Bank Asya'ya yönelik yapılan karalamayla ilgili çarpıcı tespit

Bank Asya'ya yönelik karalama ve linç kampanyası her gün farklı boyutlara ulaşıyor. Türkiye teşebbüs hürriyetine ihlali hayretle izliyor. Gayri hukuki uygulamalara dikkat çeken hesap uzmanı Yusuf keleş, 28 Şubat döneminde kamuda karşılaştığı durumu anlattı, 'ilk önce hukuksuzluğa ortak olan memurlar yargılanır' dedi.

Bank Asya'ya yönelik yapılan karalamayla ilgili çarpıcı tespit

İşte Zaman Gazetesi'nde yer alan ve  Yusuf Keleş ile yapılan o röportaj:


'SUÇÜSTÜ YAKALANMA PSİKOLOJİSİ'

Maliye’den belediyelere, SGK’dan sermaye piyasasına kadar tüm birimler organize bir şekilde iş dünyasına baskı uyguluyor. Bu hareketi nasıl yorumluyorsunuz?

Devletin ekonomiyi ve kayıt dışını kontrol altında tutmak için kurduğu önemli birimlerin bu derece keyfî kullanılması tarihte görülmemiş bir hareket. Devlet aygıtının kendisine muhalif kişi ve görüşlere karşı refleks tepkilere geçmesi bir derece anlaşılabilir. Fakat bugünkü durumda devletten çok, icraatı yanlış bulunduğu, büyük yolsuzluklar yaptığı için eleştirilen bir siyasi partinin refleksini görüyoruz. Çünkü üzerine acımasızca gidilen kişi ve kurumların devlete ve millete bağlılığı çok daha üst seviyede. Üstelik bu yolsuzluklar savcılık dosyalarında cürm-ü meşhut derecede ispatlanmış durumda. Partinin imajını bozan bu kişileri tasfiye etme yerine, yolsuzlukları dile getiren kitleyi düşman görüp taarruza geçmesi siyasi gelenekler bakımından mantıksız. Ben aralık ayından beri adliye, emniyet, maliye ve diğer birimlerde yapılan faaliyetlerde suçüstü yakalanma psikolojisini görüyorum.

'28 ŞUBAT DÖNEMİNDE BU PLAN SINIRLI İŞLEDİ'

Uzun yıllar Maliye’de çalışıp incelemeler yapmış biri olarak, Cumhuriyet tarihinde siyasi bir hareketin, kendisine muhalif olduğunu düşündüğü kişi ve gruplara böylesi bir ‘cadı avı’ yaptığını hatırlıyor musunuz?

Tarihimizde devlet erkini idare edenlerin bu alanda bazı hamlelerde bulunduğu olmuştur. Ancak hiçbir zaman bu derece geniş muhafazakâr bir kitle böylesine kapsamlı ve acımasız bir şekilde saldırılara maruz kalmamıştır. 28 Şubat döneminde kamuda çalışan bir inceleme elemanıydım. O dönem askerlerin devletin üst düzey birimlerine verdiği brifingleri hatırlıyorum. Bu brifingler doğrultusunda yeşil sermaye olarak adlandırılan kesim üzerine gidilmeye çalışıldı ancak bürokratların duruşu sayesinde bu plan sınırlı olarak işledi. Buna rağmen o incelemeler ekonomide kırılganlığı artırmış ve 2001-2002 krizlerinin yaşanmasına sebep olmuştu. AKP zamanında devlet gücünün muhalifler üzerinde kullanılması ise çok daha yaygın oldu. Başbakan’ın aleyhinde konuşma hatta onun çizgisinde durmama ile incelemeye alınma ve işinden kovulma arasında çok sağlam bir sebep-sonuç ilişkisi kurulmuş durumda. İşsiz kalan gazeteciler, bilim adamları, incelenen Aydın Doğan, Koç, TÜSİAD ve TUSKON üyesi firmalar bunun en bariz örnekleri. Anlaşılan 2001’den hiç ders almamışız.



Bu yaklaşımın 1940’lardaki ‘varlık vergisi’ ile bir benzerliği var mı?   

Kesinlikle var. Aynı devletçi uygulamayı 1942’de, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde kara bir leke olan, varlık vergisi uygulamasında da görüyoruz. Normalde eşitlik ilkesine uygun olarak herkesten alınan vergi, o dönemde insanların inanç ve etnik kimliklerine göre alınmış. Ermeniler yüzde 232, Yahudiler yüzde 179, Rumlar yüzde 156 oranında vergilemeye tabi olurken, Müslümanlardan yüzde 5 oranında vergi alınmış. Günümüzde de belirli bir kesim üzerine adaletsizce, partizanca gidiliyor. İnsanlar hizaya alınmak için ekonomik yıkımla tehdit ediliyor. Üstelik bu icraat, 1930’lu yılların CHP’sini eleştiren bir parti tarafından, uzun yıllar kendisine oy veren bir kitleye karşı yapılıyor.

