Gelecek 5 yılı çok sancılı gören
Sisi, Erdoğan’ı alkışlarken “AKP’yi
kapatmak vatan hainliğidir.” diyor.
Röportaj talep etmek için
telefon açtığımızda “Son
Ergenekoncu olarak içeri mi aldıracaksınız beni.” diyerek söze başladı. 2007’de başlayan ve bu yıl da devam eden süreci, ‘
motorun yenilenmesi’ demek olan ‘rektifiye’ ile tanımlıyor. Bu süreç, aşınan ve bozulan motorun
tamir edilme çalışmaları ona göre. Kendisi 28
Şubat’ın kahramanlarından.
Seyhan Soylu, nam-ı diğer Sisi, yaşadığımız yeni süreçle ilgili mesajını da şu satırlarda gizlediğini söylüyor: “
Gönül ister ki atılan sekmanlarla motor kurtulsun!”
Şoför değişse bile aracın değişmeyeceği yorumunu yapan Sisi, çok zorlu geçeceğini söylediği önümüzdeki 5 yılın ardından
Türkiye’nin tam yol ileri gideceğini dile getiriyor.
AK Parti’ye açılan
kapatma davasını ‘vatan hainliğine benzetiyor, Türkiye’nin yarınları için
Tayyip Erdoğan’ın
laiklik ve
demokrasi savaşında yalnız kaldığını söylüyor. Türkiye’nin
Avrupa’nın gelecek tohumları olduğu görüşü de ona ait.
Ya
derin devlet? Sisi, bu konuda literatüre girecek yeni bir izah getiriyor: “Derin devlet deyince toprağın altındaki osmiyum ve bor yatakları gelir aklıma. Bir de onları pazarlayanlara bunun hesabını soracak insanlar.” Osmiyuma dair
küçük bir not. Oksit bileşeni zehirli bir maden olan osmiyumun en düşük dozu bile akciğerde, deri ve gözde ciddi hasarlara yol açabiliyor. Atom numarası 76 olan bu madde 5027 santigrat derecede kaynıyor ve 3050 santigrat derecede eriyor. Yani madenler içerisinde en dayanıklısı!
Soylu 1973 doğumlu.
Güneş ve Günaydın dâhil birkaç gazetede yazılar yazdı.
Nuriye Akman’a verdiği
röportajda Jandarma
İstihbarat Teşkilatı’nın (
JİTEM) olduğunu iddia ettiği
Strateji Dergisi’ni çıkardı.
Polis Akademisi’nden uzaklaştırılan Soylu’nun, kendisiyle aynı ismi taşıyan
Ferit Şahenk’in halası ile bir alakası yok. Babası 7; öğretmenlikten ayrılma, oryantal olan annesi Emine Hanım tarafı da 2 göbek İstanbullu. Aile onun öncesinde
Trakyalı. Daha öncesinde ise göçmen; annesinin annesi
Bulgaristan Şumnu, babasının annesi
Arnavutluk Priştineli.
DÂHİLİKLE DELİLİK ARASINDA
Çok zeki olduğu söyleniyor. Siz ne sorarsanız sorun kendi onun istediği cevapları vermesiyle ünlü. Röportaj esnasında çok fazla telefon geldiği için sık sık konudan konuya geçiş yaptığımız da oldu… Eski MHP’li olarak bilinmesine rağmen hiçbir zaman partiye üye olmamış, şimdi DSP’li ama buraya da üye değil. Yerel seçimlerde Trakya’da bir ilçeden
aday olmaya hazırlanıyor. Soylu, ‘Zihni
Sinir’ gibi sürekli projeler geliştiriyor ve onları notere tasdik ettiriyor. 200’ün üzerinde projesi var. “Dâhilik ile delilik arasında ufak çizgiler var” diyerek durumunu açıklıyor. Türkiye’den 48,
yabancı uyruklu olarak ise
Nato’dan Raşid Taha ve Ruslana’ya kadar 17 sanatçının menajerliğini yapıyor.
Kazakistan kökenli Nato’nun annesinin
Kayseri kökenli olduğunu ortaya atıp Türk basınına ‘yutturan’ da o. “Ben yaptım onu. Parayı ver bana, Adanalı yapayım.” diyor mesela.
Organizasyon ve ambalajlama konusunda başarılı olduğu muhakkak.
-Şu anda Türkiye’de kopan kıyametin temelinde ne yatıyor sizce?
