Başbakan Erdoğan’ın son açıklamaları bazıları için şaşırtıcı olduğu kadar,
Türkiye’nin diplomatik angajmanlarını sarsacak sertliktedir. Bu düzeyde böylesi bir
tansiyon içeren konuşma en azından son yıllarda yapılmadı... Dolayısıyla, konuşan kişi Başbakan olduğuna göre süreci bu noktaya getiren arka planı
analiz etmek faydalı olacaktır.
Hemen hemen 4 yıldan beri Türkiye ile ABD arasında her düzeydeki görüşmelerin birinci
gündem maddesini
PKK terörü işgal ediyor. Başbakan’dan başlayarak bütün bakanlar, diplomatlar, işadamları ve hatta gazeteciler muhataplarıyla bitmek tükenmek bilmeyen bir terör tartışması yapmaktalar. Özellikle de terör periyodunun artış gösterdiği son bir yılda başka bir şey konuşulmaz oldu.
Buna rağmen
Washington yönetimi konuyu, ‘planlı olarak zamana yaymak taktiği’ kullanmakla kötü yönetti. Fiyaskoyla noktalanan koordinatörlük modeline kadar Türkiye ile yoğun bir
iletişim ilişkisi görüntüsü veren her şeyi denediler. Ancak, kalıcı ve gerçekten terörü önleyici bir girişim yapılamadığı için sorun giderek büyüdü; dramatik bir şekilde PKK motive edilmiş oldu.
Biri ‘süper güç ABD’, diğeri ‘bölgesel güç Türkiye’ arasında en üst seviyeden aşağıya kadar yüzlerce toplantı, görüşme yapılması ve
akıl almaz bir diplomatik trafiğe rağmen bir tek ciddi adım atılamamış olması PKK’yı motive etmekle kalmadı, şımarttı da...
PKK, bir yandan devlete
mesaj vermek adına
Öcalan’ın ağzından ayrılıkçı düşüncesinden vazgeçtiğini tekrarlayıp durdu; öte yandan yine hem de devlete ve hem de tabana mesaj vermek adına terörü yeniden başlattı. Bir başka ifadeyle ABD ve Türkiye ne yapacağına karar veremezken sorunun muhatabı PKK ne yaptığını bilen tek aktör olarak toparlanma fırsatı buldu.
PKK neden, bölgeye bir siyasi ve kültürel mesaj vermeksizin sadece terör yapıyor?
Birden fazla sebebi var. Ak Parti’nin son seçimdeki yükselişi, örgütün içeride ve dışarıda maddi
destek elde edebilmek için ‘ölmek ve öldürmek’ zorunda oluşu,
Kuzey Irak’ta
Barzani-
Talabani unsurunun güçlenirken PKK’nın giderek anlamsız hale gelmesi... Hepsi de mantıklı ve PKK’nın yeniden aktif hale gelişini izah eden gerekçeler.
İzah edilemeyen durum ABD’nin eylemsizlik konumunda neden bu kadar ısrar ettiğidir.
Başbakan Erdoğan’ın bayramın birinci günü sarfettiği sert sözler de zaten bu durumun anlaşılmazlığını ifade ediyor.
Başbakan, bir yandan PKK sorunu öte yandan
Ermeni soykırım tasarısının yarattığı gerilimin ekseninde konuşuyor. ‘İnceldiği yerden kopsun’ ifadesi de artık bu eksenin ürettiği gerilimin son aşamasıdır.
Erdoğan’ın şu cümleleri; muhalefetin ve hatta öteden beri gündeme ağırlık koyan ‘
sınır ötesi lobisi’nin söylemlerinin bile ilerisine geçiyor:
‘Bu işin ama’sı yok,
yaptırımı var. Biz duygusal hareket etmiyoruz. Bunun içindir ki bugüne kadar sabrettik. Ama artık yaptırım bekliyoruz... (ABD) Onbinlerce kilometreden çıkıp Irak’ı vururken kimse kimseden izin almadı.Artık, birilerinin kalkıp da
Kuzey Irak’la alakalı veya yapılacak sınırötesi
operasyonla ilgili akıl vermesine de ihtiyacımız yok... Karar verdikten sonra faturası, bedeli neyse öderiz...’
Elbette bu sözlerin öncelikli hedefi eylemsizliğini bir
politika haline getirmiş olan ABD’dir. Ama ikinci bir mesaj daha ve o da içeriye... Başbakan, ‘PKK’yı bitirecek’ bir operasyon için istekli olan yetkili yetkisiz herkese sonuna kadar işin arkasında duracağı ve uluslar arası riskleri de almaya hazır olduğu mesajını veriyor. Bir başka ifadeyle, ‘şahinlikse, herkesten fazla şahin’ olabileceğini gösteriyor.
Sorun da zaten ABD’yi eyleme geçirmek kadar, bir sınır ötesi operasyonun veya operasyonlar zincirinin PKK’yı bitirip-bitirmeyeceğidir.
Konu şu açıdan da önemli. Kulislerde iddia edildiği gibi ABD, Türkiye’nin ‘sınırlı da olsa’ operasyonuna göz yumarsa ve o operasyonla da bir sonuç alınamazsa bu kez
Ankara’nın Washington’a yapmakta olduğu PKK baskısının bir anlamı kalmayacaktır. Şimdi bir sonuç alınamamakla birlikte hiç olmazsa suçlanabilen ABD yönetimi, o durumda ‘Operasyon da yaptınız ama sonuç çıkmıyor, biz ne yapalım...’ diyebilme avantajına sahip olacaktır. Türkiye’ye uluslar arası planda kendisini ifade etme imkanı sağlayan tezler de zayıflayacaktır.
Sınır ötesi operasyonun riskleri kadar, operasyonun sonuçlarını; daha kötüsü sonuçsuzluğunu da hesaba katmak gerekiyor.
MUSTAFA KARAALİOĞLU/STAR