Samanyoluhaber.com yazarı Aydoğan Vatandaş son yazısında; Seymour Hersh’in yazılarından Obama ile Erdoğan'ın görüşmesine, yolsuzluk operasyonun detaylarından Obama'nın Erdoğan'ı tebrik etmemesine kadar çok çarpıcı bilgileri değerlendirdi. Yolsuzluk soruşturması ile ilgili çok çarpıcı bilgiler veren Vatandaş, Babek Zencani’nin bağlantılarına ve Meclis'te okutulmayan 4 bakanla ilgili fezlekenin 283. sayfasında Reza Zarrab’la bir başka İranlı arasında yasal bir telefon konuşması kaydı bulunduğuna dikkat çekti.
Seymour Hersh ve Obama'nın kırmızı çizgileri!
Amerika’nın tartışmasız en başarılı araştırmacı gazetecisi Seymour Hersh’in geçen yıl Suriye’de gerçekleştirilen Sarin Gazı saldırısının arkasında Türkiye’nin bulunduğu iddiası, Amerika ana akım medyasında yankı bulmadı. Bulmadığı gibi Amerikan yönetimi de iddiayı yalanladı. Ancak böylesi bir iddianın ABD yönetimi tarafından yalanlanmış olması, söz konusu iddiaları hem Obama yönetimi, hem de Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkarmıyor!
Çünkü Hersh’in gazetecilik kariyeri bunun gibi birbirinden ilginç, önce yalanlanmış ancak daha sonra gerçek olduğu ortaya çıkmış haberlerle dolu.
Şu bir gerçek, zaman içinde Hersh, devlet içinde bazı gerçeklerin ortaya çıkmasını isteyen derin kaynakların güvendiği bir isim haline gelmiş.
Hersh bu iddiaları ilkin yine, London Review of Books’ta, 19 Aralık 2013’te yazmıştı. Türkiye kamuoyu 17 Aralık iddialarına kilitlendiği için bu iddiaları farketmedi.
Hersh o yazısında doğrudan Obama yönetimini hedef alarak Suriye’de gerçekleştirilen kimyasal saldırıyla ilgili istihbarat raporlarını yok saymak ve gerçekleri gizlemekle suçlamıştı.
Hersh’in bu yazılarını aslında ilkin ünlü New Yorker Dergisi’nde yayımlamak istediği biliniyor. Ancak Obama’nın gözdesi olarak bilinen bu yayın organı söz konusu yazıları yayımlamayı reddetti.
Hersh’in geçmişte ne tür işlere imza attığını öğrenmek isteyenlere, Robert Miraldi’nin ‘Scoop Artist’ adlı kitabını okumalarını öneririm.
Obama yönetimi Hersh’i yalanlıyor. Ancak Vietnam savaşı sırasında ABD’nin illegal silahlar kullandığı gerekçesiyle Lyndon Johnson yönetiminin de Hersh’i yalanladığı, iddiaların bir sure sonra doğru olduğunun ortaya çıktığı unutulmamalı.
Aynı şekilde Başkan Nixon da, My Lai katliamı haberi dolayısıyla Hersh’i yalanlamış ancak iddiaların bir süre sonra doğru olduğu tüm dünya gazetelerinde 1.sayfadan yayınlandığı unutulmamalı.
Şili’de Salvador Allende’nin devrilmesi ve öldürülmesi ile ilgili Amerika’nın dahli ile ilgili haberi dolayısıyla dönemin Dış İşleri Bakanı Henri Kissinger’in Hersh’i yalanladığı ancak iddiaların doğru çıktığı unutulmamalı.
1975’te CIA’nin Amerikan vatandaşlarının mektuplarını okuduğunu yazmış ve yine yalanlanmıştı. Ancak bu iddiaların da doğru olduğu Kongre araştırması sonucu doğru çıkmıştı.
Hersh ile ilgili söylenebilecek şey şu. Çok dikkatli bir gazeteci. Yaş tahtaya bastığı şu ana dek görülmemiş. Şu ana kadar yalan çıktığı kesin olarak belirlenmiş bir haberi yok. Çok derin haber kaynakları oluşturmayı başarmış ve onların kesin olarak güvenini kazanmış.
Sizin anlayacağınız, devletlerin, politikacıların tam bir baş belası.
Hersh’in Suriye’deki Sarin gazı saldırısını mercek altına alan son iki yazısını okuduğunuzda, aslında hedefin Türk Hükümetinden çok, Obama yönetimi olduğu anlaşılıyor. Hersh aslında, siyasi nedenlerle Esed’in gitmesini isteyen Obama’yı, Erdoğan yönetiminin 1500 kişinin ölmesiyle sonuçlanan sarin gazı saldırısını organize etmesine göz yummakla suçluyor.
Bu yüzden, Beyaz Saray’ın suçlamaları yalanlaması kendi içerisinde tutarlı.
Zira suçlamaların hedefi sadece Erdoğan Hükümeti değil aynı zamanda (ve de öncelikle) Obama yönetimi.
Nitekim, geçtiğimiz yılın Mayıs ayında Suriye konusunun merkezde olduğu ve Erdoğan’ın Obama’ya Suriye’de Esed rejiminin kimyasal silahlara sahip olduguna ilişkin kanıtları sunduğu Washington görüşmesinin gergin geçtiği ve Ankara’nın Suriye konusunda istediklerini alamadığı sır değil.
Hersh, üst düzey bir istihbarat yetkilisine dayandırarak, Hakan Fidan’ın söz konusu görüşmede 2 kez Suriye’de kullanılan kimyasal silahlarla ilgili konuşmaya çalışırken, Obama tarafından sözünün kesildiğini, buna mukabil Erdoğan’ın gergin bir şekilde, ‘Kırmızı çizginiz’ aşıldı dediğini aktarıyor.