Yine çıkar amaçlı tröstlerin kendi çıkarları doğrultusunda, menfaat rüzgârının onları sarmasından kaynaklanıyor. Başka hiçbir şeyden değil.
-28 Şubat süreci gibi mi?
28 Şubat, tröstlerin menfaat savaşı mıydı? Arka planını düşünürsek öyle de denebilir.
-Bankaların içinin boşaltılması ile 50 milyar doların buharlaşması söz konusu oldu.
Hayır, 28 Şubat deyince içinde kendimin de olduğunu düşünüyorum. Soruların oraya geleceğini bildiğim için…
-Daha önce Nuriye Akman’a verdiğiniz röportajda “Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nın (JİTEM) yayınlarında genel koordinatörlük yaptım” dediniz. 28 Şubat sürecinde neden sizi aralarına aldılar?
Bizi kimse arasına almadı ki. Bakın şu an para ver bana…
-Para ile mi?
Hayır, hayır! Başka bir şey söylüyorum. Şu an para ver, istediğiniz her organizasyonu yaparım. Ben organizatörüm.
-Ama o zaman bu işi yapmıyordunuz.
Hayır. Başka bir şey söylüyorum. Ben ne iş yaparsam en iyisini yaparım.
-Strateji Dergisi’ni çıkarıyordunuz.
O şöyle oldu. E TV’de genel koordinatördüm. O tarihte Türkiye Gıda
Sanayii’nin sahibi Turgut Büyükdağ telefon açıp, “Sisi hanım biz bir grup kuracağız. Bizden ne istersiniz bunun için.” dedi. Ben de “Beyefendi canlı varsa yaparız.” dedim. Yani parası varsa hiçbir şey sorun değil.
-“Canlı varsa oluyor” diyorsunuz. O zaman o dönemde canlı ile bu işin içinde yer aldığınız kanaati hâsıl oluyor.
Böyle düşünürseniz fiyatınızı söyleyin derim. Sen canlıyı aldın, şöyle yap diyorsun. Ben fazla zeki değilim. O zaman şunu söylüyorum sana. Canlı var mı dedim. Benim konuşma tarzım o. Ha eğitimimle ilgili sorarsanız
radyo televizyon mezunuyum.
Polis Akademisi’nde Türkiye birinciliğim var. Şimdi şunu söylemek istiyorum. Canlı var mı dedim, siz de bu organizasyonu para için mi yaptınız diyorsunuz. Evet, ben devletimi sattım. Olur mu böyle bir şey? Adam bana organizasyon yaptırıyor.
-Neyin organizasyonunu?
Medya kuruyordu. Kurduğu bu medya için
transferler yapmamı istedi.
-Büyükdağ’ı tanıyor muydunuz daha önce?
O beyefendiyi hiç tanımam. Zannediyorum Çırağan’da mıydı bir araya gelip konuştuk. Turgut Bey’in siyasi
danışmanları da vardı yanında. Ünlü tiplerdi. İsimleri bende saklı kalsın. Dediler ki bize böyle böyle bir sosyete, bir de
Nokta gibi, işte
Aksiyon gibi diyelim ayıp olmasın, birer
dergi lazım. Bunları bana koordine eder misiniz? Ben hemen Ayşe
Önal’ı Strateji Dergisi’nin başına getirdim, Güler Kazmacı’yı da danışman aldım. Ümit Oğuztan’ı da magazinlerden birine aldım. Ferda Kıvılcım’ı Alem dergisinden
istifa ettirdim. Alem dergisinin başında idi. Ramiz Dağlı, işte Alev Çukurkabaklı, böyle bir
ekip kurdum, hatırlayamıyorum şimdi hepsini. Ünlü insanları transfer ettik. Üç dergi açılacak.
ÜMİT OĞUZTAN ORTALIĞI KARIŞTIRDI
-Oğuztan’ı nereden tanıyordunuz?
Ümit Oğuztan’ı işe ben aldım. 1991’de Kraliçe Sisi (Müstehcen olduğu için
mahkeme kararı ile
yasaklandı) diye bir kitap yazdı bana. Ben adama hayatımı anlattım. O tarihte bir tane
araba alınacaktı bana. Dedi ki size bir kitap yapayım.
-Siz de araba istediniz.
Evet, ben de araba istedim. Ben hep bir şey isterim. İstediğim her şeyi de alırım. Ama benim onun söylediklerini yaşamaya yaşım müsait değil. Kendi hayalindeki seks fantezilerini yazmış.
-Kitabı beğenmediyseniz niye bir daha işe aldınız onu?
