"Başbakan Erdoğan dün kendisine ait olduğu söylenen son ses kayıtlarını da doğruladı." diyen Başyurt, "Doğrulanan ses kayıtlarını gördükten sonra “paralel yapı“ saptırması ile yapılan tasfiyeler, yargıyı tam ele geçirme ve polisi çalışamaz hale getirme amaçlı yasal değişiklikler, internete sansür ve TİB’e yargısız infaz hakkı verilmesi gibi üçüncü dünya ülkelerine has uygulamaların nedeni daha net anlaşılıyor." dedi.
İşte o yazı...
Ses kayıtlarıyla ortaya çıkan acı gerçekler
Başbakan Erdoğan dün kendisine ait olduğu söylenen son ses kayıtlarını da doğruladı.
Daha önce yasal dinlemelere ait ses kayıtlarına Mustafa Latif Topbaş, Abdullah Tivnikli gibi muhataplardan da teyitler gelmişti.
Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını konuşurken, ses kayıtlarına ilişkin bu doğrulamalar birçok açıdan önemli.
Ses kayıtları eğer doğruysa, sanıkların evlerinde bulunan “para dolu ayakkabı kutusu“ ve “7 kasa, bir para sayma makinesi“nin sembolleştiği 17 Aralık operasyonunun yapıldığı gün, Başbakan’ın evinde de sabahtan gece yarısına kadar süren evdeki paraları “sıfırlama“ telaşı yaşanmış. Gece yarısı olduğunda evde halen 30 milyon euro kaldığı operasyonu bizzat takip eden Başbakan’a bildirilmiş...
Çatalca ve Urla’da villalar
Eğer doğruysa, Başbakan’ın ailesi için iki adet villa karşılığında Urla’daki 1’inci derece sit alanı geçici olarak bizzat Başbakan’ın da girişimi ve talimatlarıyla 3’üncü derece sit alanına çevrilmiş... Villaların banyosuna “bide“ konulup konulmayacağı bile Başbakan’a sorulmuş...
Eğer doğruysa, Çatalca’da içerisinde 5 villa bulunan 53 dönümlük çiftlik “aile için“ bir yakının üzerinde gösterilerek satın alınmış. Villaların mimari işleri, bahçedeki su kuyusunun kapağı, jeneratör alınması ve çiftliğe komşu tarlaların alımı ile de bizzat Başbakan ilgilenmiş...
Eğer doğruysa, Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başında olduğu ve yönetim kurulu ağırlıklı olarak aile ve akrabalardan oluşan TÜRGEV’e kamu imkânları kullanılarak Hazine arazisi tahsis edilmiş. Bazı arsaların takibini de bizzat Başbakan yapmış...
Eğer doğruysa, işadamları TÜRGEV’e bağış yapmak zorunda bırakılmış ve bazı işadamlarından ne için olduğu belli olmayan milyon dolarlar vakfa aktarılmış. Hatta işadamları “söz verdikleri“ rakamı tam ödemedikleri için “kucağa oturmakla“ tehdit edilmiş...
El Kadı’nın gizli ziyareti
Eğer doğruysa, Etiler Polis Okulu’nun arsası Yasin El Kadı ve Muhammed Kutub’un aralarında bulunduğu işadamlarına, ortaklık karşılığı üçte bir fiyatına satılması için KİPTAŞ da “ikna edilerek“ girişimler tamamlanmış. Bilal Erdoğan bu süreçte önemli rol oynamış... Aynı ortaklık için Çanakkale açıklarındaki iki adanın da satın alınması için çalışılmış...
Eğer doğruysa, ABD’nin “El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide’nin finansörü“ listesinde bulunan ve söz konusu dönemde BM’nin de terörü finanse edenler listesinde bulunan Yasin El Kadı, Türkiye’ye en üst düzey seviyede görüşmeler yapmak için “gizli“ ziyaret yapmış, Başbakan koruması tahsis edilmiş, kaza geçirince de bizzat Başbakan tarafından hangi hastaneye götürüleceği takdir edilmiş...
Ballı ihale sözü verilmiş
Eğer doğruysa, Sabah ve atv’nin içinde bulunduğu Turkuaz Medya’nın satın alınması için bizzat Başbakan’ın talimatı ile Bakan Binali Yıldırım’ın takibinde, büyük kamu ihalelerini alan işadamlarından yüklü miktarda “bağış“ paralar alınmış. İktidar kontrolünde havuz medyası oluşturulmuş. Para veren işadamlarına da yeni “ballı kamu ihalesi“ sözü verilmiş...