'İLK ÖNCE HUKUKSUZLUĞA ORTAK OLAN MEMURLAR YARGILANIR'

İncelenmesi istenen firmaların bir kısmı faaliyet bile göstermiyor. Bundan incelenecek firmaların ortaklarından hareketle belirlendiğini anlıyoruz. İncelemelerin objektif kriterlere göre yapılması gerekmiyor mu?

Elbette. Vergi Denetim Kurulu (VDK) da bu işleri yapacak müfettişlere işleri bir an önce bitirmeleri için sürekli baskı yapıldığını duydum. Maliye, önceki aylarda uzun süredir hazırlanmaya çalışılan listelerde yer alan firmaları incelemeye aldı. Bu firmaların en önemli özelliği, hükümetle ters düşen cemaatlere ait veya yakın olmaları. İki-üç yıldır herhangi bir alışı-satışı olmayan firmalar, sırf ortaklarının cemaate yakınlığı sebebiyle incelemeye sevk edilmiş durumda. Acil işlerini bırakıp bu incelemeleri yapmaları istenen müfettişlerin mesaisi de böyle verimsiz işlerle doldurulmuş oluyor. Fakat şu unutulmamalı ki, ilk önce hukuksuzluğa ortak olan memurlar yargılanır.


Sınırlı sayıdaki vergi müfettişleri bu tür siyasi ve taraflı işlerle meşgul ediliyor…

Maliye ve Gelir İdaresi’nin birinci önceliği kayıt dışı çalışan mükellefleri kayıt altına almak olmalı. Ancak bu işlemleri yapmak yerine bir şirketin geriye yönelik beş yılının tekrar tekrar incelendiğini, hatta henüz kayıtları yapılmamış 2014 yılının dahi incelendiğini görüyoruz. Aynı işlemleri yapan yandaş müteahhit ve gazetelerin ise hiçbir şekilde incelenmediği ortaya çıkıyor. Ne hikmetse bilgisayarlara yaptırıldığı söylenen risk analiz çalışmalarında yandaş mükellefler riskli olarak öne çıkmıyor. Zaten VDK’da illerdeki gruplarda muhtemel bir olumsuzluk olur ve yandaş mükellefler incelemeye alınır korkusuyla, tüm incelemelerin Ankara merkezden onaylanması sistemine geçildi. Bu merkezileşme merakı yüzünden iade bekleyen mükelleflerin de incelemelerine başlanamıyor.

Tüm bunların evrensel hukuk ilkelerine aykırı olduğu ortada. Bu durum yabancı yatırımcıların ürkütülmesi ve yerli yatırımcıların ülkeyi terk etmesine neden olmaz mı?

Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlamalıdır. Bunun birinci gereği de ‘belirlilik’ ilkesidir. Yani vergi inceleme kriterleri, dönemleri ve yöntemlerinin net olması ve kanunlarla düzenlenmesi gerekir. Hukuki güvenliğin ikinci gereği; hukuki istikrar, son gereği ise öngörülebilirlik ilkesidir. Eğer bu şartların sağlanamayacağı öngörülüyorsa yerli veya yabancı müteşebbis tabii olarak yatırım yapıp yapmamakta tereddüt yaşar.

ŞİRKETLERDEN BİLGİLERİN NEDEN İSTENDİĞİ SORULMALI

Şirket yetkililerinin gerek inceleme sürecinde, gerekse sonrasında nelere dikkat etmesini tavsiye edersiniz?

Mükellefler kesin surette profesyonel destek almalı. Şirket sahipleri hatta bazı muhasebe departmanı sorumluları inceleme sürecini bilmedikleri için iletişim hataları yapabiliyor. Müfettişin inceleme konusu için istediği bilgiler kanunların belirlediği yasal süreler içinde verilmeli. İnceleme konusu dışındaki bilgilerin neden istendiği sorgulanmalı. Ayrıca her aşamada müfettişle yazılı olarak iletişim kurmaya gayret edilmeli. Yani müfettişin taleplerini yazılı olarak vermesi sağlanmalı, verilen cevaplar da yazı ekinde verilmeli. Vergi kanunları mükelleflere önemli haklar tanıyor. Süreci germeden bu hakların kullanılmasını tavsiye ederim.

Peki, bu incelemeleri yapacak elemanların yaklaşımı nasıl olmalı?

Öncelikle şahsi ve mesleki onurlarını korumalarını tavsiye ederim. Maliye, SPK, BDDK ve DPT gibi teknik kurumlar her zaman bağımsız çalışmayı ve objektif davranmayı başarmak zorundadır. Gerek siyasi iradeyi temsil eden bakanın gerekse üst düzey yöneticilerin bir süre sonra değişeceğini ama müfettişlerin yazdığı hatalı ve taraflı raporların kalıcı olacağı ve imzalarının bulunacağı unutulmamalı.

Zaman


 
<< Önceki Haber Bank Asya'ya yönelik yapılan karalamayla ilgili çarpıcı... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER