Bu konuyu yazıp yazmamayı iki sebeple çok düşündüm. Birinci sebep şuydu:
Hastanede
tedavi gören birinin ruh halini anlamak, neye sevinip neye üzüleceğini kestirmek zor oluyor. Sizin moral verme adına söyledikleriniz bazen tam tersi algılanıp
hastanın moralini bozabiliyor. Bu yazı için tereddüt etmemin sebebi de, Osman Yağmurdereli’nin
sağlık durumu hakkında bilgi vereyim derken onu üzmemek...
Kadıköy Acıbadem Hastanesi’nde ziyaretine gittiğimde, “Aylardır nerelerdeydin? Niye aramadın?” diye sitem eden Yağmurdereli’yi bir de yanlış anlayacağı bir şeyler yazıp üzmek istemedim.
Bir diğer endişem de şuydu:
O
akşam tanık olduğum Baş
bakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın insani yanını anlatırken, kendilerinin dünya görüşüyle benimki arasında “dünyalar kadar fark” olmasına karşın Erdoğan hayranı olarak algılanmak...
Ama öte yandan gördüklerimi yazmamak da işime
ihanet...
Çeyrek asırdır yakından tanıdığım Osman Yağmurdereli’yi ilk kez bu kadar zayıflamış ve moralsiz gördüm.
Yağmurdereli, 2006 yılında
kanser şüphesiyle
Florence Nightingale Hastanesi’nde yattığında hakkında çıkan, “Kanser değil. Kumar borcu var, onlardan kurtulmak için kanser numarası yapıyor” gibi yazılar için, “Beni kanser değil ama bu yazılar öldürecek” diye sitem ettiğinde bile bu denli moralsiz değildi...
İnşallah bu badireyi de atlatır ve şov dünyasının “Osman Abi”si olarak işinin başına
döner.
Kendisine bir kez daha acil şifalar diliyorum.
Hastaneye gittiğim akşam
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eşi
Emine Erdoğan ve
Kadın ve Aileden Sorumlu
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu da Yağmurdereli’yi ziyarete geldi.
Yağmurdereli’nin odasında yarım saate yakın kalan Erdoğan ve eşi, odadan çıktı ama hastaneden ayrılmadı.
Odaları tek tek dolaştılar
Başbakan ve eşi, önce Yağmurdereli’nin karşı odasında kalan hastadan başlayıp katta yatan bütün hastaları tek tek ziyaret etti.
Emine - Recep Tayyip Erdoğan çifti, girdikleri her odada 5-10 dakika kaldı. Yani öyle kapıdan bir
selam verip, ayak üstü “Geçmiş olsun” deyip gitmediler. Her biriyle ayrı ayrı sohbet ettiler. Ziyaret ettikleri arasında
Fazıl Hüsnü Dağlarca da vardı.
Erdoğan ve eşi, kattaki ziyaret faslını tamamlayıp tekrar Yağmurdereli’nin odasına döndü. Erdoğan ve eşi, içeride Yağmurdereli ile sohbet ederken, karşı odanın kapısında şöyle bir sohbet vardı.
Erdoğan’ın Yağmurdereli’den sonra ilk ziyaret ettiği odada kalan kadının oğlu ya da torunu, hastanın yanında durana, “Niye cep
telefonuyla da olsa Başbakan’la fotoğraf çektirmediniz?” diye sitem etti.
Adam, “Başbakan kızar diye çekmedik” diye kendini savunurken Erdoğan’ın ekibinden biri hemen olaya müdahale etti:
“Başbakan asla öyle şeylere kızmaz.”
AKP
İstanbul milletvekili Yağmurdereli ile ziyaretçileri kafeteryadan gelen çayları içerken Yağmurdereli’nin cep telefonu çaldı. Arayan Bayındırlık ve
İskan Bakanı Faruk Özak’tı. Yağmurdereli, “Bakan ararsa telefonu mutlaka bana getirin” dediği için
şoförü içeri girip, “Sayın Bakanım Faruk Özak hatta” diye telefonu uzattı.
Telefonu Yağmurdereli’den önce Başbakan Erdoğan aldı. Erdoğan, Özak’a, “Abi ne
mübarek adamsın. Biz de şimdi senden bahsediyorduk, telefon ettin” deyip, kısa bir sohbet ettikten sonra telefonu Yağmurdereli’ye verdi.
Çubukçu’nun gözyaşları
Erdoğan’la ekibinin ikinci ziyaret faslı da yarım saat kadar sürdü. Erdoğan odadan çıkar çıkmaz, ekibindekiler haber vermiş olacak ki,
Başbakanlık fotoğrafçısıyla birlikte karşı odaya geçip, orada yatan hasta ile yakınlarının isteği olan hatıra fotoğrafını çektirdi, onlarla kısa süre sohbet etti.
Erdoğan’ın ardından Yağmurdereli’nin odasından çıkan Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun gözleri doldu ve ağlamaya başladı.
Odadan çıkınca Bakan Çubukçu’nun ağladığını gören Erdoğan, “Hayda” diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
Yanı başımdaki Çubukçu, gözyaşlarının sebebinin Yağmurdereli değil, o an aklına gelen kaybettiği bir yakını olduğunu söyledi. Ancak Bakan’ın arkası dönük olduğu ve kısık sesle konuştuğu için kimi kastettiğini duyamadım.
Erdoğan, Çubukçu’yu sakinleştirdikten sonra eşi ve 20 kişiyi aşkın koruma ordusuyla birlikte kattan ayrıldı.
Onun ardından giden Çubukçu’nun yanında ise biri şoför, biri de koruma olsa gerek, yalnızca iki kişi vardı.
Çubukçu, asansöre bindiğinde insanlar ağladığını anlamasın diye aynaya bakıp, gözyaşlarını bir kez daha sildi ama yüzüne hâlâ bir hüzün hâkimdi...
ALİ EYÜPOĞLU/MİLLİYET