçmeden, özellikle Arap dünyasında bir "kahraman" konumuna yükseleceğini de adım gibi biliyordum.
Ortaya çıkan durumun tekrar tekrar üzerinde düşünülmesi gereken bambaşka boyutları da olacaktı. Onları düşünmeye çalışırken, Tayyip Erdoğan'ı karşılamak üzere İstanbul'da havaalanına akan ateşli on binlerce kişinin hareketini, Gazze'de Türk bayraklarıyla gösteri yapan insanları izledim.
Ortaya çıkan durumun bir de bu boyutu vardı.
Brüksel'de dün sabah kahvaltıda aynı zamanda
Fransız vatandaşı olan, çok uzun yıllar Paris'te AFP'de çalışmış olan Mısırlı
yaşlı bir gazeteci Doreya
Avni ile karşılaştım. Heyecanla yanıma koştu, "Neler olmuş dün gece" diye söze girdi ve bana söz bırakmadan "Tayyip Erdoğan, Nasır'ın yerine geçti. Eğer içerde güçlü olursa aynı zamanda bölge için hem Nasır hem de De Gaulle olur. Nasır, dışarıda büyük bir bayraktı ama içerde, çevresinden ötürü zayıftı. Tayyip Erdoğan Türkiye'de sadece İslamcıların değil diğerlerinin de desteğini alırsa, Nasır-De Gaulle konumunda birisi olabilir" dedi.
Türkiye'nin iç politikası, anlaşılıyor ki, dünyada çok geniş bir çevrenin ilgi ve çıkar alanına ister istemez girecek artık.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmaması için büyük çaba gösterilecek, işte
Genelkurmay açıklaması ve işte Şimon Peres'in alttan alan, olgun sözleri; tamam. Ama, kim ne derse desin, ne olursa olsun; Türkiye-İsrail ilişkileri adındaki sürahi artık çatlamıştır.
Türkiye'nin dış siyasetinde de onun iç politikaya izdüşümünde de bundan böyle yeni parametreler kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.
Türkiye, 29 Ocak 2009'a kadar olan Türkiye'den zorunlu olarak farklı olacak. Çünkü, Tayyip Erdoğan artık sadece Tayyip Erdoğan olarak kalamayacak.
Tam da Tayyip Erdoğan, aslında hep kendisi olarak kaldığı için!