Bu iddialar aslında, bu konuyu takip edenlerin üç aşağı beş yukarı duyduğu şeyler. Obama’nın söz konusu görüşmede uslubunu bozmadığı, ancak olayın ardından çeşitli ortamlarda Erdoğan’la ilgili çok sert şeyler söylediği Washinton kulislerinden Ankara’ya kadar uzanmış. Nitekim bu görüşmenin ardından Obama’nın aylarca Erdoğan ile görüşmediği, yapılan en son görüşmenin de, Obama’nın hukukun üstünlüğüne atıf yaptığı Şubat konuşması. Bu konuşmada Erdoğan, Gülen’le ilgili şikayette bulunduğunu da belirtmiş, ancak söz konusu iddia Beyaz Saray tarafından yalanlanmıştı.
Türkiye ile ABD’nin Suriye konusundaki görüş ayrılığı, ABD’nin Suriye konusunda Rusya’nın ‘Cenevre 2’ inisiyatifini önceliklemesiyle devam etti. Bu süreçte Türkiye, Suriye muhalefeti üzerindeki etkinliği üzerinden görüşmelere olumlu katkı vermeyerek görüşmeleri baltalamakla suçlandı.
Mayıs ayında Türkiye ile ABD arasında Suriye gerginliği yaşanırken, bir ay sonra Gezi olayları patlak verdi. Erdoğan ve kurmaylarının Gezi olaylarının arkasında Amerika’nın olduğunu ima eden açıklamalar yaptıkları da hala hafızalarda. Bu da aslında Erdoğan’ın Gezi olaylarının arkasında ABD’nin olabileceğini düşünmesine neden olabilecek kadar ABD yönetimini kızdıracak bazı gelişmeler yaşandığı iddialarını güçlendiriyor.
Hersh’in yazısının farkedilmeyen ancak kanımca en önemli tarafı Erdoğan’ın Mayıs görüşmesinden elinin boş dönmediğini belirttiği bölüm. Hersh bu bölümde, CIA kaynaklarına dayanarak, Obama’nın, Türkiye’nin İran’a yapılan yaptırımları bir süre daha delebilmesine müsade ettiğini, bu kapsamda İran’a sadece 2012 yılında 13 milyar dolar girdiğini ve bu meblağın yüzde 15’inin Türkiye, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde rüşvet olarak paylaşıldığını belirtiyor.
Gecenlerde, basına yansıyan ifadelerinde, İran’lı iş adamı Reza Zarrab'in patronu Babek Zencani’nin söz konusu faaliyeti yanlız başına yapmadığını, arkasında çok büyük bir organizasyonun olduğunu söylediği ortaya çıktı.
Zencani’nin Amerikan Hazine Bakanlığı’nın finansal istihbarat biriminin tespitleri sonucu ABD’nin kara listesine girdiği tarih ise tek ilginç.
4 Bakanın istifasıyla sonuçlanan 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının Mecliste okutulmayan Fezlekesinin 283.sayfasında Reza Zarrab’la bir başka İranlı arasında yasal bir telefon konuşması kaydı bulunuyor. (283. Sayfadaki bu telefon kaydı detayını ilk olarak Hürriyet yazarı Tolga Tanış farketmişti.)
Bu telefon konuşması, 10 Nisan 2013 tarihinde yapılmış ve kaydedilmiş.
Bir gün sonra ne olmuş peki?
Aşağıda verdiğim linki tıkladığınızda, Amerikan Hazine Bakanlığı’nın söz konusu telefon konuşmasından bir gün sonra Reza Zarrab’ın patronu Babek Zencani’yi İran’ın milyarlarca dolar kara parasını aklama iddiasıyla kara listeye aldığı görülüyor.
Yani, Hersh’in de yazdığı gibi, Mayıs ayında Obama-Erdoğan görüşmesinde İran’la geçekleştirilen söz konusu faaliyetin masaya yatırıldığı anlaşılıyor, bu da Amerikan istihbarat topluluğunun söz konusu telefon görüşmesinden kesin olarak haberdar olduğu anlamına geliyor. NSA üzerinden bir çok devlet başkanını dinlediği ortaya çıkan ABD'nin Türkiye'deki muhataplarını dinlememesi düşünülemez.
11 Nisan tarihinde Amerikan Hazine Bakanlığı’nın kara listeye aldığı Babek Zencani’nin Türkiye’deki ortakları, Türkiye’yi yöneten irade. Hersh’in kaynakları, Obama’nın bu konuya bir süre daha müsade ettiği-edeceğini belirtiyor.
Erdoğan yönetimin, 11 Nisan 2013’te Babek Zencani’nin ABD Hazine Bakanlığı’nın kara listesine girdiğini farketmemesi düşünülemez. Erdoğan, 2013 Mayıs ayında henüz ABD’ye gelmeden ‘ipe un serdi’ diyerek, Obama’nın Suriye’deki ‘kırmızı çizgilerini’ anımsatmaya başladığını ve hatta baskılamaya çalışması önemli bir detay. Zira, Türkiye’de Erdoğan aleyhinde en ağır iddiaların bile kolaylıkla savuşturulabilildiği bir kamuoyu ortamı var. ABD’de ise durum tam tersi, Obama Suriye’de bir müttefikinin kabul edilemez bir hatasına göz yumduğu iddiasıyla düşmanları tarafından rahatlıkla yıpratılabilir. Cumhuriyetçiler homurdanmaya başladılar bile.
Şimdi anladınız mı, Putin’in neden Erdoğan’ı ilk tebrik eden lider olduğunu ve Obama'nın Erdoğan’ı tebrik bile etmediğini.