Eğer doğruysa, medya yayınlarına “Alo Fatih“ ve benzeri yöntemlerle bizzat Başbakan ve danışmanlar müdahale etmiş. Altyazıda bile muhalefete yer verilmesine tepki gösterilmiş, muhalefetin grup konuşmasının canlı yayınlanması engellenmiş, hatta kamuoyu yoklaması sonuçları MHP aleyhine, BDP lehine olacak şekilde değiştirilmiş...
Şike davasına müdahale
Eğer doğruysa, Başbakan bizzat futbol kulüplerine de müdahale etmiş. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Başkanı Aziz Yıldırım’ın devrilmesi için Mehmet Ali Aydınlar’a oğlu ve hükümete yakın bazı işadamları üzerinden destek verilmiş. Yıldırım’a, Aydınlar’ın konuşmada vereceği cevaplar bile Başbakan tarafından bildirilmiş. Fenerbahçe’nin şike davası sürecine de müdahale edilmiş...
Eğer doğruysa, Başbakan bizzat Aydın Doğan ve yönetim kurulu üyesi kızlarının da “sanık“ durumda olduğu davaya müdahale etmiş. Hâkimin beraat kararının bozulması, yani ceza almaları için dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e açık talimat vermiş. Bakan Ergin’in engelleyemediği beraat ile bahanesi de bir başka skandal; “Hakim Alevi“... Yani yargıda fişlemeler o dönemde de mevcutmuş. Yargıda “iki bin kişilik kadrolaşma“ itirafı da yapılmış...
Eğer doğruysa, 8 adet yerli üretim savaş firkateyni inşasını öngören MİLGEM projesinin ihalesini bizzat Başbakan iptal ettirmek için uğraşmış. 4 firkateyni inşa etme hakkı kazanan Koç Grubu’nun aldığı ihalenin iptali için, ihaleye girmemiş hükümete yakın bir işadamına bizzat şikâyet başvurusunda bulunması için talimat vermiş. Sonrasında da ihale iptal edilmiş...
Yargıda kadrolaşma
Büyük çoğunluğu muhatapları tarafından doğrulanmış olmasına rağmen, buraya kadar çok kısa özetlemeye çalıştığım ses kayıtları için “eğer doğruysa“ şerhi düşmeyi tercih ettim.
Gönülden, bu görüşme içeriklerinin hepsinin “gerçek dışı“ olmasını arzu ediyorum.
“Muhafazakâr demokrat“ bir kimlikle siyaset yaptığını söyleyen siyasilerin, böyle “yasa dışı“, “anti-demokratik“ ve “çirkin“ faaliyetler içerisinde olmamasını temenni ediyorum.
Ne var ki, 17 Aralık ve 25 Aralık tarihli en büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturması da tam da bu tarz iddialar üzerine kuruluydu...
Ses kayıtlarında da, haksız kazanç elde etme, çıkar sağlama, nüfuz ticareti yapma, medya özgürlüğüne müdahale, yargı kararına müdahale, serbest piyasaya ve kamu ihalesine müdahale, yargıda kadrolaşma ve fişlemeler var...
Ses kayıtlarında ayrıca, Türkiye’yi uluslararası alanda zora sokacak, El Kaide terör örgütünün finansörü listesindeki bir ismin gizlice ağırlanması ve sonrasında Türkiye’de iş yapma imkânı sağlanması ve hatta kolaylaştırılması var...
Paniğin nedeni belli oldu
Doğrulanan ses kayıtlarını gördükten sonra “paralel yapı“ saptırması ile yapılan tasfiyeler, yargıyı tam ele geçirme ve polisi çalışamaz hale getirme amaçlı yasal değişiklikler, internete sansür ve TİB’e yargısız infaz hakkı verilmesi gibi üçüncü dünya ülkelerine has uygulamaların nedeni daha net anlaşılıyor.
Hiçbir demokraside yaşanması mümkün olmayan, panik havasındaki hakaret ve sözlü saldırıların nedenini anlamak da kolaylaşıyor.
Hesap vermek yerine, sistemi hukukun üstünlüğü ve demokrasiden uzaklaştırmak çözüm değildir.
Umarım Türkiye daha fazla zarar görmeden gün ışığı gibi ortaya çıkan gerçeklere gözlerini kapatmaktan vazgeçerler.