İSTANBUL 13. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin
Ergenekon iddianamesini kabul ederek
dava sürecini başlatması, çok önemlidir. Bu gelişmeyi önemli kılan, Ergenekon
lobisinin
Cumhuriyet Başsavcısı Aykut
Cengiz Engin’in 14 Temmuz günü iddianameyi genel hatlarıyla açıkladığı günden itibaren ‘iddianamenin reddi’ yönünde yürüttüğü yoğun kampanyanın etkisiz kalmasıdır.
Son ana kadar iddianamenin reddedileceğini umdular. Hazırlıkları 13 ayda tamamlanan, 2 bin 455 sayfada özetlenen ve 461 klasör
delille desteklenen iddianamenin reddedileceği beklentisi nasıl oluştu bilmiyorum, ama
mahkeme üzerinde yoğun
psikolojik harekat yürütüldüğüne hep birlikte
tanık olduk.
28 YILDA ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ
BU tespite ilave olarak, davanın takvimiyle ilgili yapılan spekülasyonlara da açıklık getirmeliyiz. Deniyor ki: Ergenekon’da 86
sanık var, iddianame 2 bin 455 sayfa ve 13 ayda hazırlandı. Oysa MHP davasında 467 sanık vardı, iddianame 512 sayfaydı ve iddianame 7 ayda hazırlandı. MHP davası 10 yıl sürdü, bu kabarık iddianameyle bu dava en az 20 yıl sürer!
12
Eylül’den bu yana 28 yıl geçti. Anayasanın üçte ikisi değişti, o dönemdeki kanunların çoğu bugün yürürlükte değil. Eskiden savcının görevi, sadece isnat edilen suçlamayı yazıp iddianameyi mahkemeye sunmaktı. Delil toplamak hakimin işiydi. O nedenle iddianame safhası kısa sürer, mahkeme süreci yıllara yayılırdı.
Ayrıca, teknolojik ve
ekonomik gelişmeye paralel olarak mahkemelerin çalışma standartları 28 yıl öncesiyle mukayese edilmeyecek kadar yükseldi. Mahkemelerin büyük bölümünde artık bilgisayar ve internet kullanılıyor.
Yargıtay Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya da
AK Parti hakkındaki iddianamesini oluştururken
Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google ve
Youtube’un nimetlerinden yararlanmadı mı?
İŞİN ZOR KISMI TAMAMLANDI
Özetle, bugün için davanın zor olan, yani uzun süren kısmı tamamlandı. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılar, eski dönemdeki meslektaşlarından farklı olarak iddianameye delil topladılar. Hakimlerin işi, eskiye göre daha kolay. Bu davanın, takvim açısından MHP davasıyla karşılaştırılması cehalettir, değilse art niyettir.
Kaldı ki,
Adalet Bakanlığı, davanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılması için her türlü
lojistik desteği sağlıyor. 13.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin davayı tahminlerin ötesinde çok kısa zaman içinde karara bağlayacağını düşünüyorum.
ERGENEKON’UN ASKERİ KANADI
Gelelim iddianamenin içeriğine...
Takdir edersiniz ki, 2 bin 455 sayfalık iddianameyi bir iki makalede özetlemek mümkün değil. Ayrıca, iddianamenin özeti tüm gazetelerde ayrıntılı olarak yer alıyor. Ama kafa karışıklığı had safhada. İddianameyi daha anlaşılır kılmak ve zihnimizde oluşan soru işaretlerine
cevap bulmak için satır aralarına gizlenmiş mesajları gün ışığına çıkarmamız, mümkünse bazı sinir uçlarına dokunmamız gerekiyor. Seri yazılarla Ergenekon’u anlatmaya devam edeceğiz.
Üzerinde öncelikli olarak durmak istediğim tarafı, iddianamede tanımlanan ‘Ergenekon-
Asker’ ilişkileridir.
İlk defa bir iddianameye ‘
derin devlet’ kavramı girdi. Bu olguya dikkat çekilirken Ergenekon’un konuşlanma koordinatları da verilmiş. İddianameye göre: Ergenekon’un TSK ve MİT ile bağlantısı yoktur.
Kabul edersiniz ki, içinde asker ve istihbaratçının olmadığı bir örgütü ‘derin devlet’ kapsamında değerlendirmek mümkün değildir. Ancak basit bir çeteden söz edebiliriz. Oysa iddianamenin karşımıza çıkardığı, bir çete değil
darbe planları yapan v
e devletin içine çöreklenmiş derin yapıdır.
O halde?
KOMUTADAN BAĞIMSIZ CUNTA
İddİanamenİn bir başka bölümünde şöyle deniyor: ‘Ergenekon
terör örgütünün yönetimindeki
sivil toplum kuruluşları
yönetici ve üyelerinin bir çok askeri görevli şahıslarla irtibatlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Ele geçirilen
patlayıcı maddeler, suikast silahları ve el bombalarından yeterli sayıda elemanının olduğu anlaşılmaktadır.’
