MENDERES İÇİN “KATLİ VACİPTİR” HUTBESİ OKUTACAKLARDI
Darbelerle; karabasan gibi üzerine çökülen bir
demokrasi mücadelesi var bu ülkenin.
Başarılamayanlar ve üzeri örtülüp gidenler de cabası. Son anda deşifre edilip ortaya çıkarılanlarla mücadele hala devam ediyor.
27
Mayıs; içlerinde belki de en acı ve acımasız olanı. Gözünü kan bürümüş zihniyet milli iradeyi
27 Mayıs'ta darağacına çekti.
Halkın seçtiği yönetimi alaşağı etmek için her türlü yolu deneyen bu zihniyet, piyes mahkemede, rol icabı karar alarak bu ülkenin
Başbakanını ve bakanlarını astı.
Tıpkı
Menderes iktidara gelene kadar,
Türkiye siyasetinde oynanan piyes gibi bir piyesti
Yassıada mahkemeleri.
Türkiye'de CHP'nin tek partili rejimi; kendini değiştiriyormuş gibi yapıp aslında değiştirmeyecekti.
İnönü rejiminin kendini değiştiriyormuş gibi göstermek için
küçük bir muhalefete ihtiyacı vardı.
İktidar hep CHP'de olacak, ikinci bir parti de demokrasinin sembolü gibi göstermelik rol üstlenecekti.
İşte göstermelik o küçük parti
Demokrat Parti olacaktı.
Fakat 1950'de statüko açısından büyük bir
iş kazası yaşandı ve
Adnan Menderes'in Demokrat Partisi iktidara geldi.
Ülkeyi yöneten statükocu zümreye karşı, millet bir başkaldırı göstermişti.
Bir yolu bulunup bu iş kazasından dönülmeliydi. Bunun bedeli millete ödetilmeliydi.
Demokrat Parti iktidarının;
Arapça ezan gibi özellikle dini konulardaki
yasakları kaldırması, statüko açısından geriye dönüş demekti.
Ülkede irticanın yeniden ortaya çıkacağı yaygarası başladı. Tek parti rejimi zaten en çok da dine karşı bir garanti olması açısından uygulanıyordu.
Adnan Menderes'in 10 yıllık iktidarı boyunca milli iradeye tahammülleri olmayan cuntacılar, halkın elindeki iktidarı
gasp etmek üzere bir plan devreye soktu.
Aslında 27 Mayıs'ta ilk
darbe orduya yapıldı. 250'den fazla
general emekliye sevk edildi. Binlerce
subay ve üniversite hocasının görevleri sonlandırıldı.
27 Mayıs çetesi bütün meşruiyetlerini İsmet İnönü'den alıyordu. Türk demokrasisi; darbe kadar darbecilere sahip çıkan İnönü zihniyeti sebebiyle aslında en büyük zararı gördü.
O gece Ankara'da olan Üstad
Necip Fazıl; hatıralarında 27 Mayıs İhtilali'nin olduğu anları şöyle anlatıyor;
Saat 4...
Odamın kapısı yumruklanmaya başlandı:
Necip Fazıl Bey, kalkın… Bütün
otel aşağıda,
radyo başında... İhtilal var !
Yarı giyinik aşağıya koşuyorum. Radyodan tok ve kalın bir ses geliyor:
“Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetler Radyo'ya el koydu.”
Necip Fazıl; ihtilali ve ona ezeli itaatinden ötürü körü körüne alet edilen Mehmetçiğin ruh halini belirtmesi bakımından şu ibretlik manzarayı anlatıyor;
”Bir ara otelden çıkarak
Ulus meydanındaki ana caddeye göz atayım dedim. Önümden Tevfik İleri'nin makam arabası geçmez mi ? İçinde bir
takım genç subaylar ve kucakta bir kadın...”
“
Kadının iskarpinleri, otomobilin açık camından dışarıya sarkmış... O sırada beni görüp "yasak!" diye haykıran bir er, kendisine ettiğim son derece
tatlı mukabele üzerine adeta silahını yere atmak istercesine ruhi bir
isyan edasıyla içini döktü:”
“Nedir bu hal ağabey ? Bizi toplayıp bu işe sürdüler ama bakalım
Allah razı mı bu işten ? Hayra mı sürüyorlar bizi?..
Ve başladı hüngür hüngür ağlamaya... İleriden askerlerin geldiğini gören ben, hiçbir
cevap vermeden, gözlerim yaş içinde otele kapağı attım.”
İhtilal gecesini böyle anlatıyor Necip Fazıl…
Demokrasiyi hazmedemeyenlerin paletler ardına saklanarak, milletin çocuklarını kullanıp millet iradesinin tepesine bindiği 27 Mayıs'ın bu ülkeye yaşattığı asıl acı; o karanlık geceden sonra başlayacaktı.
İnsanlık dışı muameleler altında hapsedilen ve yargılanan bir ülkenin Başbakanı ve bakanları, bir milletin sessiz hıçkırıkları arasında idam edildi.
Cuntacılar; Menderes ve arkadaşlarını asabilmek için türlü türlü kılıf aradılar.
Tek parti rejiminde yasaklanan dini hayatın yeniden özgürce yaşanabilmesinin önünü açan Adnan Menderes'i “din” ile vurmak istediler.
Onun asılması için dini gerekçeler ortaya koymak için çabaladılar.
27 Mayıs'ta yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi cuntacıları; Başbakan Menderes'i Yassıada'ya hapsettikten sonra millet nezdinde itibarsızlaştırmak için önce zinadan yargılamaya kalktı. Ama eşi Berrin Hanım'ın böyle bir şikayeti olmadığı için bunu başaramadılar.
Cuntacılar; Menderes'i asmak için, bugüne kadar ortaya çıkmayan bir yol daha denedi.
Milli Birlik Komitesi; İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen'i ihtilalden sonra 1960 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı görevine getirdi.
Toplumda sevilen ve güvenilir bir din alimi olan Ömer Nasuhi Bilmen'den, Menderes ve arkadaşlarının devlete karşı isyankar olduklarına dair hutbe irad etmesini istediler.
Plana göre Menderes'i; devleti yıkmak için başkaldıran bir asi olduğu gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanının ağzından “katli vaciptir” hutbesi okutarak asacaklardı.
Hem de bu hutbeyi ülkenin bütün camilerinde okutacaklardı.
Fakat Diyanet İşleri Başkanı Nasuhi Bilmen, bunu kabul etmedi. Böyle bir hutbe veremeyeceğini söyledi.
Ömer Nasuhi Bilmen; cuntacıların istediğini yerine getirmedi ve kendisine baskı yapılması üzerine; emekliliğini isteyerek Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan ayrıldı.
Daha göreve gelmesinin üzerinden bir yıl bile geçmeden, Diyanet İşleri Başkanının emekliliğini isteyip ayrılmasının altında cuntacıların bu isteği yatıyor.
Darbecilerin emellerine ulaşmak için din dahil her şeyi kullanmaktan çekinmediklerinin en bariz örneği 27 Mayıs'ta işte böyle yaşandı.
Günümüzde ortaya çıkarılan darbe planlarında da aynı zihniyet yok mu ?
ABDULLAH ABDULKADİROĞLU
[email protected]