Ben onu mevcut kariyeri için almadım. Elinde böyle çok ses getiren farklı kitaplar vardı. Sansasyonel yazarlarla anlaşalım dedik. Bize hem magazin boyutunda insanlar yazsın hem de onların kitaplarını çıkaralım. Öyle diye işe alındı eğer bunu soruyorsanız. Oraya geldi gene ortalığı karıştırdı.
-Nuriye Akman’a 28 Şubat’ın kahramanı olduğunuza dair açıklamayı yaptıktan sonra hiç yalanlama olmadı değil mi?
Genelkurmaydan mı? Yalan söylemedim ki. Bugün de yalan söylemiyorum, niye yalan söyleyeyim? İşte dergi çıkarken daha sonra o esnada bir istihbarat geldi.
-Tarikatlarla ilgili mi?
Ben severim böyle tarikatlara gidip gezmeyi. Kiliseye de gidip kendi duamı edebilirim. O açıdan Draman civarında tarikatlara giderim ben.
-Bu olaydan önce gidiyordunuz yani.
Tabii tabii. Ben normal tarikatlara giderken bir anda
Ali Kalkancı,
Müslüm Gündüz, bu tarz üç beş tane daha yerle ilgili bilgiler gelmeye başladı bana. İlgimi çekti. Dinin istismar edildiğini…
-Açık sorayım, o bilgi nereden geldi size?
Arkadaşlarımdan diyorum.
-Sonraki süreçte…
Ben de gittim.
-Kaç defa gittiniz mesela?
Gerekli olacak bilgileri toplayana kadar. Aptalım ama o kadar da değil!
-Orada izlenim edindiniz, bilgiler aldınız. Sonra bunları TV’lere çıkarmaya başladınız.
Hepsini ben yolladım. İşte
Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Emire Kalkancı o süreçten takip edilerek ekrana çıkmak istediler, uyandırmak istediler. Ama 28 Şubat,
Sincan olayları vs. ile pekişti. Elma ile armudu karıştırıyorlar. Yani Müslüm Gündüz, gibi Ali Kalkancı gibilerin devletin rejimine zarar vereceği herhangi bir konu yoktu. Onlar dine zarar veriyorlardı.
ONLAR KULLANILMADI, SİZ ÖYLE ALGILIYORSUNUZ
-Nuriye Akman’a verdiğiniz röportajdan anlaşıldığına göre onlar o süreçte kullanıldı.
Yok. Hayır, siz öyle algılıyorsunuz. Bugün de bir haber programı yapsam, gidip de tarikatçıları bilmem neyi haber yapmaya değmez. Her hafta iki tanesi yakalanıyor. İtibar edilmiyor artık. İnsanlar doğru yolu gitgide görmeye başladı. Ben şunu söyleyeyim size. Lütfen mertçe yazın. O zaman tarikat haberleri ilgi görüyordu, bugün iki tane büyücü, bir tane tarikatçı hıyarın ekrana çıkması daha küçük yer alabiliyor. O tarihte biz bu dosyaları hazırlarken şu anda düşünüyorum ki, bak bu bile olabilir, tröstlerin, mevcut hükümetle hesaplaşmasının kurbanı da olunmuş olunabilir; eğer bunu istiyorsanız söylememi.
-Sizin düşüncenizi soruyorum.
Eğer yönlendirmek istiyorsan bunu da diyebiliyorum ben. Ama bu
derin devletin, bakın ben başka bir şey söylüyorum. Ben hayatımda suyun altından bile gitmem. Derine fazla gitmem. Anladınız mı? Eğer ki derin devlet olarak bir şeyi adlandırıyorsanız…
-Siz nasıl adlandırıyorsunuz?
Devletin derini olmaz.
Maden yatakları gibidir. Neyi ne zaman satacağınızı, neyi yapacağınızı bilmeniz lazım. Derin devlet deyince toprağın altındaki osmiyum gelir aklıma. Bir de bor yatakları gelir. Bir de onları pazarlayan insanlara bunun hesabını soracak insanlar gelir.
BUGÜN DE AYNI MEDYA…
-Süleyman Demirel gibi konuştunuz.
Allah makamımızı benzetsin, kişiliğimizi değil. (Gülüyor) Biz o zaman öyle bir yapılanma içerisinde bu
operasyon olarak adlandırılan olayı ortaya çıkardık. Fakat bir kısım medya olarak adlandırılanlar olayı farklı empoze etti. Bugün de aynı o medyanın 106 milyon dolar, toplam 300 küsur milyon dolar borcunu ertelemek için farklı oyunlar içerisinde olabileceğini ben görebiliyorum, vâkıf olabiliyorum.
