Aynı şekilde ve eş zamanlı olarak, PKK'nın gazetesi logonun altına
siyah zemin çekip, üstüne "Öcalan'ı zehirliyorlar" yazarak cumhuriyeti birebir
taklit etmekle ne yapmak istiyor? İki gazeteyi yan yana koyunca sormadan edemiyorum: "Tehlikenin farkında mısınız?"
Batılı ülkeler 25-30 yıllık planlar yapıyor, biz yarını bile düşünmüyoruz, yakınmaları artık bitecek!
Çünkü bizim içimizden bir asrı içine alabilecek değerlendirmeler yapabilen gruplar çıkmaya başladı.
Hem de aynı anda birkaç tane birden zuhur ediverdi.
Yalnızca diğerlerinden bir farkları var.
Bizimkiler geriye doğru yüz yıllık bir dönemi perspektife alarak bakıyorlar meselelere...
Gelecek yüzyıla dair küçücük de olsa bir tahminde bulunmuyorlar.
Yani asırlık perspektif var ama yönü problemli...
Kusurlarını göremeyecek kadar kendilerinden emin oldukları için, geleceğe yönelmiş kişileri gerici zannediyorlar aynı zamanda.
Ne olursa olsun "yüz yıl" noktasında bir isabet var.
Mesela bundan yüz yıl önce, konuşmaya çalıştığı insanlarda cehaletin neredeyse tabiat haline gelmiş olduğunu gören
Bediüzzaman, onlardan bir şey çıkmayacağını görmüş. "Ey gözleri arkada maziye
bakan yürüyen mezarlar. Yeni neslin kapısında durmayın çekilin" diyerek, istikbalin pırıl pırıl nesilleri tarafından fikirlerinin anlaşılıp benimseneceğini öngörmüştü.
İşte, yüz yıllık perspektifle değerlendirme yapan deyince, ilk anda aklıma gelen üç gruptan ikisi doğrudan doğruya bu öngörünün tam tersini göstererek insanları inandırmaya çalışıyor.
Ama "inkârında ispat vardır", derler ya, yaptıkları şey netice itibariyle tam da öyle oluyor.
Çünkü, rejimi tehdit edecek boyutlara ulaştığı iddia edilen tehlikenin, büyük ölçüde Bediüzzaman'ın fikirlerinin harekete geçirdiği insanların başarısından kaynaklandığını söylerler. Hatta hızlarını alamayıp AKP'nin bile neticede öyle olduğu "savını" ortaya atarak, "Kendinizi boşu boşuna ne diye paralayıp duruyorsunuz?" der gibi bakanları ikna etmeye çalışırlar.
Yani neresinden bakılırsa bakılsın, Bediüzzaman'ın öngörüsü doğrulanmış, arkadan gelen nesiller onun fikirlerindeki kıymeti takdir ederek sahip çıkmışlardır.
İşte bir gruba göre tehlikenin büyüklüğü zaten buradadır. Çünkü insanlar makul, mantıklı ve yaşanabilir bir dinî yorum bularak,
modern hayatın bütün dayatmalarına rağmen dinlerini yaşayabilmişlerdir. Ardından hayat tarzlarının, insanlığın yarınları adına çok şey
vaat ettiğini ispatlayacak işler yaparak geleceğe yürüdüklerini göstermişlerdir.
Aslında bu işin bal gibi gericilik olduğuna '
yemin billâh' eden, bizim bir grup "sevgili yurttaşımız" hariç, dünyanın birçok ülkesinde, ırkları, dinleri ve dilleri farklı insanlar tarafından anlaşılmış ve alakalarına mazhar olmuşlardır.
Ne var ki, bizim sevgili yurttaşlarımızdan bazıları dünyanın takdir ettiği işleri, o ülkelerde de kötü gösterebilmek için elinden gelen ne varsa yapmaktan geri durmadığı gibi, Bediüzzaman'ı
Atatürk'ün karşısına yerleştirip, karşı kutup oluşturmakta bir beis görmemiştir. Hatta iddialı Kemalistlerin arasından çıkan bazıları, bu ülkede ne varsa hepsinin sahibi evvelen ve bizzat Kemalistlerdir, diyerek kendince karşı kutuptan saydığı insanlar hakkında içinden geçenleri bilâ noksan ortaya koydu.
Herkes de böyle açık sözlü olmuyor tabii...
Disiplinli, terbiyeli, çalışkan, eğitimli,
Türkiye'yi ve dünyayı bilen
dindar insanlarla
rekabet edemiyoruz. Onlar normal vatandaş muamelesi görürse elimizdekileri kaybedeceğiz, diyemiyor.
Lafı çevirip, soruyor: "Tehlikenin farkında mısınız?"
Diğer gruba mensup olanlar, güya, dinî ve millî hassasiyetlerle kılı kırk yararcasına dikkatli davrandıkları için büyük bir oyunun farkına varıyor!..
