1980
darbesinden bugüne kadar, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin (TSK) hangi koşullarda ve ne zaman siyasete müdahale edeceği konuşulur. Sadece
ülke içinde değil, uluslararası alanda da, hep aynı sorular sorulur: “TSK darbe yapar mı?”. Özellikle din unsurunu politikaya sokan ve türbanı ideolojik bir simgeye dönüştüren
Erbakan’ın Milli Görüş hareketi güçlendikçe, bu tartışmalar arttı. TSK’nın,
Kıbrıs veya
Kürt sorunu nedeniyle müdahale edebileceği düşünülmedi. Laiklik, tek darbe gerekçesi olarak görüldü. Oysa bugün,
laiklik konusunda dahi, bir darbenin imkansızlığı görülüyor. TSK’nın, tanklarını sokaklara çıkartıp
Meclis’i sarması, liderleri tutuklayıp sürgüne göndermesi, TV’lere el koyması,
sokağa çıkma yasağı ilan edip, ülkeyi bildirilerle yönetmesi düşünülemiyor dahi...
Peki ne oluyor?
TSK’nın, gece yarısına yakın saatte,
İnternet’teki sitesine koyduğu 27/4 açıklamasıyla bu ülkeyi böylesine sarsabilmesinin altında ne yatıyor?
Eğer, makineli
tüfek ve tanklarla darbe dönemi kapandıysa, TSK’nın
toplumun önemli bir kesimiyle ilişkilerinde ne değişti?
Bundan sonra TSK, Türk siyasi yaşamına -özellikle, laiklik konusunda-ağırlığını nasıl koyacak?
HER ŞEY 28 ŞUBAT’TAN SONRA DEĞİŞTİ
Geçenlerde hatırlattı...
Türk Silahlı Kuvvetleri konusunda kitaplar yazmış olan Prof. Dr. Hikmet
Özdemir ile 2001 yılında (12
Mart Muhtırası’nın 30. yıldönümünde)
CNN Türk’teki MANŞET programında bir söyleşi yapmıştım. TSK’daki değişime dikkat çekmiş, 12
Eylül sonrasında darbe –açık müdahale- döneminin kapandığını, bambaşka bir yaklaşımın benimsendiğini söylemiş, 28
Şubat Muhtırası’yla, yeni döneme girildiğini göstermişti.
Özdemir,
Genelkurmay’ın 27/4 açıklamasını da şöyle niteliyor:
“...TSK,
Anayasa ve
Cumhuriyet’in temel ilkelerini koruma rolünü artık mütevazi bir basın açıklamasıyla dahi gerçekleştirebiliyor. Öylesine bir saygınlığı ve etkinliği var ki, dost-düşman herkes tutumunu g
özden geçirmek zorunda kalıyor. Bu yeni rol Kemalist gelenekle izah edilebilir. Darbecilik ise, Kemalist gelenek değil, İttihatçı gelenektir. Her kişi ve kurum nasıl değişim geçiriyor ise, TSK liderliği ve kurumun kendisi de ciddi bir değişim geçiriyor. Buna bir nevi, ombudsmanlık veya kamu denetçiliği denilebilir”.
Özdemir’in bu gözlemi son derece doğru.
Genelkurmay’da, artık tanklı tüfekli darbeler döneminin kapandığını, topluma zorla bazı şeyler yaptırmanın imkansızlığını gören bir
ekip var.
Özdemir’i doğrulayan bir diğer örnek –her ne kadar yalanlanmış olsa dahi- kamuoyunda “olabilirlik” açısından kabul gören, eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı
emekli Oramiral
Özden Örnek’in anılarında sözü edilen 2003-2005 dönemindeki darbe hazırlığı gösterilebilir.
Dönemin bazı kuvvet komutanlarının fiili darbe yapmaya kalkmaları, ancak başta
Genelkurmay Başkanı Özkök olmak üzere, gereken desteği bulamamaları, TSK’nın direkt müdahaleden uzaklaştığının bir simgesi sayılabilir.
Artık 28 Şubat (1977) gibi basın brifingleri, kamuoyunu ve bürokrasiyi hazırlayıcı toplantılar da yok.
Başka bir yaklaşım var.
Eski ile yeni arasındaki en önemli fark, laik kesim ile TSK arasındaki iletişimin, eksiye oranla çok daha sıkılaşması oldu.
CHP bu yelpazenin siyasi kanadını oluşturuyor. YÖK üniversiteleri denetiminde tutuyor. Adalet bürokrasisi, savcı ve yargıçlarıyla, pratik önlemleri sürdürüyor. Laik
sivil toplum örgütleri kitleleri hareketlendiriyor. Laik medya da iletişimi sağlıyor.
TSK, kimi zaman
orkestra şefi gibi oluyor, kimi zaman bu kesimden gelen talep ve baskılara
yanıt veriyor.
27/4 Açıklaması bu yönden incelenir, öncesi ve sonrasındaki gelişmeler değerlendirilirse, TSK’nın nasıl bir değişim içinde olduğu daha net görülebilir.
* *
BATI DAHİ FARKLI BAKMAYA BAŞLADI...
Batı dünyasının TSK’ya bakışı da farklılaşmaya başladı.
Eskiden,
Türk askeri en kolaylıkla eleştirilen, faşistlikle suçlanan bir kurumdu. Demokrasiyi yok eden bir unsur olarak görülürdü.
11 Eylül (9/11) olayından bu yana yaşanan gelişmeler, TSK’ya bakışları da değiştiriyor.
Irak’taki durum,
İran’ın nükleerleşmesi, genel olarak siyasi
İslam’ın yaygınlaşması ve böyle bir uluslararası ortamda,
AK Parti’nin giderek büyümesi,
batının TSK konusunda çifte dil kullanmasına yol açtı.
Son örneğini 27/4 açıklamasının ardından görmedik mi?
Washington “taraf tutmayız” derken,
Avrupa Birliği’ne üye ülkeler başkentlerinden tek ses çıkmadı. Sadece
AB Komisyonu, açıklamaya ters tepki verdi. O da, bunun
Kopenhag Kriterleri’ne aykırı olduğunu söylemekle yetindi. Daha ileri gitmedi. 27/4 olayı bir açıklama ile sınırlı kalırsa, AB’den fazla ses çıkmayacağı izlemini doğdu.
Sanki AK Parti’nin önümüzdeki seçimlerde alacağı oy izlenecek ve buna göre bir tutum saptanacakmış gibi bir hava var. Eğer AKP büyük bir çoğunlukla gelir, her istediğini yaptırma inadına girerse, Batı’nın TSK’yı daha fazla güvence olarak göreceği anlaşılıyor. Tüm işaretler bu yönde... Tabii ne yazık ki, bu durum en çok
Türkiye-AB ilişkilerini zedeleyecek.
İşte sizlere gördüğüm kadarıyla bir durum tespiti...
M.Ali
Birand/Posta