I. Dünya Savaşı'nın ardından çöken bir imparatorluğun külleri üzerine yepyeni bir devlet kuran
Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman Mehmetçiğin üstün başarı örnekleri gösterdiği
Kurtuluş Savaşımız tüm dünyaya örnek oldu. Bu konuda yazılan binlerce eser de halen büyük bir merakla okunmaya devam ediyor.
Ancak
Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak yeterli bilgiye sahip olmayan kişilerin ortaya çıkardığı doğru olmayan hikaye ya da olaylar günümüzde de dillendirilmeye devam ediyor. Hatta bu yanlış bilgiler bazı eserlerde de yer bularak daha çok çeşitlenmeye neden oluyor.
Toktamış Ateş de bazı kişilerin bu yanlış bilgileriyle kendilerini Atatürk ve Kurtuluş Savaşı konusunda uzman saymasını eleştirerek, bu tür kişilerin sözde uzmanlıklarını başkalarına da kabul ettirmek istemesini ele aldı.
İşte Ateş'in örneklemeleri ile Atatürk ve Kurtuluş Savaşımız hakkında ki yalanlar ve yanlış bilinenler:
Atatürk yalanları
Garip bir Atatürk "sömürüsü" yaşanıyor. Yakın tarihimizle ilgili olarak, neredeyse sıfır düzeyde bilgisi olan kimi "meraklılar"(!); kendilerini,
Ulusal Savaşımız ve Atatürk konusunda, "uzman" sayıyor ve bunu, başkalarına da kabul ettiriyor.
19
Mayıs sabahı;
Habertürk kanalında, bir "
19 Mayıs Programı"na katıldım. Ve kimsenin kuşkusu olmasın; bu, katıldığım bu türden "son" toplantı oldu... Giderken, o programda 19 Mayıs'ın anlamı ve ulusal savaşımız hakkındaki görüşlerimi, anlatmayı umut ediyordum. Fakat stüdyoya girdiğimde,
emekli bir öğretmen arkadaşımızın da yer aldığını gördüm. Ve program boyunca, daha doğrusu bir noktadan sonra; dayanamadım ve bu hanımın söylediklerini düzeltmekten, kafamdakileri söylemeye zaman bulamadım.
Bütün yaşadıklarımı anlatmaya, yerim elvermez. Ama beni çok rahatsız eden birkaç "duygu sömürüsünü", öncelikle paylaşmak isterim. Bu meslektaşımızın anlattığına göre; 17 yaşında
genç bir kızımız, tam 7 konvoyda
silah taşınmasına
yardım ettikten sonra, sekizinci seferde, yere düşmüş. Genç kız ölüyormuş. Bir
subay yanına koşmuş ve "Adın ne kızım?", diye sormuş. Genç kız, "Adımı ne yapacaksınız Kumandan?", diye y
anıtlamış. Kumandanın karşı
yanıtı, "Seni tarihe yazacağım", olmuş. Genç kız başını kaldırmış ve "Adımın ne olduğu önemli değil, benim adım
Anadolu...", demiş. Bu kadar uğraşana kadar, adını söyleyiverse, çok daha kolay değil mi?
Bir başka olay,
cephane naklinde yaşanmış. Genç bir anne, kucağında 9 aylık bebesi, sırtında bir top mermisiyle gidiyormuş. Nereden çıktıysa,
Yunan askerleri belirmez mi? Hemen, saklanmışlar tabii. Fakat aksilik bu ya, bebek ağlamaya başlamış. Eyvah, düşman yerlerini öğrenecek... Bebeği susturamayan kadın, eliyle çocuğunun ağzını kapatmış. Ve neden sonra, düşman askerleri uzaklaştığında elini çekince, bebeğin boğulduğunu görmüş, yani bebeğini öldürmüş... Tabii dayanamadım, "Hiçbir anne çocuğunu boğmaz", diye müdahale ettim. "Zaten cephane konvoyları güvenli topraklardan geçer, Yunan askerleri nerden çıktı?" Elbette, yanıt yoktu.
"Atatürk, yaşamı boyunca, kendine verilen nişan ve madalyalardan hiçbirini kabul etmemiş. İngilizler "dizbağı nişanı" önermişler, onu da reddetmiş..." Gene müdahale etmek zorunda kaldım. Atatürk'ün nişan ve madalyaları, Anıt.kabir'de sergilenir. Kaldı ki; Atatürk'le ilgili kitapların çoğunda, bu nişanların fotoğrafları vardır. Kendini Atatürk ve Atatürkçülük konularında uzman sayan bir öğretmenin, bunları görmüş olması gerekmez mi? Fakat, onun da kabahati yok. Eğer ulusal düzeyde yayın yapan bir TV kanalı; bu öğretmenimizi, "uzman" sayarak davet ediyorsa, kime ne?..
Kaldı ki; bu TV kanalının, Samsun'dan
canlı yayın yapan muhabiri de, Mustafa Kemal'le birlikte yola çıkan, 22 kişilik bir heyetten söz etti. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, 19 kişi oldukları bilinir. Bunlar isim, isim ve askeri geçmişleriyle ispatlanmıştır. Burada da müdahale edince, programın sunucusu, "Her halde ellerinde,
broşür benzeri bir şeyler vardır", dedi. Muhtemelen vardır. Fakat bu bilgi oradan da alınsa, yanlış bir bilgi.
Bu arada,
Bandırma vapurunun özellikleri konusunda biraz konuştuk. Bundan 10 yıl kadar önce; Bandırma vapurunun, 300 metrelik yeni bir vapur olduğu iddia edilmiş ve bizlerin, "köhne Bandırma vapuru", yaklaşımımız, yok edilmeye çabalanmıştı. O günlerde, bir vesile ile Anakara'ya gitmiştim. Sayın
Melih Gökçek'in yeni seçildiği bir dönemdi.
Belediyeye ait olduğunu düşündüğüm tüm direklerde, bu yalanı yineleyen ilanlar yapıştırılmıştı. Bu olayı dile getirdiğim sabahın akşamüstü, yani aynı gün; önce,
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin halkla ilişkiler ve basın sorumlusu, zarif bir biçimde aradı ve olayı sordu. Zaten daha sonra, Sayın Gökçek kendisi arayarak, bundan haberi olmasının mümkün olmadığını ve o direklerle, belediyenin ilgisi olmadığını anlattı. Sayın Gökçek'e ve halkla ilişkiler sayın müdürüne, ilgi ve duyarlılıkları nedeniyle, teşekkür ediyorum.
Bir "19 Mayıs" da, işte böyle geçti...
TOKTAMIŞ ATEŞ / BUGÜN