İddianamenin lafzından anlıyoruz ki, savcılar, TSK içinde saptadıkları Ergenekon uzantılarını ‘kurumsal’ bir ilişki olarak değerlendirmemişler. Demek istedikleri şu: Ergenekon’un TSK ile bağlantısı yok ama içeride komuta kademesinden bağımsız hareket eden cuntacı
ekip var.
Peki, bunlar nerede?
Bu soruya cevap vermeden şu tespiti yapalım. Dava konusu Ergenekon, bazı sanıkların ev ve iş yerlerinde bulunan dokümanlara göre ‘Lobi’ adı verilen örgütün sivil kanadıdır. Sanıklar içinde
emekli subayların varlığı, örgütün ‘askeri’ kanadı olarak algılanmamalıdır.
SAVCI KARMAŞAYI ÖNLEDİ
KastImIz, Ergenekon’la bağlantılı
muvazzaf subaylardır.
Savcıların tespit ettiği isimler var. Haklı olarak bu isimlerin neden iddianamede olmadığı sorulacaktır. Malum,
Türkiye’de AB üyesi ülkelerde olmayan çift başlı bir yargı sistemi sözkonusu. Askeri, görevdeyken sivil mahkemede yargılayamıyorsunuz. Savcılar, bu isimleri iddianameye eklemeyerek karmaşanın önüne geçmiştir. Aksi halde
Şemdinli davasına benzeyebilirdi.
Hiç mi işlem yapılmayacak?
İşte bu noktada asıl sorumluluk
Genelkurmay’a düşüyor. Çünkü listenin tamamı Genelkurmay’da. Savcılar bu isimleri, ellerindeki delillerle birlikte Genelkurmay’a gönderdiler. Askeri
savcılık, Ergenekon’la bağlantılı olduğu düşünülen muvazzaf subaylarla ilgili soruşturmasını sürdürüyor. Nasıl bir sonuca varılır bilemeyiz ama ağustos ayındaki Yüksek Askeri
Şura’da bu listenin masaya yatırılma ihtimali yüksektir. Tespit edilen suçun niteliğine göre ordudan
ihraç, emeklilik,
terfi dondurma ve kızak göreve atama gibi
yaptırımlar uygulanabilir.
ERGENEKON’DA KÜÇÜK ÇIKIŞ
AMA hadise, birkaç muvazzaf subayın TSK’den dışlanmasıyla üstü örtülecek basitlikte değildir.
Veli Küçük’in evinde bulunan Uğur
Mumcu cinayet ile ilgili
belge, Genelkurmay eski başkanları İsmail Hakkı
Karadayı ve
Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Ergenekon sanığı
Kemal Alemdaroğlu ile saptanan
telefon görüşmeleri, sorunun çap büyüklüğünü gösteriyor.
Mumcu’ya yönelik bombalı
eylemin hemen ardından 2
Şubat 1993 günü dönemin
MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın hazırladığı raporda, eylemi CIA denetimindeki
İsrail OADNA birliklerinde eğitim görmüş 6 militanın gerçekleştirdiği, Mehmet Ali
Birand’ı da öldürmeyi planladıkları ve yurtdışına çıkış yapamadıkları için İsrail Büyükelçiliği’nde saklandıkları iddiasına yer vermesi, üstelik bu raporun Küçük’te çıkması vahimdir.
Bu cinayeti ‘dini terör’ olarak yorumlayıp 15 yıldır ‘Kahrolsun şeriat, Türkiye
İran olmayacak’ sloganları atılırken,
Sadettin Tantan döneminde yargı önüne ‘
sanal’ sanıklar çıkarılırken, bu raporun Küçük’ün arşivinde tozlanmaya bırakılması manidar değil mi?
Mehmet Eymür’ün anlattığı gibi MİT muhbiri
Tarık Ümit’in kaçırılmasında devreye giren astsubaylar, nasıl bu kadar cüretkar olabildiler?
SADECE ASKER Mİ?
Ayrıca,
Muzaffer Tekin’in işyerindeki aramada bulunan ‘Devletin yeniden yapılandırılması’ ile ilgili master planında
tarif edilen ‘yargı,
emniyet, sağlık, istihbarat, ordu’ gibi kurumlara sızma planı dikkate alındığında, arınma işleminin sadece askerle sınırlı olmadığı, devlet içindeki bir çok kurumda böyle bir temizliğe ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.
Yani, Ergenekon süreci, sadece iddianameyle sınırlı değil. Ötesi de var... Geçmişle yüzleşme ve tümden arınma için özellikle
Veli Küçük, şeffaf devlet için ‘Ergenekon çıkışı’ olabilir. TSK içindeki cuntacı ekip, MİT, Emniyet,
Özel Kuvvetler ve
JİTEM içindeki uzantılarının yıllardır yazıp oynadıkları karanlık senaryolar deşifre edilebilir. Deşilirse, nice faali meçhul
cinayetler aydınlanabilir.
İddianame, bu yönüyle kendi kabına sığmayan büyüklüktedir.