"İş biter, fiş gider" mi?
Bir süredir, merkez medyanın daha açık ifadesiyle
Aydın Doğan medyasının da "görmeye" başladığı
Ergenekon Davası'nda iddialar çok korkunç ve dahi çirkef boyutlara ulaştı.
Medyaya akseden bilgilere göre, PKK'dan Hizbullah'a; TİKKO'dan DHKPC'ye;
Dağlıca baskınından
Başbağlar katliamına; Hırant Dink
cinayetinden Uğur
Mumcu suikastına; Hablemitoğlu'ndan Abdi İpekçi'ye ülkede "siyasi gündemi doğrudan etkileyen" tüm cinayeterle irtıbatlı bir şer cephesi bu Ergenekon örgütü. Şu sıralarda
davanın
avukatı olduğunu ilan eden Deniz Baykal'dan ses seda çıkmıyor.
İddiaların korkunçluğu ve iğrençliği onu davayı üstlenmekten vaz mı geçirdi veya sessiz sedasız
savunma hazırlığı içinde mi bilemiyoruz. Örgütün yapısı, oluşumu ve hedefleriyle ilgili
senaryolar havada uçuşuyor. Bir yoruma göre bu kadar birbirine zıt, bu kadar birbiriyle çatışan -veya bizim çatıştığını zannettiğimiz- örgütle irtibatlı bir oluşum, asla ve kat'a "yerel bir organizasyon" olamaz.
Türkiye'de hangi siyasi eğilimden olursa olsun, iktidarları her daim bir tehdit altında hissettirip, kendi politikalarını empoze eden bir "dış güç" -veya güçler koalisyonu- bu oluşumun arkasındadır.
Durum ve vaziyete göre, sağ veya sol, dinci veya laik hangi türden aktör iş görecekse o devreye sokuluyor; gündemi etkileyecek cinayet ve provokasyonlar gerçekleştiriliyor. Medyadaki uzantıları, dezinformasyon politikaları çerçevesinde olayı yorumluyor; daha sonra da, bir zamanların ünlü reklamında olduğu gibi "iş bitiyor, fiş gidiyor". Esasen, "fiş" sadece ortada gözükmüyor; lüzumunda kullanılmak üzere bir kenarda alesta bekletiliyor.
Tıpkı reklama konu olan elektrikli süpürgede olduğu gibi. Bu yoruma katılanlara göre, şu sırada sürmekte olan dava sözü edilen "dış güç"ün politikaları doğrultusunda bir "
temizlik operasyonu"dur. Aynen
Susurluk davasında olduğu gibi, kullanılan maşaların ortadan kaldırılması süreci işlemektedir. Bu yorumun doğruluğu hâşâ maşaları masum kılmıyor, "vatan, millet ve
bayrak" adına yaptıkları cinayetleri meşrulaştırmıyor, tam tersine ihanetlerinin derinliğini ve uluslar arası boyutunu ortaya çıkarıyor.
Eğer birileri, Sayın Erbakan'ın Susurluk çirkefi için söylediği gibi Ergenekon oluşumuna da "fasa-fiso" diyorsa;
Zekeriya Öz'ün ortaya koyduğu tabloyu "hayali senaryo" görüyorsa, ülkemizde son on beş yılda meydana gelen ve başta laikliğin simgesi olmuş kişilerin katledilmesi olmak üzere, önemli bir kısmı "siyasi gündemi doğrudan etkileyen", beş yüz civarındaki
faili meçhul cinayetleri izah etsin bakalım.
Bu arada, sanıklardan
emekli Jandarma
Albay Arif Doğan, yakın bir zamana kadar resmi belgelerle varlığı inkar edilen JİTEM'i 1983'te kendisinin kurduğunu, daha sonra ise görevi
Veli Küçük'e devrettiğini belirtiyor. Çok anlamlı değil mi? Evinde bulunan kaleş'lerle ilgili olarak da, "
Cem Ersever koymuş olabilir" diyor. Nasıl olsa, Cem Ersever mezarından kalkıp "
Hayır, ben koymadım" diyebilecek sanki. Köşeye sıkışan hemen her Ergenekon sanığının başvurduğu iki izah var:
"Cem Ersever yapmış olabilir" veya "Hatırlamıyorum". Cem Ersever ve "nisyan-ı beşer" (insanoğlunun
unutkanlık zaafı) ne kadar iş görücü imiş meğer!
Ha bu arada, davanın avukatı olduğunu deklare etmiş olan Deniz Baykal'ın konu çerçevesinde yeni bir değerlendirmesine şahit olanlar olursa, lütfen "insaniyet namına" bendenizi de haberdar etsin.
CEMAL UŞŞAK - BUGÜN