-Biraz açabilir miyiz bunu?
Yanlış olur. Siz benim ne demek istediğimi gayet iyi algıladınız.
-Ben anlamıyorum.
Okurlarınız anlar o zaman. (Gülüyor) Bütün
sermaye kuruluşlarının yok ettiği o bin kişilik hanedanın parçalarına 40 milyar dolar verildi. 300 milyon doları da bugün için diyorum. O tarihte tamamen tröstleşmiş bir halde değildi. Tröstleşme yolunda ilerleyen bir medya grubu idi. Kimi kastettiğimi bilmiyorum ben. Bilmeden konuşuyorum!
-1997-2008. Hadiseleri gözünüzün önüne getirdiğinizde 2007-2008’de neler yaşandı, yaşanıyor?
28 Şubat’taki balans ayarı 11 yıl sonra, bugün rektifiye olarak adını değiştirdi. Gönül ister ki atılan sekmanlarla motor kurtulsun!
BU AMAÇ İÇİN HER ŞEY KULLANILACAK
-Motorun kurtulmama ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
İşte laf burada gizli. Şoför değişse bile
araç değişmeyecek. Amaca giden tüm yollarda her şey araç olacak. O açıdan balans ayarı bitmiştir bu ülkede. 5 yılda yapılacak rektifiyelerden sonra tam yol ileri gidecek Türkiye.
-Önümüzdeki 5 yıl…
Bu 5 yılda son rektifiyelere ihtiyacımız var. Balans ayarları bitti, motor yalpalıyor. Rektifiyelerden sonra yepyeni günler başlıyor; Türkiye için son sıkıntılı 5 yıl. Ne askerî
darbe ne post
modern darbe ne de yargının vereceği ağır
yaptırım cezaları. Türkiye bir
demokratikleşme sürecinde, yargı da bunun denetimcisidir.
-Seyhan Hanım şu soruyu sormasam okur bana kızar. Neden 5 yıl dediniz?
Bakın 28 Şubat’la ilgili devletin genelkurmay ikinci başkanı (
Çevik Bir’i kastediyor) olan bir şahıs dahi o şekilde hitap ediyorsa benden daha fazlası beklenmez ki. Ben kimim ki! Sıradan bir vatandaşım. Onlar nutuklarında balans, süspanse dedi, biz de rektifiyeyi getirdik.
-Neden 5 yıl dediniz de 4 veya 6 yıl demediniz? Ne var 5 yıl sonra?
5 yıl, çünkü darbeden postmodern darbeye lütfen bakar mısınız, 20 yıl.
-1980-1997, 17 yıl…
Aşağı yukarı bir 15-20 yıl arası süreç. Bu çok önemli. Bu süreç 20 yılı tamamlayacaktı. Postmodern darbeye dönüştü, darbe. Askeriyenin esnek olduğu yerde yargı da esneyecek ve doğru bulunacak.
-Onun için 5 yıl var, öyle mi?
Elbette. Bu geçiş süreci içerisinde yargının da devletin bölünmez bütünlüğüne zarar verebilecek kişilerin toparlanıp ifadelerinin alınması ile -bu başbakan da olsa
cumhurbaşkanı da olsa- adına Ergenekon dediğimiz kişiler de olsa, yargı en doğru kararı verir. Gelecek 50 yılda Avrupa’nın sibobu Türkiye olacak. Avrupa’nın en önemli üreticisi hâline gelecek. Hiç
şaka yapmıyorum. Bu açıdan Avrupa’nın bize ihtiyacı var. Biz Türkler Avrupa’nın hem namus koruyucularıyız hem de gelecek tohumlarıyız. Türkiye inanılmaz çok önemli bir süreci atlattı. Demokratikleşme adına çok iyi bir dönemden geçiyor. Yani Türkiye’yi kötü günler değil çok iyi günlerin beklediğini düşünüyorum. Tayyip Erdoğan da artık vizyon değiştirdi.
-Ama kapatma davası ile karşı karşıya...
Ben AK Parti’nin kapatılmasına en çok karşı çıkan insanım. Bugün AK Parti’nin kapatılması demek demokrasi sürecinin ağırlaşması demek. Bence kişilerin siyasi ceza görmesi lazım, eğer yasak konacaksa. Partilerin böyle kapatılması gericilik.