Meğer bunca insanı harekete geçiren fikirler, içinde gizli Hıristiyanlık ihtiva eden büyüleyici öğeler barındırıyormuş ve "Medenilere galebe ikna iledir. Laf anlamaz bedeviler gibi icbar ile değil" düsturunu benimseyip kavgasız, gürültüsüz, medeni ve muvaffak bir
Müslüman imajı oluşturan bunca insan da Truva atıymış. Dinimizi tahrip etmek isteyenlerin çok ince ve ince olduğu kadar da
sabır gerektiren büyük bir planıymış.
Bu hassas (!) yurttaşlarımız da maksadı belli, ama kaynağı karanlık birtakım montaj dokümanları ellerine alıp, 'Kim yapmışsa
helal olsun. Biz de olsak böyle yapardık' gibi kahramanca(!) cümleler eşliğinde sağa sola dağıtıyorlar.
Her iki grubun da ortak özelliği, pırıl pırıl Müslümanlara başarıyı yakıştıramayıp, arkasında büyük bir güç arayışına girişmeleri ve sonunda "Yüz sene evvel
İngiltere, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için bu projeyi yaptı ve uyguladı. Sonra da Amerika'ya devretti" diyerek, rahatlamalarıdır.
Birinci gruba, 'Osmanlının son dönemlerinde başlayan modernleşme hareketlerini devrimlerle çok daha radikal bir şekilde uygulayan, ezanı ve Kur'an'ı Türkçeleştirip, alfabeyi değiştirmek gibi, hac yasağı koyup, Müslüman toplumlarla karşılaşmayı bile sıfıra indirerek ülkeyi ait olduğu kültürden ayırıp, Batı kültürüne yönlendirmek gibi köklü icraatları yapan bir devlete karşı İngiltere hangi menfaati umarak dindarları destekledi?' türünden sorular sormamak gerekiyor.
Diğer gruba da, '
İslam'ı çağın ihtiyaçlarına
cevap verecek şekilde fevkalade bir yoruma kavuşturabilmiş; hapisler, tecritler ve sürgünlere rağmen, Anadolu'nun
okuma yazma bilmeyen insanlarında ciddi bir heyecan uyarıp,
kopya kâğıtları kullanarak dinî eserleri çoğalttırıp dört bir yana ulaştırarak başarılı olabilmiş bir insanı ve ondan sonra gelen birkaç kuşağı kullanabilen bir İngiltere teziniz doğruysa, sizin gibi 'Kimin yaptığını bilmediğini söyleyip, bir de o kaynağı meçhul dokümanları dağıtmayı büyük bir iş zanneden muhteşem kişileri' işte o İngiltere neden kullanamasın ki?' dememek gerekiyor.
Üçüncü grup ise, güneydoğu meselesinden hareketle Sevr anlaşmasını hatırlatarak Türkiye'nin bölünmek istendiğini ısrarla söylüyor.
Aslında diğer iki grubun tezi, üçüncü grupla hâkim güçlerin yüzyıllık planlarını icraya koymuş olması noktasında birleşiyor.
İslam, Müslümanlar (!), ve ayrılıkçı
Kürtler Türkiye'yi parçalamak için yüz yıldır el altından destekleniyor.
Şimdi burada durup, bir kere de biz soralım:
Tehlikenin farkında mısınız?
***
Bu soruyu neden soruyoruz?
Cumhuriyet gazetesi siyah zemin üzerine sağdan yazılmış yazılarla bu
kampanyayı geçen yıl da yapmış mıydı?
Evet.
Sonra cumhuriyete ordu malı olduğu anlaşılan el bombaları atılmış mıydı?
Evet.
Bombayı atanlar ardından da
Danıştay cinayetini işlemiş miydi?
Evet.
Cumhurbaşkanı ve diğer devlet erkânı tarafından yapılan açıklamalarda bu cinayet laik Türkiye Cumhuriyetine karşı işlenmiş sayılıp, ardından cenaze töreninde bakanlar kovalanmış mıydı?
Evet.
Şimdi aynı kampanya çok daha
tahrik edici bir şekilde, siyah zemin üzerine "1881-2007" yazılmış olarak tekrarlanıyor. Yani
cumhurbaşkanını AKP seçerse Atatürk manen de ölmüş olacak!
Aynı şekilde ve eş zamanlı olarak, PKK'nın gazetesi logonun altına siyah zemin çekip, üstüne "Öcalan'ı zehirliyorlar" yazarak cumhuriyeti birebir taklit etmekle ne yapmak istiyor?
Kürt halkını kışkırtıyor.
Kime karşı?
Devlete.
Cumhuriyet bir taraftan, PKK'nın gazetesi de öbür taraftan eş zamanlı ve aynı yöntemle, farklı kitleleri harekete geçirmek istiyorsa, sizce ne oluyor?
Şu yüz yıllık planı galiba iyice düşünmek gerek!
Hamdi Yılmazer - Aksiyon