-Kimin işine yarayacak kapatılması?
3-5 tane cebini dolduracak ruhları çulsuz olup paraları çok olan vatan hainlerinin işine yarayacak. AKP’yi bugün kapatmak vatan hainliğidir. Demokrasiye
ihanet ediyorlar. Erdoğan’a yasak
koyun. Erdoğan da desin ki ben bağımsız olarak başbakanlık yapacağım. O da bir süreçtir. Türkiye onu da görebilir.
-Peki hak ediyor mu yasak konmayı?
Erdoğan’ın yasaklanması için somut olarak ispatlar lazım. Biz 70 milyon bir tarafta olsak o 1 de olsa biz hepimiz biriz. Biz
toplumu bütünleştirdiğimiz zaman toplum olur. O toplum olunca devlet olur. Anladınız mı?
VELİ KÜÇÜK İLE ‘TANIŞIYOR’
-Şimdi irtibatınız var mı o çevrelerle, o dergi çevresiyle?
Son Ergenekoncu olarak mı düşünüyorsunuz beni?
-Sizi ilk aradığımda telefonu açar açmaz böyle dediniz bana. Neden?
Bir sürü gazeteci aradı
Hürriyet,
Sabah,
Milliyet’ten. Ben dedim ki 784 bin kilometrekare toprağımızın bölünmez misak-ı milliye çerçevesinde v
e devletin bölünmez bütünlüğüne inanan bir insanı kim alabilir efendim.
İlhan Selçuk’un alınmasına çok ayıp ettiler ve hemen adlandırıyorlar. Millicilik ve vatanseverlik adı altında insanların düşüncelerini kimse
tasfiye edemez. Ha o grubun içerisinde
elma ile armutlar var.
Veli Küçük Paşa…
-Tanışıyor musunuz kendisi ile?
Veli Küçük Paşa, aklınıza kim gelirse, sokaktaki bir
tinerci de gitse kapısının açık olduğu, kapısını çaldığında kontak kurabileceği özel bir insan.
-Buradan tanıştığınızı anlıyorum.
Ben cevabı verdim zaten. Olay şeye benziyor. Her iki tarafın da kapatılma sürecine dönüştürüldü. İki bakkalı kapayalım yeni bir market açalım… Türkiye yarınlar için en önemli savaşı, laiklik ve demokratikleşme savaşını veriyor. Ve ne yazık ki bu savaşı Tayyip Erdoğan veriyor. Ben AKP’li değilim. Ama vatanseverim. Bu savaşı kim verirse onun yanında olmak isterim. Ne yazık ki, şu avuçlarımla Erdoğan’ın yaptıklarını alkışlıyorum. Hem de oturarak değil, ayakta.
-CHP için ne düşünüyorsunuz?
(Deniz)
Baykal o koltukta oturduğu sürece
Atatürk’ün yerinde rahat yattığını düşünmüyorum.
-Turgut Büyükdağ ne yapıyor şu anda?
Üç senedir filan görmüyorum. Refahyol (RP-DYP)
koalisyon hükümeti yıkıldı, adam kaçtı. Herkes bir tarafa dağıldı, affedersiniz ben ortada kaldım. Biliyorsunuz
Hizbullah’ın
ölüm listesine girdim sonra.
PKK…
-Tehdit alıyorsunuz.
Ee çok umurumda değil.
Kahramanlar çok uzun yaşamaz, biliyor musunuz? Kahraman deyince bir nefes alış kadar yaşamalı. Belki çok bile yaşamış olabilirim.
-Ali Kalkancı ne yapıyor şu anda?
Gene kurmuş tarikat, 3-5 bin müridi varmış.
İnternet aracılığı ile mürit topluyor. Sanal tarikat. Bu sefer siz çıkarın da hiç olmazsa Ergenekon yaptı demesinler.
DÜŞÜNCELERİM VE HAYATIM DEĞİŞTİ
-Bu ne zamanın bilgisi?
1,5 yıl önce. Anlatmayın bile dedim. O kadar pis bir şey, ya ben gene bulaşıyorum. Ben yapınca Ergenekoncu olacağım.
-28 Şubat’la alakalı o röportajdan sonra bir yere oturtuldunuz. Bundan ötürü bir rahatsızlık oldu mu sizde veya çevrenizde?
İnsanlar korktu biliyor musun? “Aman” dedi, “sen istihbaratçı mısın, bilmem ne misin?” Ben kaşeleri sevmiyorum.
AKSİYON